FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Kadın Hikayeleri VUTİ NON ABUTİ/ Kullan Ama Suistimal Etme

Kadın Hikayeleri VUTİ NON ABUTİ/ Kullan Ama Suistimal Etme

Kadın Hikayeleri VUTİ NON ABUTİ/ Kullan Ama Suistimal Etme

 

Canan Kayışlı

 

Üç beş yıl önceydi. Güneş gözlüklerim ve ben tramvaya bindik (Gözlerim hassas olduğu için, yazın güneşten, kışın rüzgardan korumak için genellikle, güneş gözlüğü takarım) Karşılıklı, ikili olan koltuklardan birine oturdum, karşımda da biri vardı. Birisi… Ama o kadar, yüzüne bakmadım, görmedim. Pencereden dışarıya bakarak, ineceğim durağı beklerken “Canan abla sen misin gerçekten?” dedi karşımdaki ses. Tanımadım, gözlüğümü çıkardım tanımak için. Evet bir aşinalık vardı, ama kimdi ki o, nereden tanıyordum ben onu? Acaba çalıştığım yuvadaki annelerden biri miydi? Malum yıllardır, onlarca yuvada ve başka işlerde de çalışınca, herkesi hatırlamak pek mümkün olmuyor. Ben dürüstçe, ama sıkılarak onu hatırlamadığımı soyledim; o da tüm sevecenliğiyle nereden tanıştığımızı anlattı, beni yere göğe koyamadığı cümlelerle hem de. Ben ona ne büyük iyilikler yapmışım, ben olmasam Almanya’da kalamazmış, çocuğunu göremezmiş, hayatını kuramazmış, ben onun meleğiymişim, dualarındaymışım… Bu konuşmalar sadece on beş dakika içinde tecelli buldu.

Sonra… Hatırladım. Almanya’ya “ithal” gelin olarak gelen gençlerden biriydi adı bende saklı. Benim hem anneleri Almanca kursu yapan çocuklara baktığım, hem de çeşitli etkinliklerinde görev aldığım Türk Halk Evi’ne, Almanca kursuna geliyordu. Kursa başladığı ilk gün, çocuklarla konuşmama tanık olmuş, yanıma gelmişti, tanışmıştık, daha sonra her ders arasında ziyaret etti beni, ve… O arada anlatmaya başlamıştı. Eşiyle olan problemlerini, ailesinin durumunu, Almanya’ya gelme nedenlerini, beklentilerini, hayal kırıklıklarını, Türkiye’ye özlemini; aylarca ağlayarak anlattı; yalnız kaldı, terkedildi. O dönemler Almanya’da sürekli kalma şartı, en az iki yıl ikamet etmekti. İki yıl içinde boşanan, sürekli bir oturum izni olmadığı için, ülkesine dönmek zorunda kalıyordu. Sosyal danışman dostlara götürdüm onu, avukatlara gittik birlikte. Zor dönemlerdi onun için, ama benim için de; çünkü o dönemler herkesi ve herşeyi çok içselleştirdiğim, olayları belki de yaşayandan çok daha fazla “yaşadığım” dönemlerdi, ilginç olan benim “dertlerim” de farklı değildi ki! Belki de başkasına yardım ederek, kendi çözemediğim problemlerimi çözdüğümü sanıyordum. Kim bilir. Zamanımı ve gücümü çok harcadığım biriydi, onunla birlikte kaç kişiye daha koşturuyordum, kaç kişiye daha bölüyordum kendimi, ahh kaç kişiye! Kimileri hakketti adı bende saklı gibi, hayatını iplerinin eline aldı, gücünün farkına varıp, oğluyla bir hayat kurdu kendine, ikinci defa evlendi.

Bana gösterdiği vefa duygusu ise kesinlikle, onunla ilgili, benimle değil. Çünkü ben ona yaptığım “yardımların”, dayanışmanın onlarca katını başka bir çok kişiye yaptım, karşılığında ise kendilerine yakışan şekilde, çok büyük “iyilikler” gördüm. Çünkü bazıları borçlu olduğu insanı görmek istemez, ona baktıkça kendi zayıflığını görür ve kendi yapamadığını

başkasının yapmasını hazmedemez, o yüzden de o kişiyi, farklı yöntemlerle cezalandırır.

Kaldı ki birileri bana borçlansın için yapmadım hiç bir şeyi, yapmıyorum da. Benim yaşadıklarımı, kimse yaşamazsın, benim yaşadıklarımı yaşayanların hayatını nasıl kolaylaştırabilirim çabası benimki. İnsanlara dokunmak, yüreğinin üzerindeki bir taşı alma çabası, fazlası değil. Ama belki de asıl dengesizlik burada başlıyor, büyük yanlış. Başkasına, başkalarına o kadar çok zaman, güç, “madde” ve sabır harcayınca, bana ben kalmamış! Bunu farkettiğimde “atı alan” Üsküdar’ı” İstanbul’u, Adana’yı, hatta “kendini bile” geçmişti. Ama zararın neresinden dönersen hayat dediğim için, pişmanlık ve keşke yok bende, belki de çok mikro oranda var.

Biliyorum ki, benden çok daha fazla maddi ve manevi yardımlarda bulunanlar var; ama unutulmamalıdır ki, “çok veren maldan, az veren candan.” Özellikle de, eşinin, dostunun, babasının, annesinin değil de, kendi emeğini, elindekini, hatta bazen ağzındaki lokmayı paylaşan insan çok daha “mübarektir”. Bol ve çok olanı değil de, elindekini verme çabasında olan makbuldür ve herkesin herkese verecek, paylaşacak bir şeyi vardır; yeter ki gönül istesin. İyilik, iyi olmak için yapılan değildir, iyi olma halidir, yürekten gelendir; paylaşmak, dayanışmak insani değerlerin olmazsa olmazı, bunun ödülü karşı taraftan gelen teşekkür ya da “minnet” değil, insanın iç huzurudur!

Ne kadar nahif alışkanlıklarımız varmış bir zamanlar. Bir elin yaptığını diğer el bilmemelidir diye bilirdik, “yardım ederken” incitmeden, duyurmadan, göstermeden yapılmalı diye bilirdik, oysa şimdilerde bağıra bağıra, göstere göstere yapmak marifet sayılıyor. Ahh insan, nerede kayboldun ki sen?

“Dokunduğumuz hayatlardan parmak izlerimiz silinmez, bu yüzden kime nasıl dokunduğunuza dikkat edin!” Hayatın alış veriş değil, veriş alış olduğunu, veren elin alan elden daha “üstün” olduğu bilgisiyle, Bertholt Brecht’in, “İyilik neye yarar, öldürülürse iyiler çarçabuk. İyi insan olacağınıza, öyle bir yere götürün ki dünyayı, iyilik beklenmezsin” dediği yerdeyim!

Picture of Canan Kayışlı

Canan Kayışlı

Tüm Yazıları