FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

KİMLİK ve ÖTEKİ ÜZERİNE (1)

KİMLİK ve ÖTEKİ ÜZERİNE (1)

İnsanoğlu yüzyılın son çeyreğinde “farklılığın” “eşitlikten” daha önemli olduğu bir süreçten geçiyor, “evrensel eşitliğe dayalı özgürlük anlayışının” yerini “kimlikler savaşına bıraktığı bir dönemden geçiyoruz. Kültürel, etnik ve cinsel kimlikler, siyasetin önde gelen temaları oldular. Kişiye özgü olan evrensel olanın önüne geçti. Kimi yerde çokkültürlülük, kimi yerde yabancı düşmanlığı veya benmerkezli bir kültürel – etnik duruş biçiminde ortaya çıkan bireysellik evrensel eşitlik düşüncesinin karşısına hemen her yerde kültürel kimliğin üstünlüğü fikrini öne çıkardı. Sınıf eksenli politikalar yerini kimlik etrafında yapılan ateşli tartışmalara bıraktı ve bir siyasal çekim merkezi haline getirildi, *

Küreselleşme kendi karşıtını yerel olanın öne çıkmasını sağlıyor, bu da kimlik ihtiyacının güçlenmesi gibi bir tepkiye yol açıyor.

Eşitsizliklerin egemen olduğu, farklılıklara tahammül edilmeyen toplumlarda çağına ve insanlık değerlerine duyarlı herkes biraz azınlık, biraz sürgündür. Azınlık hakları konusundaki duyarlılık da çoğu zaman bu düşünceden beslenir: evrensel eşitlik düşüncesinden…

Bütün bir gezegen, zevklerimizi, hayallerimizi, davranışlarımızı, yaşam biçimimizi, dünyaya ve kendimize bakışımızı her gün biraz daha değiştiren bir imaj, ses, düşünce ve çeşitli ürün selinin istilası altında.

Dünyalılaşmanın Amerikanlılaşma biçiminde anlaşıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bütün dünya aynı dilin, aynı ekonomik, politik ve sosyal sistemin, aynı yaşam biçiminin, aynı değerler yelpazesinin, yani Amerika Birleşik Devletleri’ninkilerin dayatılması olmayacak mı?

Birbirinden son derece farklı kültürlerden gelen milyarlarca kadın ve erkek Amerikalılar’ı taklit etmek, onlar gibi yemek, onlar gibi giyinmek, onlar gibi konuşup şarkı söylemek için can atıyor; onlar gibi ya da onları kafasında canlandırdığı gibi.

Birtakım dış görünüşlere rağmen “kitleler çağında değil, bireyler çağındayız”. Bu açıdan bakıldığında, insanlık 20. yüzyılda tarihindeki en büyük tehlikelerle karşı karşıya geldikten sonra bunların içinden öngörüldüğünden çok daha iyi bir şekilde çıktı. Kimliğimiz resmi kayıtlarda görünenlerle kesinlikle sınırlı olmayan bir dizi etnik, dinsel, kültürel, sosyal ve siyasal öğeden oluşur. Listeyi daha da uzatmak mümkün: bir köye, bir mahalleye, bir kente, bir aşirete, bir spor takımına ya da meslek kuruluşuna, bir arkadaş grubuna, bir sendikaya, bir işletmeye, bir partiye, bir derneğe, bir okula, aynı tutkuları, aynı cinsel tercihleri, aynı fiziksel özürleri paylaşan ya da aynı zararlı etkilere maruz kalan insan topluluğuna ait olduğumuzu hissedebiliriz.

Bizi biz yapan bu kimliklerimizin farklılığın zenginliğe dönüştürülemediği toplumlarda bir gerilime yol açtığını görürüz. Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Çekoslovakya  ve Doğu Almanya’da yaşananlardan sonra bunlar arasında en öne çıkan kimliklerin etnik ve dinsel kimlikler olduğunu görüyoruz. İnançlarının tehdit altında olduğunu hisseden insanlar arasında bütün kimliklerini özetler gibi görünen şey dinsel aidiyet oluyor. Ama tehdit altında olan anadilleri ve etnik gruplarıysa, o zaman dindaşlarıyla kıyasıya savaşıyorlar.  Uluslar ve etnik gruplar için kalıp yargılarımız da kimlikler ve etnik gruplar arasındaki çatışmayı sürdürmemize yol açıyor: “Sırplar katliam yaptı”, “İngilizler yağmaladı”, “Yahudiler el koydu”, “Araplar reddediyor”, ya da halklara “çalışkan”, “becerikli”, “tembel”, “sinsi”, “kibirli” gibi farklı özellikler yakıştırırız. Ya da karşımızdakini sadece şivesi yüzünden bile öteki haline getiririz.  Oysa kimlik “yamalı bohça değildir, gergin bir tuval üzerine çizilen bir desendir; tek bir aidiyete dokunulmaya görsün, sarsılan bütün bir kişilik olacaktır.”**

