Ben nedense heyecanlı ve umutluyum galiba şu anda. Tuhaf bir rüzgar esiyor. Ölü toprağını süpüren bir rüzgar. Sanki korku, artık egemenliğini yitirdi gibi geliyor bana. İnsanlar birlikte bir şey yapmanın, bunu istemenin sevincini yaşıyor gibi.
Hüzün var, kızgınlık var, öfke var ama en güzeli UMUT var meydanlarda.
Belki de biz, kaybettiğimiz şeyin değerini anlamak, onu tekrar kazanmak için tüm demokrasi güçlerinin küçük hesapları bırakıp omuzomuza durabilmesi için bu yoldan geçmek, acı çekmek zorundaydık. Evet gerçekçi olmalı insan, haklısınız. Durumumuz pek parlak değil ama bu umut ve coşku var ya… Dağları deler.
Kimbilir.
İçimden şiirler okumak, şarkılar söylemek geliyor. Kendimi kırlara mı vursam, dağlara bayırlara mı? Kalbim pır pır.
Bir taraftan heyecanlıyım, bir taraftan da içimde acaip bir endişe var. Kötü şeyler olmaması en büyük dileğim ama provokasyonlar şimdiden başladı. Umarım bu seçimi de olaysız atlatırız.
Bu arada seçim sonuçlarını alıncaya kadar ne yapacağımı bilemiyorum.
Deprem elbette gündemimde. Elimden geldiğince dayanışma göstermeye çalışıyorum. Uzaktan yapabileceğim fazla bir şey de yok zaten. Eğer yaşım biraz daha genç olsaydı ve bir kaç ay önce kaza geçirmemiş olsaydım atlar giderdim deprem bölgesine. Karınca kararınca, elimden ne gelirse.
Geceleri, televizyonlardaki tartışma programlarına esir olmamak için bol bol film izliyorum. Dün de sık sık izlediğim ve her seferinde büyük keyif aldığım, Spielberg’in bir filmini tekrar izledim.
İngilizce adı “Bateries not included”. Türkçeye “Mucize” olarak çevrilmiş. 1987’den kalma bir bilimkurgu. Duygusal, fantastik komedi mi desem bilemedim.

Newyork’un fakir bir mahallesinin “kentsel dönüşüm”e uğraması sırasında oturdukları evin yıkılmaması için direnen insanlarla onlara yardım eden uzaydan gelen minik yaratıkların müteahhit firma ve tetikçilerine karşı birlikte sürdürdükleri mücadele anlatılıyor.
Kah gülerek kah düşünerek ama baştan sona tekrar izledim filmi.
Evin sahibi yaşlı karı koca, evi zorla teslim almaya çalışan tetikçiyi, ölmüş oğlu Bobby sanan sevimli demans hastası kadın; sevgilisi tarafından terkedilmiş hamile İspanyol kadın; mutsuz bohem ressam; çok ünlü bir boksörken inzivaya çekilmiş altın yürekli bir dev ve dışarda sürekli yıkım yapan kocaman iş makineleriyle acımasız patron…
Aklım hala filmde. Belki de on kez izlemiş ve her seferinde de filmin mucizesinden etkilenerek umudumun güçlendiğini hissetmişimdir. Bu acımasız dünyada biraz naif bulunabilir bu yaklaşımım ama… İnsan yere vurduğu anlarda bir şeye tutunmak ister ya, Öyle bir şey işte. Bir yol da bulur mutlaka. Yeter ki yürekten istesin, yeter ki bu isteği için mücadele etsin.
Bir “mucize”yi kendi elleriyle yaratabilir insan.
20 yılı aşkın karanlıktan sonra aydınlığa ulaşabilmek bir mucizeyse eğer, bunu da kendi ellerimizle kazanacağız.