
KOMİSER BEHLÜL
Üç kişi arasında geçen ve nasıl sonuçlanacağı belli olmayan dramatik bir sahne. Bir eliyle kızı belinden kavramış, diğer elinde tuttuğu bıçağı kızın gırtlağına dayamış bir tecavüzcü; hırpalanmış, saçı başı birbirine karışmış, giysileri paramparça, güzel yüzünde belirgin darbe izleri taşıyan kurban ve iki eliyle, biraz da polisiye dizilerdeki çakma komiserlere özenerek, kabzasından kavradığı beylik tabancasını tacizciye yöneltmiş polis komiseri.
“Kızı bırak teslim ol! Kaçış yolun yok!” diye bağırıyor komiser kararlı ve tok bir sesle.
“Bırakmam! Defolun gidin, Güher benimdir… Ben onu seviyorum o da beni seviyor!” diye karşılık veriyor, tecavüzcü panik halinde.
Ağzı bantlı kızın ise gözlerinden dehşet okunuyor.
“Ne olur beni kurtarın. Bani bu katilin elinde bırakmayın,” diye yalvarır gibi…
Bir an Komiserin düşüncesi gerilere gidiyor, polis olmaya karar vermesinin altında yatan trajik bir olaya. Evleri, Kürt Mahallesi de denilen aşağı mahallenin hemen girişinde ana cadde üzerinde tek katlı kerpiç bir binaydı. Çok güzel bir komşu kızları vardı. Adı Güher. Kocaman bir bahçeleri vardı. Nefis sulu kayısılar olurdu Güher ablaların bahçesinde. Kendi bahçelerinde de kaysı ağaçları vardı, ama her nedense Güher ablalarınki kadar tatlı değildi. Belki de tatlıydı da komşunun olduğu için Güher ablalarınki ona daha tatlı geliyordu. Behlül’ü çok severdi Güher ablası. Her zaman elinden tutup bahçelerine götürür, bahçenin ortasındaki çeşmede elini yüzünü yıkar, sonra kucağına oturtup önüne o güzelim kayısı, vişne ve dut dolu bir tabak koyardı. O önüne konulan meyveleri iştahla yerken Güher abla da onunla tatlı tatlı konuşup saçlarını okşardı. Çok uzadığı zaman da makasla keserdi yanlardan. Ona hep “senin gibi güzel ve akıllı bir oğlum olmasını isterim” derdi.
O acıklı olay meydana geldiğinde Behlül dört beş yaşlarındaydı. Sabah erkenden kalkmış, yatağına ıslatmamak için kendini aceleyle dışarı atmıştı. Çükünü çıkarıp evin önünden akan kanala tatlı tatlı işerken hemen evlerinin önündeki yabani ağaçlarla kaplı dereden, çalılıkların arasından Güher ablanın emekleyerek çıktığını gördü. Halinde bir tuhaflık vardı. Entarisi paramparçaydı. Gözü şişmiş mosmordu. Dudakları da öyle… Her zaman taralı saçları birbirine karımıştı. Bacaklarını sürüyerek yürüyordu.
Behlül, Güher ablasının başına kötü şeyler geldiğini hemen anladı. Karşıya koşup elinden tuttu. Yolu geçmesine yardım etti. Bahçe kapısına vardıklarında anası Zeynep teyzenin saçını başını yolarak onlara doğru koştuğunu gördü. “Ah benim melek kızım! Kim, hangi cani sana bunu reva gördü… Sana kalkan eller neden kırılmaz! Ne oldu kim yaptı bu kötülükleri sana!” diye dizini dövüyordu. Sonra gürültüye babası Ali amca çıktı pijama ile, arkasından ilkokula başlayan küçük kardeşi, ablasına sarılıp ağlamaya başladı. Kızı içeri aldılar. Gürültüye komşu kadınlar bu arada Behlül’ün anası Cihan da koşup geldiler. Behlül ilk defa o günlerde, anlamlarını çok sonra öğreneceği ve Güher ablasını bu hale getirenlere karşı çocuk kalbinde duyduğu öfkeyi bir kat daha artıracak, ağızdan ağıza dolaşan: “tecavüz etmek”, “ırza geçmek” fiillerini duyacaktı.
