KÜLTÜR ve KİMLİK
Avrupalının kültüre yönelik açıklamalarının ve uygarlığının geri planında neler olup bittiğini anlamak için şu kavramların açıklanmasına gereksinim duyulmaktadır: Yunan, Roma, Musevilik ve din.
Çünkü Avrupalı uygarlığın kökenlerine ilişkin pek çok sorunun yanıtı bu kavramların ardında saklıdır. T. S. Eliot, “Kültürün Tanımlanmasına Doğru Notlar”da din’in kültürel yapılanma içindeki yerine dikkat çekerek; “Dinsel biçimlenme, aynı zamanda kültürel bir biçimlenmedir de.”* demektedir.
Kültür ve sanat kavramlarını temel alan yazıların, araştırmaların temel problemi, kavramlar üzerinde herkesçe kabul gören tek ve bir terminoloji yerine aynı kavrama denk getirilen birden fazla karşılıktır. Bu durum söz konusu “kültür” olunca da aynen geçerlidir. Hacettepe ve Anadolu üniversitelerinde sanat felsefesi, sanat psikolojisi, estetik ve kültür üzerine dersler veren Sıtkı Erinç, kültürü şöyle tanımlamaktadır:
“Kültür, insan için, insanlar tarafından hatta kimi insana rağmen yaratılmış, bulunmuş her şeydir. Algılayabildiğimiz, kavrayabildiğimiz, düşünebildiğimiz her şey… Bir başka deyişle insanoğlunun kendi için, kendi mutluluğu, rahatı ve potansiyel güçler adına kendinin var ettiği ve var edebildiği her şeydir.”**
Uluslararası ve kültürlerarası ilişkilerin geliştirilmesinde ve yeni bir birlik anlayışının yaşama geçirilebilmesinde kültürel farklılıkların göz önünde bulundurulması gerekir. Sanatsal yaratma ve sanat yapıtı, değişik süreçlerden etkilenir. Nasıl ki dünya tarihi konusunda bütün ulusların üzerinde uzlaştığı tek bir referanstan söz edilemiyorsa, tek bir kültür tanımı da yoktur. Birden fazla kaynaktan beslenen kültür, doğal olarak biçimlendiği kaynakla adlandırılarak farklı nitelikler kazanır. Erinç, bu süreçleri şöyle tanımlamaktadır.
“Özne, ürün bağlamında kültür üç sınıf içinde kendini gösterir. Bu tür bir sınıflama sonunda da kültür, üç ayrı etkinlik alanı anlamında ortaya çıkar: a) Bireysel kültür b) Yöresel ya da ulusal kültür c) Evrensel kültür.”***
Ulus-devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte daha fazla önem kazanan kimlik konusu, tanıklık ettiği savaşlar ve büyük felaketlerin ardından insanları ve toplulukları hem birbirine yakınlaştırdı hem de büyük çaplı can ve mal kaybıyla sonuçlanan savaşlara yol açtı. Post endüstriyel toplumlarda ulusal kimliğin artık yalnız başına yetmediğine tanık oluyoruz. Yeni alt ve üst kimlik arayışlarının ortaya çıktığı bu dönemde kimlik konusu birden fazla değişkenle ele alınması gereken bir konu olmaya başlamıştır. Yeryüzü bir taraftan bilişim teknolojisinin sunduğu yeni olanaklarla küreselleşmeye ve ortak insanlık idealinin ve değerlerinin savunulmaya başlandığı bir döneme girerken diğer yandan da insanoğlu etnik ve dinsel taleplerin öne çıkarıldığı yeni çatışma alanlarıyla bir tür etnik temizliği amaçlayanlarla mazlumları arasındaki iktidar mücadelelerinin sürdüğü insanlık dışı bir döneme giriyor.
Morin, çokkültürlü ve çok kimlikli Avrupa’yı şöyle tanımlıyor:
“Her kimlik gibi Avrupa kimliği çok sayıda kimlikten yalnızca biri, çok kimlikliliğin bir öğesidir. Kimliğin her zaman unitas multiplex (çoklu kimlik) olduğunu unutarak tek ve bölünmez olduğu yanılsamasına düşüyoruz. Aslında hepimizin biri aile kimliğimiz, biri yerel kimliğimiz, biri bölgesel kimliğimiz, biri ulusal kimliğimiz, biri ulus aşırı kimliğimiz (Slav, Cermen, Latin) ve yerine göre bağlı olduğumuz inanç ya da doktrinle belirlenen bir başka kimliğimiz olmak üzere birden çok kimliği vardır.” “****
Toplumu plastik bir hamur gibi algılayıp ona biçim vermeye çalışanlar Aristo’nun doğayı anlayabilmek ve dönüştürebilmek için kullandığı şu yöntemi (doğa önce sınıflandırılarak anlaşılacak, bilinecek, bilinince korkulmayacak yani ona egemen olunacaktı.) toplum için uyarlamaya eğilimli bir biçim aldılar. Bu yaklaşıma göre insanlar üretim sürecindeki konumuna göre, güçlerine ve varlıklarına, inançlarına, renklerine, cinslerine, ırklarına göre sınıflandırılabiliyor. Her sınıflamanın da bir tanımı var. Ve her birey ancak bu tanımlanmış bir “kimlik” içinde kendini tanımlayabiliyor ve kendini o kimliğe ait hissedebiliyordu. Her kimlik belirtimi de kendisi dışında kalanları “ötekiler”, “başkaları” ya da “diğerleri” biçiminde dışlayan bir nitelik taşıyordu.