Kimlik bazen “sahte dost”a dönüşür. Zalim ile mazlum arasında bazen çok ince bir tül bulunur. Her türlü iktidarla hesaplaşmak isteyenler bazen bunlardan sadece birine sahip olmaları durumunda tirana dönebilirler. Düne kadar kaşı çıktıkları kişilere benzeyenler çıkabilir. Erkin demokratik bir şekilde dağıtılması gerektiğine inananlar arasında bile “otorite sevdalıları” çıkabilir. Kimlik belirtimi de bir iktidar talebine dönüşebilir. Bir haksızlığı kınarız, zulüm gören bir halkın haklarını savunuruz ve ertesi gün kendimizi bir katliamın suç ortakları olarak buluruz.

Toplumun en zayıf bireyi bile yıkıcı bir nitelik taşıyabilir. Birine karşı düşmanlık ya da küçümseme sergilediğinizde, onu sertleşmeye, içine kapanmaya itecek bir saldırı olarak değerlendirilecek ve yanlışlarını düzeltmeye güçlükle yöneltecektir; tersine, birine sadece görünüşte değil ama içten ve karşı taraftan da öyle algılanacak bir dostluk, sempati ve saygı gösterdiğinizde, onun eleştirilebilir gördüğünüz yanlarını eleştirmeye hak kazanırken, sizi dinlemesi için de biraz şansınız olabilir.

 

Eğer kimlikler arasında bir çatışma varsa etnik ve dinsel aidiyetin ulusal aidiyetle yer değiştirebilir. Amin Maalouf’un şu sorularının yanıtlarını bulmamız gerekiyor:  “Yugoslavyalı bir Müslüman’ın günün birinde Yugoslav olduğunu söylemekten vazgeçip her şeyden önce Müslümanlığını ortaya koyması nereden kaynaklanıyor? Nasıl oluyor da Rusya’da yaşamı boyunca kendini her şeyden önce proleter olarak gören bir Yahudi, bir gün her şeyden önce Yahudi olduğunu kavramaya başlıyor?”***

Aslında bizler çağdaşlarımıza atalarımıza olduğumuzdan daha fazla yakınız.  Entelektüel duyarlılıklar ya da temel insanlık değerleri konusunda ortak şeyler düşündüğümüz bir İtalyan, bir Fransız ya da bir İsrailli bize büyükbabamızdan daha yakın gelebilir. Bütün  kimliklerimizi ortak olsa bile sadece kişilik farklılıklarımızdan dolayı tüm yaşamı bizimle aynı coğrafyada geçen birinden farklı duyarlılıklara sahip olabiliriz. Bu da bizi ötekileştirir, başkalarına yakınlaştırır.

Maalouf, kimlik konusunda yatay ve dikey mirastan söz ediyor. Dikey olanı bize atalarımızdan, halkımızın geleneklerinden, ait olduğumuz dini cemaatten gelirken; yatay olanı ise çağımızdan, çağdaşlarımızdan gelen değerler biçiminde tanımlıyor.  Biz “yatay” mirasımızla değil, ötekiyle daha çok öne çıkıyoruz. Birey kendi kimliğini grupla özdeşleşerek hazırlar. Bir topluluğa ait olmak, bireyin kendi kimliği hakkında bilgi edinmesini sağlar. O halde her bireyin kimliği onun grubunda yarattığı saygınlığa ve bu grubun diğer gruplar karşısındaki konumuna bağlıdır. Ait olunan grup ile “ötekiler, diğerleri ve başkaları” arasında görülen kuvvetli farklılaşma, kendi olumlu kimliğini dayatmaya yol açıyor. Bir gruba ait olmak kişide güvenlik ve gurur duygusu yaratıyor. Ait olduğumuz grubun diğer gruplar karşısında üstünlüğünün açıklanması, bireylerin kişisel rekabetten “kolektif düşmanlığa” geçmelerine yol açıyor.

