Çok büyük bir oda, dört erişkin ve iki çocuğun yatabileceği ama iki kişilik bir yatak, bir duvar boydan boya ayna. Aslan bacak berjerler, yemek masası büyüklüğünde ama ondan daha kısa bir orta sehpa. Banyo, yaşadığı evin salonu kadar, küvetse kendi yatağından büyük. Uzaydaki minik bir astroit gibi otel odasının büyüklüğü içinde kayboldu. Otel odası demek haksızlık olurdu, otel evi dedi. Sırt çantasını yatağa, sehpaya, berjere koyamadı, yatağın yanına yere koyabildi. Halının üzerine ayakkabıyla basılmazdı, uzun bir yolculuktan sonra bu kadar tozlanmaları doğaldı tabi, hızlıca ayakkabılarını çıkarıp kapının arkasına yan yana yerleştirdi. Tam bir gün süren yolculukta üç tane poğaça yiyebilmişti. Tuvaleti gelmesin diye su ve çay içmemişti. Sırt çantasını açtı, iki tişört, iki pantolon, bir eşofman altı, iki çorap, birkaç iç çamaşırı ve küpelerini çıkardı. Duvara gömülü aynalı kocaman gardırobun nasıl açıldığını bulamadığı için kıyafetlerini berjerin üzerine dizdi.
Buluşmaya üç saat vardı. Buluşacakları mekan otelden yarım saat yürüyüş mesafesindeydi. En azından bir saat uyuyabilirdi. İki tişörtten birini ve eşofman altını pijama niyetine giydi. Çıkardığı kıyafetleri ayakkabılarının yanına koydu. Yatak örtüsü ve ince yorganı yanık derilerini soyar gibi özenle kenardan açtı. Yatağın sağı, solu, ortası tartışmasını verecek kadar kendine seçenek sunmadığı için sığabildiği kadar kenara ilişti. Zayıf bedeni yumuşak yatakta kayboldu. O bir saat içinde etraftaki derin sessizlikten uyuyamadı. Kendini bildi bileli yalnız hissediyordu ama bu kadar sessiz bir yalnızlığı tatmamıştı. Bir saat geçmiş olmalı diye saatine baktı, evet tam bir saat geçmişti. Büyüdüğü köyde zamanla birlikte değil, zamanın içinde yaşadığı için, uzamsal ve zamansal akıl yürütmesi gerekmiyordu, kendiliğinden biliveriyordu. Hangi yeni doğan yavru kedinin annesi tarafından yeneceğini bilebildiği gibi.
Buluşmada ter kokmak istemedi, duşa girdi. Havlu getirmeyi akıl etmemişti. Banyoda tüm bedenini sarabileceği büyüklükte, bembeyaz, yumuşak havlular vardı. Kova ve maşrapa yoktu. Tavanda devasa büyüklükte üzerinde bir sürü deliği olan bir şey duruyordu. İçeri girmeden önce suyun nereden aktığını anlamak istedi. Kırkmerdiven şelalesinden daha gür akıyordu. Bir zamanlar arasında kaybolduğu annesinin saçları gibi. Gür ve köpük beyazı. Bildi bileli annesinin saçları beyazdı. Gelinciklerin tohumlarının yedi yıl susuzluğa dayandığı bir dünyada annesinin tohumları birer birer ölmüşlerdi. Annesinden sonra babası ve kendisi kalmıştı.
Buluşmaya bir saat vardı. Yol yarım saat sürer, yine de biraz erkenden gitse, kalan yarım saatte de karnını doyursa iyi olur diye düşündü. Hayat kurtaran antibiyotiklerin keşfi gibi odaya girerken kullanmayı keşfettiği kilit kartını büyük bir gururla yuvasından çıkarıp cebine koydu. Ayakkabılarını sildi ve otel evinden çıktı. Sokaklar kalabalık, telaşlı ve sesliydi. Kalabalık, telaşlı ve sesli yalnızlığını unutacak kadar çok hareket vardı. Küçük bedeni güneş altında kurutulan meyveler gibi daha da küçülüyordu ve buluşacakları mekana vardığında tüm suyunu kaybetmişti. Köşede iki kişilik bir masaya oturdu, ona göre henüz on beş dakika vardı. Haklıydı da. Menüde fiyatına bakmadan garsondan demli bir çay rica etti. Yarım saat geçti. Bir poğaça istedi. Yarım saat daha geçti, bir çay daha içti. Telefondaki konuma göre doğru yerdeydi. Beklediği dört saat boyunca saçlarının beyazlaşacağını hayal ederken bir sarsıntıyla uyandı. Otobüs alt tarafı bir kasise hızlı girmişti. Avcının ağzından yeni kurtulmuş bir hayvanın kalp çarpıntısını ağzında hissetti. Ne kadar süre yolu kaldığını bu kez bilemiyordu. Telefonunu çıkardı. Ekranda Babacımmm 5 cevapsız çağrı yazıyordu. “Alo, baba beni aramışsın… Tamam bana kızma, nolur… Bir görüp geleceğim baba… Çok özledim ama, bunu bana çok görme lütfen… Kaçmıyorum gerçekten… Senden ne zaman kaçtım?… Artık tek başına otobüse binebilecek yaştayım ya, o nedenle… Baba otobüsteyim, sesli konuşamıyorum… Bir sarılayım geleceğim… Annem ölmedi baba, senin için öldü sadece… Gelincik tohumlarınız yaşamadı diye onu suçlamayı bırak artık… Baba lütfen… Bak tek tomurcuğun benim, hatırla… Dönmezsem ya?… Ağlama lütfen… Döneceğim baba, tabi ki döneceğim… Yarın dönerim… Yok bilet almadım… Tamam, iner inmez bilet alacağım… Saçlarının arasında bir serinleyeyim döneceğim söz.”
Funda Sevencan
Nisan 2024