Gerek ahlaki değerler gerek inanç gerekse de kültürel, sosyal ve sınıfsal farklılıklar da devreye girince “biz”ler dosta, bütün “ötekiler” de düşmana dönüşüyor, Öteki’ni yok etmeye, Öteki’ne egemen olmaya çalışanlar insanlığın yıkımına yol açan savaşları meşru göstermeye çalıştı. Bu savaş ne yazık ki farklı isimler altında bugün de devam ediyor. Başta bir zenginlik olarak anılması gereken kimlikler birbirleri ve öteki ile girdiği barbar ve akıldışı niteliği yüzünden mezarlarımız haline geliyor. *****
SONUÇ
Halk evleri ve köy enstitülerinin kapatılması Türkiye’nin modernleşme girişimine büyük zarar vermiş, bu da kırsal alanın modern dünyaya eklemlenmek yerine ya tarıma destek vermek iddiası ile potansiyel seçmenini yitirmek istemeyen merkez sağ partileri, ya da inanç eksenli partileri desteklemesine yol açmıştır.
Kürt sorununun bölücülük, başörtüsü probleminin ise irtica bağlamında ele alınması kimliğe ilişkin sorunlara çözüm aramayı en başından imkânsız kılıyor. Cumhuriyetin ötekileri olarak kabul edilebilecek Kürtlerin ve irticacı olarak nitelenen politik İslam’ın dışında kabul edilip ötekileştirilen Aleviliğin bugün kendilerini tanımlayan kimlik kalıplarıyla ifade edemediği, bu anlamda baskı gördüğü vakadır. ******
Etnik, kültürel ve dinsel çeşitliliği doyasıya yaşayanlar, farklı toplumlar, farklı kültürler arasında köprü görevi üstlenecek ve içinde yaşadıkları toplumda bir çeşit “çimento” rolü oynayacaklardır. Yeni toplum ve ortak kimlik arayışları hem dinsel motifler içeren çevrelerin hem de akılcılaşmayı temel alan din dışı çevrelerin varlığını ve kültürel kimliklerini güvence altına almalıdır.
Pandaların ya da gergedanların soyunun tükenmesini önleme konusunda gösterdiğimiz inançla, kaybolma tehdidi altındaki bir dil için entelektüel açıdan ve maddi açıdan seferber olmaya hazır olduğumuzda, kültürel çeşitlilik savaşı kazanılacaktır. Çünkü bir insanı diline bağlayan göbek bağını koparmaya çalışmak kadar tehlikeli bir şey yoktur. Koparıldığı ya da ağır biçimde zedelendiğinde bu bir felaket halinde bütün bir kişilikte yankılanıyor. Cezayir’i kana boğan fanatizm, dinden çok daha fazla dille ilgili bir hoşnutsuzlukla açıklanabilir.
“Tek bir göreve talip iki aday arasından en yeteneklinin değil de bağlı olduğu cemaatte o mevkide ‘hak sahibi’ olan kişinin seçildiği bu aptalca sisteme karşı gençliğimde sık sık sesimi yükseltmişimdir” diyor Maalouf.
Her birimiz kendi çeşitliliğini üstlenmeye, kimliğini en üst aidiyet konumuna yükseltilmiş ve dışlanma aracı bazen de savaş aleti haline getirilmiş tek bir aidiyetle eritmek yerine, çeşitli aidiyetlerin toplamı gibi algılamaya çalışmalıyız.
DİPNOTLAR
* Elliot, T. S.: “Notes Towards the Definition of Culture, London, 1948, p. 28’den aktaran Mowat, Robin: “Historical Aspects of Europe’s Cultural Identity” in “Collection Europe – Cultures: “Action de la Communatue dans le Monde et Identite Culturelle Europeenne”, Institut Robert Schuman pour L’Europe, Volume 3. Chantilly Cedex. P. 32
** Erinç, M. Sıtkı: “Kültür Sanat Sanat Kültür, Çınar Yayınları, Zafer Matbaası, İstanbul, 1995, s. 10
***Erinç, age, s. 11.
**** Morin, Edgar: “Avrupayı Düşünmek”, Çev: Şirin Tekeli, Afa Yayınları, İstanbul, 1995. s. 213
*****Çetinkaya, Hüsamettin: “Umutlarımızın Celladı Kimliklerimiz”, Bilim Sanat Yayınevi, Ankara 1995. s. 142.
****** Özşahin, M. Cüneyt: “Ulus, Kimlik ve Modernlik”, Radikal Gazetesi Radikal İki Eki, 23 Nisan 2006, s.3