İstanbul, 5 Aralık 2023
Sevgili Zehra,
İstanbul’a kış geldi. Ancak aşırı yağışlar, hiç yaşamadığımız şiddette fırtınalar derken bir anda yine güneşli ve sıcak bir güne uyanabiliyoruz. Isı farkı şu sıralar inanılmaz değişken. Sanırım küresel ısınmanın sonuçları artık hayatımızın bir parçası olmaya başladı. Ülke gündemi zaten yeterince iç karartıcı. Her sabah yeni bir ‘’inanılmaz’’ haberle uyanmak artık algılarımızı da, düşünme yeteneğimizi de iyice köreltti. Geçenlerde youtube da rastladığım bir konuşmada eskiden Türkiye’de bir cinayet işlense günlerce bu haber konuşulurdu; olağanüstü bir durum olarak değerlendirilirdi; tüylerimizi diken diken olurdu diyordu konuşmacı. Oysa şimdi özellikle kadın cinayetleri o denli sıradan bir haber ki kadın örgütlerinden ve ailelerden başka duyan, etkilenen yok gibi. Sadece bu yıl resmi rakamlarla 234 kadın, erkek yakınları tarafından öldürülmüş. İstanbul Sözleşmesi’nin iptaliyle bu sayı daha da artmış. Savaş haberleri, enflasyon geçim sıkıntısı derken erkek şiddetinde de ciddi bir enflasyon yaşanıyor ne yazık ki.
Mektubuma senin gibi güzel bir başlangıç yapmak isterdim ama dün önüme çıkan bu sayı ve İstanbul’un puslu ve karanlık havası, karamsarlığımı iyice arttırdı sanırım.
Oysa Nazan Hanım’ı anma etkinliği gerçekten hepimiz için ne kadar güzel ve anlamlı geçmişti. Bu buluşmadan yepyeni bir proje çıkması ve ÇYDD Beyoğlu Şubesi’nin girişimiyle yaratıcı eğitim alanındaki çalışmaların yeniden gündeme gelmesi hepimizi umutlandırdı. Nazan İpşiroğlu’nun ölüm günü anması yerine 100. doğum gününü kutlamamız zaten 92 yaşına kadar üreten bir insana yakışan bir seçimdi. Onun ve sizlerin çocuklar ve gençler için hazırladıkları kitapları yeniden basmak ve bursiyerlerimizle ve toplumla yeniden buluşturmak bu nedenle benim için de çok anlamlı bir süreç olacak. Çünkü bu kitapların kullanılmasıyla ilgili bir de atölye programı hazırlayacağım.
Gelelim cinsiyetçi göstergeler üzerine Norbert’le yaptığınız deneye. Sonuçları gerçekten çarpıcı. Ben de bu deneyden yola çıkarak dizilerde kadın ve erkek temsilleri üzerine düşündüm. Artık dizilerde kapalı kadınlar oldukça yaygın. Muhafazakar kesimle modern kesimin bir araya geldiği, aşklar, evlilikler yaşanan yeni bir moda var. Özellikle de Kızılcık Şerbeti bizim çalışma alanımız gibi oldu. Buradaki ya da başka dizilerdeki muhafazakar erkek karakterleri düşünürsek üzerlerinde bu yaşam biçimine ait en ufak bir gösterge bile yok. Genç, modern orta yaşlı ya da yaşlı sarıksız, cüppesiz adamlar, üstelik modern kesim kadınlarını etkileyecek, onları kendilerine aşık edip evlenecek kadar dış görünüşleri ‘’normal’’. Oysa kadınlar, başörtülerinden giyim kuşamlarına kadar ne kadar farklı. Tamamen bir ideolojinin ve inancın göstergeleri gibi ki bu da deneyin başka bir sağlaması.
Diğer yandan şu an ülke gündemini meşgul eden bu kara para aklama olaylarında kadınların ve güzellik merkezlerinin kullanılması da çok etkileyici geliyor bana. Neden bu sektör seçiliyor? Güzelleşme uğruna onca para harcayan, sistemin dayattığı ‘’güzellik ve gençlik’’ furyasına kapılan onca kadının akın ettiği bu merkezler en uygun kara para aklama mekânları olup çıkmış. Buraların kurucuları sosyal medya fenomenleri de dolarları, altınları görgüsüzce binbir şekilde sergileyen, bedenleriyle, giyimleriyle gösteriş yapan kadınlar. Sistem yine kadınları kullanarak böyle kirli bir alan yarattı. Bu sahte dünyalara özenen onca kadın bu merkezlere koşarken ve para harcarken meğerse sistem de en güvenilir ve ‘’erkek dünyası’’ dışındaki bu mekânları kendine suç ortamı olarak seçmiş. Bu durum bana feminist gözlüklerimle baktığımda oldukça çarpıcı görünüyor. Yine kadınlar bir şekilde alet ediliyor ve kullanılıyor. Oysa tüm bunların arkasındaki erkek dünyası ve suç odakları gizleniyor, ortaya çıkmıyor. Sen bu konuda ne düşünüyorsun merak ediyorum.
