KİM KİMİN CANINA OKUYACAK?
Şu bir gerçek ki şiddet milyonları etkileyen dizilerimizin olmazsa olmazı. İyi ve kötü erkekler birbirleriyle kıyasıya savaşırken kadınlar sadece bir aracı konumunda. Bu açıdan da oradan oraya savrulan kurban rolünün dışına bir türlü çıkamıyorlar. Sonunda da tıpkı masallarda olduğu gibi cesur bir prens, yani muhteşem bir erkek tarafından kurtarılıyorlar. Heyecan, korkular ve kaçınılmaz mutlu son. Kadına tek düşen göz kamaştırıcı güzellikte olmak, böylelikle hem yakışıklı hem de güçlü bir erkeği tavlayarak sorunu kökünden çözmek.
YA PRENS CANAVAR ÇIKARSA?
Öyle de yakışıklı erkeğin bir gün canavara dönüşemeyeceği ne malum? Erkekler canavar oldukları için mi? Hayır ama kadınlar kendi ayaklarının üstünde duramadıkları için. Kadın erkek kim olursa olsun başkalarına bağımlı yaşayan, yani emir kulu olan herkesin ama herkesin yaşayabileceği en büyük bir tehlike bu. Özel yaşamımızdan politik yaşama değin toplumun her alanında, her kesimde var olan güç ilişkilerini dengelemenin tek yolu öncelikle birey olabilmek ki bu da kendimize inanmamıza ve kendi gizilgücümüzü kullanmamıza bağlı. Bu kuşkusuz herkes için zor olsa da kadınlar için çok daha zor. Çünkü kadınlar yaşamlarını hep erkeklere göre biçimlendirmişler, hiçbir zaman kendileri olmayı, kendi ayaklarının üstünde durmayı öğrenememişler.
KADINLARIN ÖZGÜRLÜK YOLU
Alev Alev’in güçlü kadınları ise yaşanan büyük bir yangından sonra ağlayıp sızlayıp kendilerini oradan oraya atmıyorlar, kendilerini kurtaracak kahraman prensi beklemiyorlar, büyük iniş ve çıkışlarla dolu olan engebeli bir süreçte adım adım kendi yollarını arıyorlar. Arayışlarında elbette yepyeni sevgi ve dayanışma tohumları atılıyor, dostluklar ve arkadaşlıklar kuruluyor, ilişkiler yaşanıyor. Dizinin üç başkişisi belediye başkanı kocası tarafından yıllarca şiddet görmüş olan Cemre, hukuk okumuş olan Rüya ve yangında büyük hasar almış olan arkadaşı Çiçek’in kesişen yolları onları erkek şiddetine ve adaletsizliğe karşı çok sancılı bir direnişe götürüyor. Bu süreçte kadınların hepsi olumlu bir dönüşüm geçirerek hem fildişi kulelerinin dışına çıkmayı ve kendi ayaklarının üstünde durmayı, hem de dayanışmayı öğreniyorlar; yaşadıkları her acı, her haksızlık onları daha da büyütüyor ve olgunlaştırıyor. Alev Alev’de kadına karşı şiddet izleği tüm boyutlarıyla işlenirken, mafya ilişkileri, yolsuzluk, adaletsizlik gibi sorunlar da farklı açılardan gündeme geliyor.
KADINA YÖNELİK ŞİDDET POLİTİKTİR
Dizinin ilginç yanı bireysel öykülerle toplumsal sorunların ustaca iç içe gelişmesi. Karısına yıllarca fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan eski belediye başkanı Çelebi yeniden belediye başkan adayı olarak şiddet karşıtı nutuklarla halkı aldatırken, demokrasiden nasibi almamış bir toplumda adaletin güçlüden yana olduğunu bildiği için ‘asarsın da kesersin de’ zihniyetinden en küçük bir ödün vermeden ilerliyor. Nitekim Cemre yıllarca şiddet döngüsünden çıkamıyor, karşı koyduğu anda da akıl hastanesine yatırılıyor. Kimse onun sesini duymuyor. Çünkü emniyet güçlerinden hastanedeki doktorlara değin herkes Çelebi’nin gölgesinde yaşıyor. Öyle ya para, güç, manipülasyon ve üç kağıtla çözülmeyecek sorun yoktur.
