Herkes yerini bilir o çok dilde dolaşan ‘gerçek hayatta’.
Prensesler sağ yana.
Sırtı yamalılar sol.
Sıra sonuncusu ile birinci arasındaki mesafe haddini bilir.
Ezberlenir. Coğrafya dersi gibi.
Görmeden Afrika’yı siyahlardan nefret edilir.
Kutuplar soğuk.
Gemiler yol bulamaz orda Eskimolar nasıl biridir.
Bilmeden gerekçesini neden sevelim.
Bu kadar da olmaz ama diyeni dövelim.
Ama insan soğuğa karşı eşit midir diye sormaz mı?
Sorsun!
Bir işçi kızının ayakları üşüyebilir ama balerin olamaz.
Ses telleri kırık basar bir çırağın.
Bu da masallarda yazmaz.
Taçlar çalınır.
Herkes sınıfını bulur.
Masal susar.
Gerçek: Çocuklar hayat alfabesini bitirmeden ölüyor Evren’in Ortadoğu’sunda.
Fırtına dinmedi. Ambar çatlıyor yavaş yavaş.
Rüzgâr yüzünü yalıyor yelkenlerin.
İskele kayıp.
Bir bakış olsun uzatmıyor kimse kimseye.
Ya da elde örülmüş bir çift çorap. Soğuğa karşı korumak için eşitsizliği.
Bakarsın ufukta bir korsan bayrağı belirir.
‘Tablo gibi’ batarken güneş avuçlarımızda
bir talih kuşu konuverir yorgun alnımıza.
Umut fakirlerini ilk kim yazdı bilmiyorum
fakat tarihin ilk masalında acıyı dindiren yalnız dişi sirenlerin ezgisidir.
Kırbaçlıyor rüzgâr herkes başkasının yüzünü kapamakta.
Dediği gibi şairin ‘herkes kendi ölümüyle ölür’ her çağda.
Ah iki gözüm, bu yüzyılda hayat, yalnızlığın her gün yeniden keşfidir.
Yelda Karataş
2024