Kestaneciye “20 liralık yapabilir misiniz?” deyince, “Öyle bir şey kalmadı, 50 liralıktan başlıyor diyor.” Sokaktan kestane de alamayacağız artık anlaşıldı. İnsan bir kere sorunca geri de dönemiyor, almış bulunuyorsun. 150 gramlık kestaneye 50 lira veriyorsun. Kestanelerden biri çürük çıktı, zamanı geri alamıyorsun, onu da mideye indirdik mecburen, ağızdaki kötü tadı yenilemek için bir kestane daha atıyorsun, bu sefer de 50 lira mideye oturuyor. Bir köşeye oturuyorsun ne var ne yok gündemde bakayım diyorsun, ülkenin adaletinden sorumlu yetkili bey “küçüğün rızası” diyor, bu sefer de miden bulanıyor, kestaneyi bitirmek için güç bulamıyorsun.
Artık nazik, naif ve özenle seçilmiş cümleler kuramıyorum. Ağız dolusu küfürler etsem rahatlarım belki ama onların da çoğunun öznesi erkekler, kendimize bir küfür lugatı oluşturmamız şart oldu.
Geçtiğimiz ay Bal çocuğumuzu kaybettik, burnumda öyle tütüyor ki, geçen gece uyumadan önce “Lütfen rüyama gir, bir kere göreyim seni” diye yalvardım. Mezarının başına Berin Hocamın önerisiyle zeytin ağacı diktik, onunla büyüsün, onda can bulsun diye. Bal çocuk hakkında daha çok yazmak isterim bir gün ama hala bir yumru var boğazımda, gitmiyor. Bal çocuk bir köpek, evet bir köpek. Sosyal medyada biz gibiler için köpek tapar diyorlar oysa bilmiyorlar türler arası dostluk mümkün. Sosyal medyada aylardır sokak hayvanlarına karşı büyük bir nefret büyütülüyor. Bu nefret, geçtiğimiz ay toplu bir katliama yol açtı. Bu ülkede geçtiğimiz ay bir köpek, başına kürekle vurularak öldürüldü; barınaklardaki ve sokaklardaki köpekler teker teker katledildi. Bu ülke artık sadece masum ve savunmasız olanın canını yakmak ve canını almak için var gücüyle savaşıyor. Biz yaşatmaya çalışırken onlar öldürüyor.
Bu ülkede kadınlar sadece yürümek istediler diye tekme tokat dövülüp gözaltına alınıyor, 6 yaşındaki bir kız çocuğunun bir adamla evlenmesi ve o adam tarafından her gün tecavüze uğraması gözümüzün içine baka baka meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu ülkenin en işlek caddesindeki patlama soruşturulmuyor, bize bu ülkede her gün yalan söyleniyor.
Bu aralar sığırcık sesleriyle uyanıyorum her güne, gece de susmuyorlar hiç; susmasınlar. Kocaman bir ceviz ağacı var arka penceremde, o ağaç onların yuvası, tek bir ağaç onlarca sığırcık kuşuna yuva olmuş, ahenk içinde ve ağaçla bir bütünmüşçesine yaşıyorlar. Öyle işte…
Yazımı da Putin Beyciğime ithafen yazılmış bir şarkıyla bitireyim, sözleri de şöyle:
You’ll never get love by force
The truth will always take its course
Some people really have no shame
It’s just an illness with a name
We were having too much fun
Drinking coffees in the sun
Someone wanted to be king
Came and fucked up everything
Goodbye my dictator, goodbye
‘Cause everybody knows it’s time
You’ve had more than your share of pie
Goodbye my dictator, goodbye
It’s hard for most to understand
That good intentions not all have
Why must we always stand on guard
When therе is love and there is art
We were having too much fun
Drinking coffees in the sun
Yesterday life was divine
But now we’re going back in time
So goodbye my dictator, goodbye
‘Cause everybody knows it’s time
You’ve had more than your share of pie
Goodbye my tormentor, goodbye
Goodbye my dictator, goodbye
‘Cause everybody’s sick and tired
We’ll all be dancing when you die
Goodbye my dictator, goodbye
Goodbye my dictator, goodbye
‘Cause everybody knows it’s time
You’ve had more than your share of pie
Goodbye my tormentor, goodbye
Goodbye my dictator, goodbye
‘Cause everybody’s sick and tired
We’ll all be dancing when you die
Goodbye my dictator, goodbye
Goodbye my dictator, goodbye
Goodbye my dictator, goodby