
Hep aynı sabahlara uyandığı ömrünün o gecesi diğerlerinden farklı olacaktı. Keşke bilseydi. En azından önceden hazırlık yapma şansı olurdu. Olacakları rüyalarında bazen görüyordu, duruma hazırlanıyordu, bu kez rüya da görmemişti. Bildiği tek yardım da rüyalarının ara ara çıkmasıydı. Gecenin dördü birden gözlerini açtı, yalnız yaşayanların iyi bildiği kuş uykusunun tadını yeni yeni öğreniyordu. Kabus görmemiş, şimşek çakmamış, telefonu ya da kapı zili çalmamış, susamamış, çişi gelmemiş, deprem de olmamıştı. Alarmının çalmasına henüz üç saat vardı. Bir artı bir evinin oksijenini tek başına tüketmiş olamazdı, zaten kapı eşiklerinde ve pencere pervazlarında hava girebilecek kadar açıklıkları vardı. Dokuzuncu katta oturunca gelip geçen her rüzgara maruz kalıyordu. Derin bir nefes aldı. Yataktan kalktı, bir adım ötedeki bardaktan bir yudum su içti. Evi büyük de, uyandığında mutfağa gitmek zor olurmuş gibi her gece etejerine bir bardak su koyardı. Yüzüne su çarpmak için iki adımda küçücük banyosuna gitti. Yetmedi, balkona çıktı, yükseklik bazen başını döndürdüğü için kollarını balkonun soğuk demirlerine dayadı. Nihayet yıllar sonra kendine başını sokacak bir dört duvar alabildiğine seviniyordu. Küçük bir oda, bir salon, salonun içinde bulaşık bırakamayacağı kadar minik bir mutfak, şişe takılıp alevde kızartılan tavuk gibi dönerek yıkanabileceği duşakabini, çamaşır makinesi ve duvar arasında bacakları kapalı oturabileceği klozeti olan bir banyosu vardı. Binanın güvenliği yoktu. Ailesiyle oturduğu o zemin kattan sonra güvenliğe olan ihtiyacı bitmeyecek gibiydi ta ki kendine aldığı dokuzuncu kattaki daireye kadar. Çelik kapıyı her yerinden kilitledikten sonra tamamdı onun için. Kim çıkabilirdi ki dokuzuncu kata. Çıksa hemen inemeyecek veya yakalanacak diye çıkmayabilirdi.
Balkondan bakınca hayat çok uzak göründü. Ailesiyle yaşadığı zemin kattaki evlerine gelen gidenler, selam veren vermeyenler, yola tüküren insanlar, balkona düşen toplar, araba ve çocuk sesleri birbirine karışırdı. Pencerelerin demirleri vardı diye hırsızlar komşu gibi kapıdan girerdi. Çalacak değerli ne bulurlardı hiç anlamazdı. Annesi her hırsızlıktan sonra, yatılı misafir o sabah evden gitmiş gibi evi köşe bucak temizlerdi. Tecavüz sonrası yıkanmanın arınmaya yararı olmasa da, annesi işte, evi temizler arındırırdı. Gece gündüz çalışma sesini duyduğu asansörü kullanmaları hiç gerekmezdi. Komşular onların evlerinde dinlenir, soluğunu verir, evin temiz havasını derin derin içine çeker, ocakta hep demli bulunan çaydan içer, günlük dertlerini ocağa geri bırakır, asansörlerine biner evlerine giderdi. Ocak belki de o dertleri yakmak için hep açıktı, hazır açık bari çay demleyeyim mi derdi annesi, bilmiyordu. Hoyrat ilişkiler, herkesin en çok kullandığı kat olan zemin kattaki asansöre binmek gibiydi. Çıkılan katlar, o katlarda oturan insan sayısı kadar kullanılırdı, ama en alt kat öyle mi, tüm bina alt katı hem binmek hem inmek için kullanırdı. İlk iki kata çok hırsız girer, çalar çırpardı, hırsızlıkların ardı arkası kesilmediği günlerden birinde alacağı evin üst katlardan olması gerektiğine karar vermişti. Zor bela aldı da. Gücü yetemeyenler alt katlarda oturur, komşular ve hırsızların çalıp çırpmalarıyla büyürdü. Uykusu gelse uyuyamaz, banyo saati rastgele olamaz, canı çay istemese de eşlik etmek zorunda kalınır, çayın yanında ikramlık bir şeyler olmalıdır, yolun ve üst katların silkeledikleri tozlar yüzünden balkon günde iki kez yıkanırdı. Tüm bunlar aklından geçtiğinde daha da derin bir nefes aldı. Evi dardı, rüzgarlıydı, bu yükseklikten kimseyi göremiyor, selam veremiyor, çocuk ve araba sesi duymuyor, balkona ekmek kırıntısı düşmüyor, kuşlar gelip konmuyor ama olsun kaçabilmişti o evden ve yüklerinden. Sabahın dördünün sıkıntısı neydi peki diye düşündü. Erken yaşta çocuk sahibi olan ebeveynler gibi bu sıkıntıyla ne yapacağını bilemiyordu. Sıkıntısı da ergenlik çağı çocuğu gibi, asabi, beklenmedik ve kısa vadede çözümsüzdü. Henüz yeterli deneyime sahip olmadan ders anlatan hocalar gibi teorik kalıyordu bildikleri. Nefes egzersizleri, telkin cümleleri gecenin köründe işe yaramıyordu. Oysa her şey yolundaydı işte. Para kazanan, kimseye bir şey ikram etmesi gerekmeyen, istediği zaman banyo yapabilen, yalnız ve sessizdi. Olgunlaşmamış meyvelerin olduğu dalı yanlış mevsimde budamış, suyu ısınıp hafif tıkladı diye yemek pişti sanmış, ısınmadan spora başlamış olabilirdi. Oysa şimdi annesi olsa ya da araba sesi duysa, hiç olmadı asansör sesi bile gecenin dördünün yoldaşı olabilirdi. Sıkıntısı, deprem sonrası kıyıdan uzaklaşan deniz gibi yaşam enerjisini içinden uzaklaştırmıştı. Okun hedefe gidebilme ihtimalinin yayın gerilmesinden geçtiğini bilmediği gibi deprem sonrası tsunamiyle tüm yaşam enerjisinin büyüyerek ona geri geleceğini de bilmiyordu. Sıkıntısı evine giren ilk hırsızıydı. Gün aydınlandığında evin geniş açıyla fotoğraflarını çekti ve satışa çıkardı. “Anne, bana hala yer var mı evde?” “Aşk olsun kızım, odan duruyor, çayı demliyorum, hadi gel.” Arkadan araba ve asansör sesi duydu, yüzündeki gülümse tanıdıktı. Annesinin çayının suyu kaynarken, afiyetle yiyeceği kendi hayat yemeğinin suyu geç kaynayacaktı.