DİREN KADIN
Cemre ve arkadaşlarının ani bir baskınla Belediye başkanının konuşmasını keserek yalanlarını bir bir gözler önüne sermeleri, kızını korumak için hayatını tehlikeye sokma pahasına eşinin yanına dönen Cemre’nin Çelebi’nin iş arkadaşları için düzenlediği davette kocasının foyasını en küçük ayrıntısına değin gözler öne sererek herkesi şoka uğratması, dizinin finaline doğru Cemre’nin yaşamı tehlikede olduğu için emniyet müdürlüğünün önünde yaptığı oturma eylemi ve bu eyleme katılan on binlerce kadının onunla dayanışmaya girmesi kolay kolay unutulamayacak sahneler.
DEĞİŞMENİN TILSIMLI GÜCÜ
Bu süreçte farklı toplumsal katmanlardan gelen insanların yaşadıkları aşk, sevgi ve dostluklar onların hayatın içinde daha da pişmelerini sağlıyor. Dizi bütün dostluklardan ve ilişkilerden öğrenilecek bir şeyler olduğunu sezdiriyor bize. Yedikulenin maço delikanlılarıyla burjuvazinin okumuş kızlarının yolları birleşebilir mi? Avukat Rüya’ya “ben buyum değişemem, ister beni olduğum gibi kabul edersin ister çekip gidersin” diyebilen deli dolu Ömer’in de pekala değişebilir olduğu gösteriliyor bize. Ya da abisi Çelebi gibi güçlü olmak için dünyanın yanlışını yapan, böylelikle istemeden insanların ölümüne yol açan İskender de her ne pahasına olursa olsun değişmeye hazırdır, çünkü onun da içinde sevgi arayan bir çocuk vardır. Kuşkusuz değişim kıvılcımlarını yakan kadınların doğru bildikleri yoldan hiç şaşmayan yapıcı duruşudur. Avukat Rüya kendisini korumak için başkalarının ağzını burnunu kıran sevgilisi Ömer’e karşı dururken, “bugün beni sevdiği için şiddet uygulayan birinin yarın bana el kaldırmayacağı ne malum?” diye sorar. Çiçek çok sevdiği İskender’i kendi elleriyle polise teslim eder. Bu onun için çok da güç olsa zorunludur, çünkü İskender yaptığı yanlışın bedelini ödemelidir. Böylelikle bir gün o da olgunlaşarak kurtulacaktır hapishaneden. Değişmeye direnenler sadece Çelebi gibi faşizan karakterlerdir.
‘BİR ÇOCUKTAN KATİL YARATAN’ ANNELER
Güç ataerkilliğin can damarını oluşturuyorsa, güç adına erkek çocuklarını birer canavara dönüştüren kadınların da bunda payı vardır. Nitekim İskender ve Çelebi’nin oğulları için her şeyi yapmaya hazır olan anneleri ataerkil sistemde güce tapan kadını simgeler. Onun gibi kadınlar olmasa belki de ataerkilliğin duvarları yavaş yavaş çatlayabilir mesajı verilir bize. Belki de tarihteki diktatörlerin annelerini mercek altına almamız gerekir. Çünkü ‘bir çocuktan bir katil yaratma’sürecinde sadece ataerkil ve kadın düşmanı bir toplumun değil, annelerin de payı büyüktür.
Çelebi’nin annesi para, iktidar ve güç adına oğlunu gözü dönmüş bir katil yaparken, gazeteci Yedikuleli Ozan’ın annesi sadece oğlunu korumaya çalışır. Lokanta işleten Hanım’ın ise öz çocuğunu öldüren kocasını öldürmekten başka bir çaresi kalmamıştır. Böylece dizide iktidar ve güç hayalleriyle gözü dönmüş, kanadı kırılmış ya da şiddeti içselleştirmiş travmatik anne karakterleriyle karşılaşırız. Bu kadınlardan her biri de bir dönüşüm geçirir, Çelebi’nin annesinin hapishanede yaptıklarının hesabını verecek zamanı bolca vardır, Ozan’ın annesi esas düşmanın kim olduğunun bilincine varır, Hanım ise kadın dayanışması sayesinde kendine yeni bir yaşam kurar.
