Doldum doldum yükümü sana boşaltmaya geldim
Bir elinle elimden tutup diğeriyle de başımı okşayarak sağaltır mısın beni aynı eskisi gibi?
Deliliğin sınırındayken delirememek ne fena biliyorsun değil mi Tanrım?
Öyle ortalıkta harç oluyorsun oraya buraya sürülen
Bu ölçüsüz, uyumsuz, dengesiz halinle bir arabesk kültürü yaratmaya hazır oluyorsun. Tıpkı köyden kente göçüp, artık ne köylü kalabilmiş ne de kentli olabilmiş, belirsiz, renksiz, iki arada bir derede boğulmamaya çabalayan piç olup çıkıyorsun.
Bunun adı ne tam olarak ölmektir ne de gönlünce yaşamak. Bunun adı olsa olsa var olmakla yok olmak arasında sıkışıp kalmak olabilir.
Ben aslında bu mektubumda eteğinden tutup seninle geçmişe, çocukluğuma gidip biraz oralarda eşelenmek istiyordum.
Ama gel gör ki içinde yaşadığım bu toplumun çarpık değerleri, benden ‘ ‘normal insan’ sahtekarlığını bekliyor. Bu normal insan anlayışının beni getirdiği bunaltı bir türlü ruhuma rahat vermiyor. Çocukluğum yüreğimde parçalanıyor.
Bu iki yüzlülük huzursuzluğumu depreştiriyor mutsuzluğumu azdırıyor, içimde ısrarla insan kalmış taraflarımı kışkırtıyor.
Dışarıda kıyamet koparken hiçbir şey yokmuşçasına serinkanlı davranıp çıkarlarına dokunulduğunda bir bardak suda fırtına koparan bu pespayelik, canımı alıp alıp öldürmüyor beni.
Sussam olmuyor, konuşsam yetmiyor
Şimdi ben ne diyeyim
Gayrı bende her şey kifayetsiz, adını sen koy tanrım!
Huzursuzluğun suat