Sert bir kış yaşadık. Her açıdan sert. Doğa sert davrandı. Ciddi soğuk yaptı. Mart ayı da çok ayaz yaptı, çok kar yağdı. Kar yolları kapadı. Okullar kapandı kimi şehirlerde. Çığ düştü, insanlar mahsur kaldı. Yine de çok büyük felaketler yaşamadık. Şükür. Barajlar doldu, kuraklık tehlikesi azaldı, diye sevindik.
Asıl felaket ekonomideydi. Her şey el yakıyordu. Ve insanlar bu kadar yüksek fiyatlar nedeniyle sobasını, kaloriferini yakamıyordu. Elektrik parasını ödeyemiyordu. Elektrikleri, doğalgazları kesilenler vardı. Hatta bir şehir, bütün bir şehir kar altında elektriksiz kaldı. Alt yapı yapılmamış, üst yapı fırtınadan tarumar olmuştu. Sıkı fırtınalar yaşandı. Yine şükür. Çok büyük felaketlere dönüşmedi. Ama ekonomideki tablo her gün daha kötüye gidiyor. Her şeyin fiyatı neredeyse gün be gün artıyor. Hem de öyle böyle değil, çift haneli oranlarda. Şaşkındık. Sahi biz hangi yüzyılda yaşıyorduk? Bu yılın tarihi neydi?
Bir de bunun üzerine, yanıbaşımızda savaş başladı. Sebebi ne olursa olsun gerçek bir savaş. Belki engellenmesi mümkünken olması için zorlanan bir savaş. Belki hemen sonuçlanacakken körüklenen bir savaş. Bizim için tehlikesi sadece yanıbaşımızda olması değildi. Tüm dünyayı bir üçüncü dünya savaşı tehlikesine getirecek potansiyele sahipti bu savaş. Soğuk savaş yıllarındaki kamplaşmaya geri dönüldü. Ve savaş hala sürüyor. Her iki tarafta bir çok aile babasız, analar oğulsuz kaldı. İnsanlar evsiz, şehirsiz kaldı. Şehirler bir çok değeriyle yıkıldı. İnsanlar göç etti. Aileler dağıldı. Asker, sivil çok sayıda ölen var. Çok sayıda yaralanan mutlaka var. Son yıllarda olduğu gibi 45 gündür naklen yayın bir savaş izleniyor. Ben izlemiyorum, izleyemiyorum. Barış istiyorum. Tüm dünya barış içinde yaşasın istiyorum.
Bahar hep gelir. Doğa, biz fanilerin durumuyla ilgilenmez. Kışı da getirir, baharı da… Kimileri şikayet ediyor “artık bahar görmez olduk, kıştan yaza, yazdan kışa geçiyoruz” diyerek. Gerçek payı yok mu? Var. Ancak bahar da var. Hep var. Mart ayazından önce başladı bahar. Bademler çiçek açtı. Nergis, kokusunu tarlalardan evlere taşıdı. Cemreler bir bir düştü. Nevruz oldu. Günler uzamaya başladı. Ve Nisan geldi. Çisil çisil yağmurlarıyla, yağmurlu günlerinin bereketiyle bilinen Nisan. Şimdi güneş daha çok yüzünü gösterecek. Günün ışığı bir başka olacak. Gökyüzü bir başka olacak. Her yer yeşerecek, ot kokacak. Tomurcuklanan güller, tüm çiçekler açacak. Kuş cıvıltılarına, çocuk sesleri karışacak. Yeşillikler pazara çıkacak. Sonra çağla, sonra can erik çıkacak. Alırız, alamayız bilemem. Ama kokusunu duyarız, bir tane tadarız. Şöyle bir canlanırız. Çaresiz olsak da, üzgün olsak da kıştan daha farklı, daha enerjik, daha umutlu oluruz. Zira insanoğlu da, o yok etmeye çalıştığı, ama yok edemeyeceği, ederse kendisini yok edeceği doğanın parçası. Doğanın hükmü sürer. Aşklar da çiçekler gibi yeşerir. Aşkın da hükmü her zaman sürer, savaşta bile…
İşte böyle bir ruh hali içindeyim sevgili okur. Tüm sevinçlerime hüzün karışıyor. Üzülme diyorum kendi kendime. Üzülmemek elde değil diyor, iç sesim. Üzülme, BAHAR geldi bak, diyorum ve Mevlana’nın bir beytini hatırlıyorum. Çok önce yaptığım bir 27 Aralık ziyaretinde Mevlana Türbesi girişinde yer alan “LÂ TAHZEN / ÜZÜLME”sinden aklımda kalanlar;
Üzülme! Çünkü hüzün, düşmanı sevindirir, dostu üzer.
Üzülme! Çünkü hüzün, kaybolanı geri getirmez, öleni diriltmez, kaderi değiştirmez.
Üzülme! Çünkü hüzün gecelerini yok eder, sabahını dar eder.
Üzülme! Günahların için af dile, yanlış yaptıysan düzelt, O’nun rahmeti bol, kapısı açıktır.
Üzülme! Zorlukla baş et ki, kolaya ulaş. Her zorluğun içinde kolaylık vardır.
Üzülme! Ne maziye takıl kal, ne gelecek kaygısı içinde ol. Önemli olan yaşadığın AN’dır.
Lâ TAHZEN / ÜZÜLME
Çünkü gelen bahardır, yazdır. Umalım ki, barıştır. Direnelim ki, barış olacaktır. Yaşayıp görelim ki, o güzel günler gelecektir. Gelecek o güzel günlerdedir. Gelecek bahardır. BAHAR hep gelecektir.