ÇÖPLÜKTE BULUNAN ÇOCUK
Dizinin zayıf yanı yok mu? Var elbette, sonuna doğru sadece Çelebi’nin psikopatlığında odaklaşarak yer yer neredeyse bir korku filmine dönüşmesi dizinin değerine gölge düşürüyor gibi oluyorsa da son sahnelerde kadın dayanışmasına ağırlık verilerek (Cemre’nin bütün arkadaşları ve tanıdığı tanımadığı diğer kadınlardan güç alması, onlar için bir sığınma evi açması) konu anlamlı bir biçimde toparlanıyor. Öte yandan Çelebi karakterinin annesi babası belli olmayan, çöplükten bulunmuş bir çocuk olması hem annesiz ve babasız çocukları ötekileştirmemize de yol açabilir, hem de bizleri bütün sorunların nedeni psikopatlıkmış gibi yanlış bir yönlendirmeye götürebilir. Dünyayı yönlendiren diktatörler gerçekten psikopat olsalardı, soruna çözüm bulunabilirdi. Sonuçta faşizm psikolojik bir sorun değil bir sistem sorunudur. Aslında senaryoda küçük bir kaç değişiklikle bu sorunların kolaylıkla üstesinden kolaylıkla gelinebilirdi ama bu konu da ya senaristlerin gözünden kaçmış ya da otosansür mekanizması devreye girmiş olacak.
DİZİNİN KIŞKIRTICI YANI
Dizi üzerine kısa bir soruşturma yaptığımda bir çok kimsenin dizinin diğer dizilerden ayrılan, bu açıdan da ezber bozan yanını fark etmemiş olduğunu fark ettim. Bilinçli ya da bilinçsiz bir karşı koyuş söz konusu olabilir mi? Bir izleyici kadınların fazla ön planda olduklarından yakınıyor, başkası “bizde her şey mi böyle kötü” sözleriyle adalet sistemin böyle eleştirilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor, yine bir başkası bu dizinin izleyiciyi olumsuz etkileyebileceğini öne sürüyordu. Bir çok kişinin dayanamayıp diziyi izlemekten vazgeçmesi de aynı zihniyetin bir uzantısı olmalı. Dizileri sadece kafa boşaltmak için bildik klişeler çerçevesinde izleyenlere bu dizinin fazla gelmiş olması mümkün. Karısına şiddet uygulayarak herkesi yalan dolanla uyutan belediye başkanı; sevdiği adamı adalete teslim etmekten çekinmeyen bir genç kadın; belediye başkanının oyunlarına özgürce direnen kadınlar; şiddete hayır diyerek neredeyse sevdiğinden vazgeçen bir başka kadın vb. sahneler bir çok kimseyi provoke etmiş olabilir. O zaman da bu bir Fransız dizisinden uyarlama denip işin içinden çıkacak mıyız? Hayır öyle kolay değil Fransız dizisi bir tür soap opera olarak gösterişli kostüm ve sahneleriyle on dokuzuncu yüzyılda geçiyor ve sadece sekiz bölümle sınırlı. Alev Alev ise kadına karşı şiddet ve kadınların özgürleşmesini konusunu çok başarılı bir biçimde günümüz Türkiye’sine taşıyor. Bu açıdan da sanırım uyarlamadan çok esinlemeden söz etmemiz daha doğru olur. Sonuçta başta senaristler olmak güçlü oyuncu kadrosu ve yönetmeniyle dört dörtlük bir dizi olduğunu söyleyebilirim. Dizileri sadece kafa boşaltmak ya da zaman öldürmek için izlemeyenlerin bu diziyi mutlaka internetten izlemeleri gerekir. İstanbul Sözleşmesinden vazgeçildiği, kadına karşı şiddetin katlanarak sürdüğü bir dönemde güçlü kadın rol modellerine ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu anımsatıyor bizlere.
Kaynak: ‘Kadına yönelik şiddet politiktir’ (cumhuriyet.com.tr)