Behlül, Güher ablasının bir an önce iyileşip eski mutlu günlerine kavuşmasını sabırsızlıkla beklerken bir sabah Güher’in cansız vücudunu ahırın tavanından indirdiklerini duyduğunda dünyası yıkılacak ve bu haber çocuk ruhunda belki de tüm hayatını etkileyecek derin bir yara açacaktı. Günlerce ablasının yasını tuttu. Belki gördüklerim bir rüyaydı diyerek, sabah erkenden kalkar kalkmaz bahçe duvarına tırmanıp, her zamanki gibi Güher ablayı çeşmede elini yüzünü yıkarken görmeyi ümit etti. Kimseyi görmeyince duvarın dibine çöküp ağladı.
Bu çocuk Behlül’ün karşılaştığı ilk kayıp, ilk ayrılıktı ve en yaralayıcı olarak kaldı. Daha sonrakilerin hiçbiri aynı acıyı vermedi. Sahibinin haber vermeden aniden kaybolmasına bir türlü anlam veremeyen köpek yavrusu gibi günlerce somurtkan, burnu öne düşmüş ne yaptığını bilmeden kalbindeki derin yarayla dolandı durdu. Behlül bu olay etrafında sık sık duyduğu, polis, jandarma, ihbar, şikâyet, karakol,

savcı, hâkim gibi kelimeler üzerinde uzun zaman düşündü. Ancak okula başladığında bu kelimelerin anlamını kavrayıp Güher ablasının başına gelenlerin tam bir resmini çıkaracaktı. Birileri Güher ablayı kaçırıp zorla ırzına geçerek suç işlemişti. Güher abla, o zamanlar kasabada polis yoktu, jandarmaya gidip suç duyurusunda bulunacaktı. Jandarma gidip suçluyu bulup getirip karakola kapatacaktı, sonra savcı gelip ifadesini alıp olayı mahkemeye havale edecekti ve mahkeme de suçlunun cezasını verecekti. Ama Güher abla olayında bunların hiçbiri olmamıştı. Kulaktan kulağa dolaşan fısıltıya göre bu, kasabanın azılı kabadayısı Katil Remzi’nin işiydi. Remzi bir kiralık katildi. Yörenin önde gelen zenginlerine bu yolda hizmetleri olmuştu, onların koruması altındaydı. Şikâyet etseler bile mahkûm olmayacağını biliyorlardı. Bir de mahkemelerde sürünerek dillere düşmek de vardı. Zaten kız kimsenin adını vermemişti. Büyük bir ihtimalle Katil Remzi susması için tehdit de etmişti.
Büyük şehirlerde yaşamış Simsar Fikret’in bir sözü gelip kulağına takılmıştı Behlül’ün, “Eğer kasabamızda polis teşkilatı olsaydı bu gibi olaylar meydana gelmezdi.” Demek polis bu gibi olayları önleyebilirdi. Behlül bunu duyduğu andan itibaren büyüyünce polis olmaya karar verdi. O ana kadar canlı tek bir polis görmediği, polisin itibarının yerlerde süründüğü, karakolların birer işkence merkezi olduğu, duvarlarında “Burada Allah Yoktur” yazıldığı yolunda söylentilerin ağızdan ağıza dolaştığı bir devirde küçük Behlül’ün her sorulduğunda inatla “Ben büyüyünce polis olacağım” demesini çoğu kimse yadırgadı, çocuk merakı diye gülüp geçti. Ama o kararlıydı büyüyünce polis olacaktı. Ergenlik çağına girdiğinde yaşıtlarının her biri, ünlü bir oyuncuyu, futbolcuyu, şarkıcıyı kendisine idol seçip tepeden tırnağa onları taklit ederken bile Behlül, renkli bir dergiden kesip çıkardığı ve hep cebinde taşıdığı rastgele bir polis resmine hiç ihanet etmedi. Büyüyüp polis oldu. O polis akademisini bitirdiği yıl kasabalarında polis teşkilatı yeni kurulmuştu. Sınavla komiser alınacaktı. Behlül hemen başvurdu. Kasaba olağanüstü hâl koşullarının hüküm sürdüğü bölge içindeydi. Kendisinden başka aday çıkmayınca sınavsız, doğrudan göreve atandı.
