Hepimizin bir başucu kitabı vardır. Benim de bir başucu filmim var. “Pan’ın Labirenti”. Defalarca izleyip de doyamadığım bir, “gerçek” dünya ile “masal” dünyasının paralel yürüdüğü ve sizin bu her iki evrende de kendinizi kaybedeceğiniz bir film. Guillermo del Toro’nun, 2006 yapımı, çok ödüllü filminin iki ana karakteri var. Biri iyiliğin, saflığın sembolü küçük bir kız Ofelia. Diğeri ise kızın annesiyle evlenen faşist Kaptan Vital. Olay Franko İspanyasında paralel iki dünyada geçiyor. Biri erkek egemen, militer, faşist devleti temsil eden gerçek dünya; diğeri ise bu gerçek dünyaya uyum sağlayamayan Ofelia’nın bir labirentin içinde yaptığı fantastik yolculuk.
Ofelia’nın hamile annesi yeni evlendiği Kaptan Vital’in şatosuna gelir. Vital’in hayali babasının ona bıraktığı mirası, doğacak erkek çocuğuna bırakarak sürdürmek ve bir yandan da faşist rejime karşı savaşan gerilları yok etmektir.
Ofelia ise, kendisine ve insanlara kötü davranan Kaptan Vital’in dünyasından kaçarak, kötülüğün yok ettiği masal dünyasını yeniden canlandırmanın yolunu aramaktadır. Babasının da yaşadığına inandığı masal dünyasını yaşatabilmesi ve oraya gidebilmesi için bu labirentte karşılaştığı Yaşlı Pan’ın ona verdiği üç görevi yerine getirmesi gerekmektedir. Ofelia’nın bu yolculukta ona yol gösteren ve onu tehlikeler karşısında uyaran üç küçük perisi de vardır.
Gerçek dünya acımasızdır. Faşizmin kanlı yüzünü bu dünyada görürüz. Bu dünyadaki insanlar da iyiler ve kötüler olarak sınıflandırılabilir. Evin hizmetçisi olan Mercedes gerillalara yardım etmekte kasabanın doktoru da elinden geldiğince iyilere destek olmaktadır. Ofelia’nın annesi, annelik görevini yerine getiren ama bu dünya ile ilgili bir fikri olmayan pasif bir kadındır. Vital ve emrindeki askerler ise kötülüğün ve faşizmin yüzleridir. Birbirine karşıt olarak kurgulanan bu iki paralel dünya izleyiciyi film boyunca bir düzlemden diğerine renk, müzik, giysi, son derecede başarılı makyaj, iklim koşulların da yardımıyla taşımakta ve bir gerilim içine sokmaktadır.
Özellikle fantastik dünyada kullanılan mitler, sembol ve metaforlar, üzerinde tartışılacak kadar derin anlamlar da taşımaktadır. Filmde gerçek dünyayı masal dünyasından ayıran fantastik anlatıya götüren temel tip Yaşlı Pan’dır.
Ofelia’nın masal dünyasını kurtarabilmesi için geçmesi gereken üç sınav vardır. İlk sınav hayatı temsil eden bir ağacın köklerine yerleşerek onun büyümesini ve yeşermesini önleyen bir dev kurbağadır. Ofelia cesareti sayesinde onu yenerek midesindeki anahtarı almayı başarır. Her ödev bir sonrakine bağlıdır. Tıpkı masallardaki gibi bir ödev bitmeden diğerine başlanamaz. İkinci ödev sadece avuç içiyle gören bir yaratığın arkasındaki kasalardan birinde saklı anahtarı almaktır. Ofelia perilerin gösterdiği kutuyu değil mantığını kullanarak doğru kutuyu açar ve bulur anahtarı. Ancak canavarın kurduğu inanılmaz zengin ve iştah açıcı masadan, Yaşlı Pan’ın onu tembihlemesine rağmen, nefsine hakim olamayarak bir üzüm tanesi almaktan alıkoyamaz kendini. Tıpkı Adem ile Havva’nın yasak elmayı nefslerine yenilerek yemesi gibi. Her hatanın bir bedeli vardır. Adem ile Havva Cennet’ten kovulmuşlar, Ofelia’da iki küçük periyi canavara kurban vermiş, canını zor kurtarmıştır.
Üçüncü sınav ise Ofelia’nın yeni doğan erkek kardeşini labirente getirmesidir. Doğum sırasında ölen annesinden kalan tek bağdır kardeşi. Onu, Vital’den kaçırarak labirente getirir. Yaşlı Pan, masal dünyasının yaşayabilmesi için günahsız bir çocuğun kanının akıtılması gerektiğini söyler. Ofelia, kardeşinin kanını ne pahasına olursa olsun akıtmayacak bir karakterdir. Sonunda bulduğu çözümle idealindeki masal dünyasına kavuşur.
Kaptan Vital’in gerçek dünyasında ise, babasından kalan cep saatini doğacak oğluna vererek soyunu sürdürme takıntısı, çevresindekilere acımasız davranışı ile bir prototip olarak görülebilir. İki karşıt tipin iki paralel dünyada anlatımı, izlemeye doyamayacağınız bir atmosfer oluşturuyor. Bu atmosfere filmin müziklerini de eklerseniz tam bir şölen denebilir.
İzlemediyseniz mutlaka, ne yapıp edin izleyin derim.