Son dördündeki dolunayın yarım yamalak aydınlattığı dar sokaklarda adımlarını gölgelerden esirgeyerek ilerliyordu. Gölgeler, çarpık kentleşmenin yarattığı saçma sapan geometrik şekillerle yolunu kesiyordu. Dar sokakların dar kaldırımları, bazen ilerleyemeyeceği kadar daralıyordu. Zaten yeterince geniş olanlarında arabalar park etmişti. Bunca engelin arasında ilerleyebilmek, sadece adını duyduğu valsi yapmak kadar zordu. Tek isteği kendini az da olsa güvende hissettiği evine gidebilmekti. Bu kadar geç kalmayı sevmiyordu. Her ay daha az kullanmasına rağmen, faturası daha da artan elektrikten ülkece menfaat sağlamamız için yaz saatine çakılıp kalmıştı. Soğuk yakasını kaldırdığı pardösüsünden kendine ısınacak bir yer bulup usulca koynuna giriyordu. Alışkındı. Soğuk da olsa koynunda beslerdi. Daha tehlikeli düşmanları olmuştu. Üçgenle kare arasında kendine bir yer bulmaya çalışan binanın, hırsız girmesin diye konulan demir parmaklıklarının bir tarafının sökülüp yamuk bir şekilde durduğunu gördü. Aldırış etmedi. Ona neydi. Onun derdi gölgelerdi. Aslında gölgeler de değil, karanlıktı koynuna almak istemeyeceği tek şey. Karanlığın ne sakladığını bilemezdin.
Her şeyi içine alıp saklayabilecek bir yüreği vardı belki de karanlığın. Sonra karanlık hakkındaki bu güzellemeden hemen vazgeçti. Karanlık karanlıktı. Aç bir balina gibi koca gövdesinde ışığı bile sindirebilirdi. Ne kadar iyi olduğun fark etmez, karanlık seni de kendi varlığında boğardı.
İzlediği filmlerde hep aydınlık taraf kazanıyordu. Ama gerçekler öyle değildi. İnsan bozulmaya daha teşneydi. Belki de bu filmleri sırf içinde kalan son umut kırıntısını yeşertebilecek bir damla olsun diye izliyordu. Karanlık güçlüydü. Ve onu cazip kılan da buydu. İnsanlar kendinden güçlü olana karşı hep itaat etme eğilimdeydi. Özellikle tanımlayamadıklarında. Güneşe, ateşe hatta aya tapanlar oldu. Bildiği kadarı ile karanlığa tapan bir klan olmamıştı. En azından fiziksel olarak. Oysa en çok da karanlığa taptılar ve hiç bilmediler.
Aydan yansıyan ışık usta bir “hayali” gibi gölgeleri dans ettiriyordu. Önünde muazzam bir gösteri vardı. Karanlığı sevmese de gölgelerin oyununu, bulutları bir şeylere benzetmekten hep daha çok sevmişti. Çocukken, kimi zaman gece yatarken perdeleri bilerek açık bırakırdı. Birçok çocuğun aksine bundan korkmaz, gölgelerin o geceki prömiyerini büyük bir zevkle izlerdi. Her gece farklı bir oyuna en ön sıradan konforlu bir bilet. Bazen bir komedi, bazen ise bir trajedi sergilenirdi. Ama hiçbirinin sonunu göremeden uyuyakalırdı.
Fırtına olmadığı müddetçe karanlıkla tek başına üstesinden gelebilirdi. Ama karanlığın en yakın dostu fırtına. Ah o fırtına. En az karanlık kadar korkutuyordu onu. Sanki dünyayı bile yerinden söküp atacakmış gibi bir hırsla eserdi bazen. İçinde sanki iyileşemeyen bir öfke varmış gibi. Değdiği dokunduğu her şeyi yerinden etmeye, bozmaya, kırmaya ant içmişti sanki.
Bir keresinde konuştu fırtına ile. Nedir bu öfken? dedi. “Öfke değil bu” dedi “tabiatım böyle”.
Evi ile arasındaki engelli parkurda son düzlüğe gelmişti ki arkasında yaklaşan adımları duydu. Önce aklındaki korku tohumlarını başka yere savurmak için derin bir nefes verdi. İşe yaramadı. Korku, kapakları patlamış baraj gibi içine bir anda doldu, boğazına kadar geldi, midesi bulandı. Sokağın ortasına korku kusmak üzereydi. Adımları istemsizce yavaşladı. Duyduğu adımlar da yavaşladı. Sinkaflı bir küfür salladı içinden. Kimseye özel olmayan ortaya karışık bir küfür. İçinde cinsel uzuvların ve eylemlerin yer aldığı.
