FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Koli

Koli

Sarsıntı eşliğinde gelen motor sesi arasında yarı uykulu geçirdi geceyi. Güneş, koridorun solundaki koltuklarda uyuyan baba ve oğulun birbirine yaslanmış bedenlerini aydınlatıyordu. Yirmi iki saattir aynı çürük yumurta kokusunun nedeni, babanın soluk kahverengi tişörtündeki usta ressamın fırçasından çıkmış dalga deseni gibi duran teriydi. Motor sesine bir otobüs dolusu insan ve uzaktan gelen radyo sesi karışıyordu. 

Gece avlanan hayvanlar gibi güneş yüzünü gösterdiğinde derin uykuya dalmıştı. Çorak topraklarda rüzgarla ilerleyen, büyümek için bir ağaca savrulmayı bekleyen ökse otuydu rüyalarında gördüğü. Yaşı ilerledikçe, sertleşen rüzgar ve büyüyen ökse otu dışında, toprak, ağaç ve tepenin olduğu manzara rüyalarında aynıydı. Yatılı okula verilmeden önce ailesiyle birlikte izlediği son belgeselde görmüştü o otu. Uçuşan çalı topağına benziyordu ama değildi. Uyku öncesi huysuzlaşan, sıklıkla ayağı takılıp yere kapaklanan iki yaş çocuğu gibi yerinde duramıyordu ki görsün. Görüntüyü dondurmak ve büyütmek de mümkün değildi. Topa benzeyen çalı parçacığının ağaçtan kopuşu ağacı üzer mi diye düşündüğünde on iki yaşındaydı. Derin uykusunun son rüyasından, radyodaki tanıdık şarkıyla uyandı. Uyandığında, boynundan düşürmediği fotoğraf makinesinin yerinde olması ona derin bir nefes aldırmıştı. Her yolculuğunda, uçan balonu elinden kaçmasın diye bileğine bağlanan çocuk gibi makinesi boynunda uyurdu. Çocukluğundan beri istediği o ilk makinesini yatılı okula bırakılmak üzere giderken babası hediye etmişti. Çektiği ilk fotoğraf, yurtta ortak kullandıkları tuvalette, yaşlarıyla buğulanmış kendi gözleri olmuştu. 

Muavinin anonsuyla irkildi. Yarım saatlik molada çiş, çay, sigara, yemek, ihtiyaç ne varsa giderilecekti. Gidereceği hiçbir ihtiyacı yoktu. Yan koltuğundaki kadın o uyurken inmiş olmalı diye düşündü. Ayakkabılarını çıkarttı, ayaklarını yan koltuğa uzattı. Ayağına dar gelen ayakkabıları iki yıl önce ölen annesinden yadigardı. Her yolculuğunda, uçları solmuş, artık boya tutmayan, küçük tokalı kahverengi yadigarları giyerdi. Nasır tutmuş, topukları su toplamış ayaklarının sızısını görecek kimse yoktu otobüste. Sıkışmış, yerlerinden uzaklaşmış damarları ve yumuşak dokuları eski halini almaya çalıştıkça sızısına kaşıntı eşlik ediyordu. 

Soldaki perona mola için bir otobüs yanaşmıştı. Daha durmadan yolcuların çoğu ayağa kalkmıştı. Ayaktakiler en yakınlarındaki kapılara gözlerini dikmiş inmeyi bekliyorlardı. Kadınlar, küçük çocuklarını kucaklamaya çalışıyor, erkekler gömlek ceplerinden sigara paketlerini çıkarıyor, biri saçlarını düzeltiyor, diğeri pantolonun ceplerinde çakmağını arıyordu. Kapılara dayanan merdivenlerdeki kalabalık, saatlerdir ayakkabı içinde duran ayaklar gibiydi. Otobüsün sadece ön kapısı açıldı. Homurdanan insan sesleri oturduğu koltuğa kadar ulaşmıştı. Arkadakiler ön kapıya yaklaşmaya zorladıkça koridordaki sıkışıklık artıyordu. Sadece kadınlar kucaklarındaki çocuklarıyla tekrar yerlerine oturdular. Taşınırken üzerinde kırılacak yazan koliler de evden en son çıkarılırlardı. 

Doğuya yaptığı iş seyahatlerinden birinde, hafif rüzgarlı bir günde eline geçirmeye başardığı ökse otunun fotoğrafını çekmişti. Eskitilmiş toprak rengindeki çerçevesinin içinde hapsettiği otu kırılacaklar kolisinin en üstüne yerleştirmişti ve bu koli evden en son çıkmıştı. Eşyaları, yaşayacağı yeni şehrine vardıktan üç saat sonra gelecekti. Boşandıktan sonra aynı şehirde kalmak istememişti. Ülkenin önemli gündemlerini fotoğraflarıyla haber yaparken bir çok şehri görmüştü ama en çok orayı sevmişti. Gördüğü en güzel gözlü çocuklar oradaydı ve sayıları gün geçtikçe artıyordu. O seyahatinde refüjün ortasında ayakkabısız, kırmızı ışıkta duran arabaların arasında para dilenen annesini bekleyen, kıvırcık sarı püsküllerin arkasından ona bakan, derin, parlak, neşeli iki yeşil boncuğun fotoğrafını çekmişti. Kırmızı ışık çoktan yeşil ışığa dönmüş, arkada geçmeyi bekleyen araçların korna sesleri yeşil boncukların derinliklerinde yankılanıyor ancak o sadece ard arda bastığı deklanşörün sesini duyuyordu. Ökse otu ilk kez yeşillikler arasında ilerliyor, rüzgarda tutunmak için en parlak yeşil ağacı arıyordu. Çocuğun annesinin sırtına değen eliyle irkilmişti. Aynı el gözlerin ederini almak için önünde açılmış, duyduğu sabırsız korna sesleriyle sağ cebinde ne kadar para varsa vermişti.

Otobüste bir dalgalanma hissetti. Ayaklarındaki sızı yeni geçmişti. Yolcular ağır ağır geri biniyor, en yavaş hareketleriyle koltuklarına yerleşmeye çalışıyordu. Önce kadınlar binmiş, kucaklarında çocuklarıyla pencere kenarındaki koltuklarına yerleşmişlerdi. Telefonu çaldı. Arayan nakliye şirketinin şoförüydü. İki arkadaş yola çıktıklarını, gece uyumadan yol aldıklarını ve verdiği adrese vardıklarını söyledi. Saatine baktı, henüz iki saatlik yolu vardı. Eşyalarını o varamadan evine bırakacaklardı. “Üzerinde kırılacak yazan koliye dikkat edin, ilk onu çıkarın, arka odaya koyun.”dedi. 

Funda Sevencan

Funda Sevencan

Tüm Yazıları