
Doğrusu ya, kadına şiddet, aslında hergün gündemde kalması gereken bir konu. Medya, bir erkek tarafından öldürülen kadınların hüzünlü ve dehşet verici öyküleriyle dolu. Boğazı kesilerek, bıçaklanarak, dilim dilim doğranarak, pencereden atılarak, kurşunla, sopayla, boğularak, tecavüz edilerek öldürülen kadınlar. Hergün, memlekette ve dünyanın dört bir yanında.
Ve belki de bu satırları yazdığım şu anda yine bir erkek,- babası, abisi, sevgilisi, kocası -tarafından dövülen şiddete uğrayan kadınlar var ve biz seslerini bile duyamıyoruz…. Şiddet dendiğinde aklımıza ilk önce maddi şiddet geliyor ama ya psikolojik şiddet, sözlü şiddet… Tehdit, küfür, aşağılama, insan yerine koymama, özgürlüğünü engelleme… Zorla evlendirme, aile içi tecavüz… Hatta kız çocuklarını okula göndermeme… Kısacası her türlü insan hakkından yoksun bırakılma.
Araştırmalari kadına yönelik şiddeti dört başlık altında topluyor. Fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet ve ekonomik şiddet. Ama bu şiddet biçimleri son yüzyılda uygulanmıyor sadece. Yani sorun yeni değil. Kadına şiddet çağlar boyu devam etmiş. Ama geçenlerde bir yerde okudum. Kadına şiddet bir sorun olarak 70’li yıllarda gündeme gelmiş ilk kez. BM, “Kadına yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi”ni 1979 yılında kabul etmiş. Bu bildirgede, kadının sadece kadın olduğu için ayrımcılığa ve şiddete maruz kalması esas alınmış.
2011 Yılında imzalanan ve Türkiye’nin ilk imzacı olduğu “İstanbul Sözleşmesi”nde ise “kadına yönelik şiddet” kavramı diğer uluslararası metinlerle benzer biçimde tanımlanmış; ama ayrıca “kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” ve “aile içi şiddet” kavramları tanımlanmış.

Buna göre;
“kadına yönelik şiddet: ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ızdırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama ve keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakma.
aile içi şiddet: Aile içerisinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik şiddet eylemi.
kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet: kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet biçimi.” olarak dile getirilmiş.
Ancak bildiğiniz gibi geçtiğimiz aylarda Erdoğan’ın bir tek sözüyle Türkiye bu sözleşmedeki imzasını geri çekti. Sözleşmenin tekrar yürürlüğe konması için verilen mücadele bir yandan devam ederken, bir yandan da sokaklar masum kadınların kanına bulanıyor.
Neden 25 Kasım?
60’lı yıllarda Dominik Cumhuriyeti’ni faşist bir diktatör yönetiyordu. Trujillo. İnsan hakları, eşitlik ve demokrasi için mücadele eden Dominikliler arasında, özellikle kadın özgürlük hareketinin öncüsü olan Mirabel Kardeşler öne çıktı. Trujillo tarafından terörist ilan edilen Mirabel kardeşler, defalarca tutuklandı, hapse girdi, bütün mal varlıklarına el kondu; ancak onlar mücadeleden bir adım geri atmadılar. Trujillo, Dominik’in en büyük iki sorununu kilise ve Mirabel Kardeşler olarak ilan ederek hedef gösterdi.
Sıkı takip altına alınan kardeşler, hapiste olan eşlerini ziyaretten dönerken, devletin gizli polisleri tarafından araçları durduruldu. Cinsel saldırıya uğrayan kardeşler sonra sopa ile dövülerek öldürüldüler. Ancak bu katliam kayıtlara “kaza” olarak geçirildi.

25 Kasım 1960’da devletin gizli güçleri tarafından hunharca katledilen kardeşlerden Patria 36, Minerva 34, Maria Teresa ise 24 yaşındaydı. BM, bu güne saygı olarak ve Minerva Kardeşlerin hiç unutulmaması için 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” ilan etti.
25 Kasım, her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de cinsel şiddete ve devlet şiddetine karşı dayanışma ve mücadele günü olarak ve erkek şiddetine karşı bir farkındalık yaratmak amacıyla kutlanıyor.