O göreve başladığında Katil Remzi artık yaşayanlar arasında değildi. Uçkuruna sahip olamayan katilin cezasını Tanrı kesmişti. Frengi hastalığı kapmış, vücudu günbegün çürüyerek acılar içinde can vermişti. Fakat Behlül’ün ırz düşmanı tacizcilere karşı nefreti hiç dinmedi. Aradan geçen beş yıl boyunca bu anı kollamıştı. Güher ablasının öcünü alma zamanıydı.
Yeniden tecavüzcüye döndü. Kasketini iyice aşağı indirmiş, gözleri gölgesinde kalmıştı. Fakat deli gibi sağa sola döndüğünü anlamak zor değildi. Sarkık bıyıkları altında kalan dudaklarının görünen kısmı yay gibi gergindi. Kızın, çiçekli pazen entarisi sağ bacağını olduğu gibi ortaya koyacak şekilde boydan boya yırtılmıştı. Yakası paramparçaydı. Komiserin gözü bir an entarinin yırtık yakasından fırladı fırlayacak dolgun göğsüne kaydı. İçinden şeytana lanet okudu. Kendini toparlayıp yeniden tacizciyi kızı bırakması için uyardı,
“Son kez uyarıyorum, kızı bırak teslim ol!” Tecavüzcünün yanıtı kızı daha sıkı belinden kavrayıp gırtlağına dayadığı bıçağı bastırmak oldu. Bıçağın ağzından kan sızdığını gören komiser daha fazla beklemedi tetiğe bastı. Tecavüzcü alnının ortasından yediği kurşunla sarsılıp sırtüstü yere uzandı.

Ertesi günü gazetelerin, televizyonların magazin sayfaları bu olayla çalkalanıyordu. Hemen hepsinin de ortak başlığı: “ÜNLÜ KARAKTER OYUNCUSU KAAN TIRPAN BU KEZ GERÇEKTEN ÖLDÜRÜLDÜ. Haberin ayrıntıları şöyleydi. Olay ünlü yönetmen Ercan “Şaan” Tarcan’ın çekmekte olduğu “Karlı Dağın Kurtları” filmindeki bir tecavüz sahnesi çekimi sırasında meydana geldi. Öğrenildiğine göre, yönetmenin ortaokuldan arkadaşı Komiser Behlül Al çocukluğunda şahit olduğu bir tecavüz olayını, elinden geldiğince senaryolaştırarak yönetmen arkadaşına göndermiş. O da hikâyeyi çok beğenmiş. Komiseri İstanbul’a çağırmış. Bir odaya kapanıp bir ay boyunca senaryo üzerinde çalışmışlar ve çekime başlamışlar. Komiser rolünün Behlül’e verilmesini uygun görmüşler. Filmin final sahnesi çekilirken beklenmeyen kaza olmuş. Komiserin beylik tabancasında kurusıkı olması gerekirken, meğer doluymuş. Komiser tetiğe basınca Kaan Tırpan kanlar içinde yere yığılmış. Ağır yaralı halde hastaneye kaldırılırken yolda can vermiş. Olayda kasıt olup olmadığı araştırılmaktadır.”
Aynullah Akça