Gelelim feminist sinema ile ilgili söz ettiğin belgesele. Ben de yıllar önce Documentarist Belgesel Film Festivali’inde benzer bir belgesel seyretmiştim. Aslında bu bakış açısını başlatan çalışma Laura Mulvey’in 1975 yılında kaleme aldığı Visual Pleasure and Narrative Cinema (Görsel Haz ve Anlatı Sineması) isimli makale. Mulvey, Bu makalede Freud ve Lacan’ın teorilerinden yararlanarak seyircinin filmlere bakma biçimlerimini feminist bir perspektiften sorguluyor. Ben de İngiltere’de yüksek lisans yaparken feminist sinema ile ilgili bir ders almıştım ve çok etkilenmiştim. Özellikle kadın yönetmenlerin bakış açısıyla çekilen film örneklerinden parçaları hem bu derste hem de sonra bu konuda seyrettiğim belgeselde görmüştüm. Kadın bedenini parçalara ayırma ve dudaklar, bacaklar vb. ‘’erotik’’ algılanması gereken yerlere yapılan zoomlara karşın, kadın yönetmenler kadının bedenini bütünselliği içinde göstererek çekiyordu. Hatta bir filmde sadece bir kadın sesi olayları anlatıyordu ve bedeni yoktu, böylece kadın karakterin görsel haz ve arzu nesnesi olarak alımlanması imkânsızdı. Yani vampir ya da şiddet ögeleri dışında da farklı tekniklerle bu eril bakış ( gaze) bakış kırılabiliyor. Tıpkı feminist tiyatrodaki farklı temsil arayışları gibi. Tabii Hollywood gibi devasa bir yapının içinde bunların öne çıkması çok zor ancak şimdilik öteki sinema ya da alternatif sinema bağlamında çalışılabilecek bir konu. Ben gördüğüm belgeselden çok etkilenmiştim. Sonuçta, hem sinemada hem de tiyatroda konu ne kadar ‘’feminist’’ ya da toplumsal cinsiyet farkındalığına yönelik olursa olsun biçimle desteklenmediği noktada bence çalışmıyor ve sistemin içinde kalıyor. Sinemada kameranın gözü çok daha tehlikeli çünkü biz sadece onun gösterdiğini görüyoruz. Tiyatroda ise eşzamanlı dramaturji, farklı mekân kullanımları ya da son yıllarda dijital tekniklerin katkısıyla gözümüz sahnenin istediği yerine odaklanabiliyor ve başka bir şey görme ve yorumlama şansımız var. Bu anlamda tiyatroyu daha özgürlükçü buluyorum. Sinema ise kameranın arkasında hangi ideoloji varsa seyirciyi manipule etme durumu o denli kolay. Hollywood’daki % 94 oranındaki tacizde buna tepki olarak gelişen Me Too hareketi de yapının ne denli eril olduğunun kanıtı gibi. O nedenle ben genellikle hep öteki sinemaya da Avrupalı ya da Asyalı yönetmenlerin filmlerine ilgi duyuyorum. Yani popüler Hollywood filmleri hiç ilgimi çekmiyor. Özellikle İran filmleri bence olağanüstü.
Bu arada Hatırlayamadıklarımız adını verdiğin romanının basılmış olmasına çok sevindim. Bana online olarak tam bitmemiş halini yollamıştın ama ben hâlâ kağıttan okumayı çok seviyorum.Umarım en kısa zamanda okuma şansım olur ve üzerinde yine birlikte düşünürüz.
Yeni yıla yaklaşıyoruz. Her şeye karşın bir umut yine de içimi kaplıyor. Kış soğuklarının ve karanlığının ruhumuzu üşütmemesi dileğiyle burada mektubuma son veriyorum.
Sevgiyle kal
Tijen