  1. Sherif, O. Harvey ve B. J. White, W. R. Wood ve C. Sherif’in “Gruplararası Çatış ma ve İşbirliği” adını taşıyan sosyolojik çalışmalarında bir grupla özdeşleşme ihtiyacının ve grubun diğer grupla rekabete girmesinin bile düşmanlık tohumları ekmeye yeterli olduğunu ortaya çıkardılar. Bu konu ile ilgili gerçekleştirdikleri bir deneyde 1967 yılında aynı toplumsal çevreden gelen 24 ergen katılımcının yer aldığı bir yaz kampı düzenlediler. Grup üyelerinin hiçbir kişisel bozukluğu olmadığı belirtiliyor. İlk başta toplu grupta sempatiye dayanan ilişkiler kurulmuş, ikinci evrede ergenler iki gruba ayrılarak dağıtılmış ve başlangıçta oluşturulan arkadaşlık ilişkilerinin bozulması için sistematik bir çalışma gerçekleştirilmiş. Her birim diğerinden ayrılarak kendi kampında örgütlenmiş. Denekler yeni grup oluşturarak onunla özdeşleşmişler; diğer bir gruptaki bireylere karşı ilk aşamada duydukları sempatiyi unuttukları gözlenmiş. Her iki grupta bağlılık işaretleri belirmiş, toplanma naraları, grup şarkısı, kendiliğinden gruba ad bulma. Sorumlular iki grup arasında yarışma düzenleyince ve birinin galibiyeti kaçınılmaz olarak diğerinin mağlubiyetini getirince düşmanlık büyümüş, hakaretler, kışkırtmalar ve kavgalar yaşanmış. Bu aşamadan sonra çeşitli yollarla (dostça buluşmalar, ortak yemek, sinema) gerilim azaltılmaya çalışılmış. Gruplardan tek başlarına gerçekleştiremeyeceği, diğer grupla mutlaka ortak tavır geliştirmesi gereken bir görevi yerine getirmeleri istendiğinde düşmanlığın azaldığı ve işbirliği fikrinin öne çıktığı saptanmış.****

Alain Touraine, günümüzde ulusal ve uluslararası ilişkilerde önemli bir gerilim odağını oluşturan kimlik sorununa “Modernliğin Eleştirisi” adlı yapıtında ayrıntılarıyla değinerek bu alana ilişkin şu tespitleri yapmaktadır:

 

“Yalnızca dış ülkelerden gelen bir tehdide karşı çıkmak ve herhangi bir toplumsal düzene bağlılıkla tanımlanan bir kimlik iddiası, kültürel geleneklerin doğasıyla çelişir. Bu türden bir iddia, tersine kendilerini evrenselle özdeşleştirmeye eğilimli olan egemen gruplardan çok, egemenlik altında olanlarda karşımıza çıkar. Kendilerini tehdit altında hissedenler, bireysel ya da kolektif yükselme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmış olanlar, yaratıcısı olmaktan çok emanetçisi oldukları aktarılmış bir kimliğin içinde taşlaşıp kalırlar. Bu kimlik iddiası yapaydır.”*****

 

Sovyetler ve Doğu Blokunda yaşanan değişikliklerden sonra toplumsal aidiyet ve kimlik duygusu zedelenen yığınların tercihlerini büyük ölçüde dinden yana yapmış olması, bütün din dışı tutumlarla ve bunun somut ifade tarzı olan akılcılaşmayla dinsel yaklaşımlar arasındaki ilişkinin sorgulanmasını gerektirmektedir. Bu iki temel ayrım noktasına dikkat çeken Touraine şunları ifade etmektedir:

 

“… Teknikle din arasındaki doğrudan çatışma çok daha önemli bir başka şeyi akılcılaşma ile Özne’nin iki yüzünün, yani kişisel özgürlük ve topluluğun birbirine bağımlı olduğunu gözlerden saklamamalıdır… Yalnızca akılcılaşmış bir toplum Özne’yi yıkar, özgünlüğünü bozarak piyasada tüketicilere sunulan tercihlere indirger, dinsel bir toplum da kendi kendisini soluksuz bırakır, teokratik ya da milliyetçi bir despotluğa dönüşür.”******

 

DİPNOTLAR

 

*Laclau, Ernesto: “Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme”, Çeviren Ertuğrul Başer, Birikim Yayınları, İstanbul 2003, s. 9

**Maalouf, Amin: “Ölümcül Kimlikler”, çeviren: Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s. 27

***Maalouf, age. s. 75

****Schnapper, Dominique: “Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki ile İlişki”, Çeviren: Ayşegül Sönmezay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1 Baskı, İstanbul 2005, s. 151-152.

*****Touraine, Alain: “Modernliğin Eleştirisi”, çev: Hülya Tufan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1994, s. 334-335

******Touraine, age., s. 337.

Picture of Celal İnal

Celal İnal

Tüm Yazıları