“Kendine gel” dedi. Bu sefer sesi kendisi duyacak bir fısıltıdaydı. 33 omurgasını sırayla doğrulttu. Arkasına bakmadı. Adımlarını hızlandırdı. Takip eden adımlar da hızlandı. Birkaç saniye sonra artık ikisi de neredeyse koşuyordu. Tek farkla, arkadaki adımların sesleri gitgide yaklaşıyordu. Matematiği iyi değildi ama küçük bir hesapla bile yakalanmasına sadece birkaç saniye kaldığını biliyordu. Amacı neydi. Gasp? Tecavüz? Karındeşen Jack? Beyni onu takip edenden daha çok işkence ediyordu ona. Önüne envai çeşit “başına gelebilecekler menüsü” sunmuştu. Bu menüde parmaklarını tek tek kesip yedirmekten, organlarının satılmasına kadar her türlü şey mevcuttu.
Aniden durdu.
Karşısında yıllarca sokakta kalmanın izleri ile dolu iri yarı bir köpek vardı. Köpek gözlerini ona ve takipçisine doğru dikmişti. Belli ki koşuşturma dikkatini çekmiş ve takip refleksini tetiklemişti. İlk hareket edene saldırmak üzere vücudunu germiş bekliyordu. Gecenin seslerine artık ağzında salyalar akan bir köpek hırıltısı eklenmişti. Sol kulağı belli ki önceki bir sokak kavgasında başka bir köpeğin yemeği olmuştu. Yüzünde derin kavga izleri taşıyordu, bu sokaklarda hayatta kaldım ve bir müddet daha kalmaya devam edeceğim der gibiydi. Ön ayakları ve başı hafif öne eğilmiş bekliyordu. Üç hareketsiz cisim sokağın ortasında birbirilerinin sinirlerini test ediyorlardı. Ve ilk hareket eden kaybedecekti. Köpek hangisinin tehdit olduğunu anlamaya çalışır bir halde ikisinin de hareketlerini inceliyordu.
Arkasındaki adımları tekrar duydu. Tek farkla, bu sefer uzaklaşıyordu.
Çomarın oğlu bobinin beklediği hareket buydu. Sımsıkı kasarak beklettiği bacak kaslarını nihayet hareket ettirebilecekti. Kurulmuş bir yay gibi bıraktı kendini. Ruger Super Blackhawk’tan fırlayan bir kurşun gibi yanından geçerek pardesösünü havalandırdı. Uzaklaşarak koşan ayak sesleri ve dörtnala sesler birbirine karışarak kayboldu. Karanlık yine bir şeyleri yutmuştu. Doyumsuz bir iştahla yutmaya da devam edecekti.
Bir müddet hareketsiz kaldı. Sonra üzerinden ataletini attı. Kalbi az önce vücuduna elindeki tüm adrenalinini boşaltmıştı. Kendini ATLAS gibi hissetti. Dünyayı sırtında taşıyabilirdi.
Gerçi farklı bir şekilde zaten taşıyordu.
O sırada karanlıklar içinden az önce onu kurtaran kahramanı geri döndü. Dili dışarı sarkmış bir şekilde hızlı hızlı soluyordu, ama artık sakinleşmişti. Evine doğru hareket etti. Köpek de onunla beraber adım attı. Duraksadı köpek de duraksadı. Bu hareket birkaç defa aynı şekilde tekrarlandı. Gölgeleri sokak ortasında birbiri ile dans ediyor gibiydi. Bu dansa bir isim verilmeliydi.
Birbirilerini belli bir mesafeden takip ederek yollarına devam ettiler. Göz uçları ile hareketlerini süzüyorlardı. Bir şeyi fark etti, o da karanlıklardan sakınıyordu kendini.
Hatta bu tezini ispatlamak için ışığın uğramak istemediği yerlerden geçti. Evet yolunu az da olsa aydınlanan yerden çizdi. Köpeği kendine yakın hissetti.
Artık eve gelmişti. Diğer sokakların aksine önünde durduğu köhne apartman sokak lambası ile aydınlanıyordu. Apartman kapısının önünde durdu. Anahtarını içi darmadağın olmuş çantasında aramaya başladı. İçinde her şey vardı. Hatta sabah arayıp da bulamadığı tokası şimdi eline geçti. Tokaya bir baktı ve aynı kargaşanın içine geri gönderdi. En sonunda gaybın içinden buldu anahtarları. Bu esnada köpek yanına gelmiş ve oturmuştu. Göz göze geldiler. Bakışmaları birkaç saniye sürdü. Ama bu birbirini anlamaları için yetti.
İkisi de karanlıktan korkuyordu…
İsmail KARAMAN-Haziran-2024