
Bu yazıyı yazdığım günler, İstanbul Sözleşmesi için kritik günler. Kadınların eşitliği, demokrasiyi, savunmak, kadına karşı şiddete dur demek ve her türlü insan hakları ihlaline karşı gelmek için meydanlarda toplandığı ve seslerini duyurmaya çalıştığı günlerdeyiz. Şehire canhıraş bir mücadele yayılmış durumda. Böyle bir süreçteyken kafamda dönüp duran sorularımı yüksek sesle tartışırak haddimi aşmak istemem ama yazdıklarım beyin dalgalarımın sözcüğe dönüşmüş hali gibi…
‘’Bir gün gelecek, -cinsiyet eşitsizliğine dair, kadına şiddete, kadın cinayetlerine dair, çocuklara yapılan tacizlere, kız çocuklarının okutulmamasına ve erken yaşta evlendirilmesine ve cinsiyetçi yaklaşımlara dair birçok meseleyi ardımızda bıraktığımızda konu erkek egemen sistemin bize sıçrattığı zihnimizdeki kirlenmeye gelecek; kendi bedenimizde ve dilimizde taşıdığımız erilliğe gelecek.’’
Böyle bir cümle çıkmıştı ağzımdan. Beni bunu söyletmeye iten şey gözlemlerimdi. ‘Beden dilimizin’, seçtiğimiz ‘sözcüklerin’ hatta konuşmalarımızın tonu bizim hiç de fark etmediğimiz ‘niyetlerimizi’ bizden önce ve bize rağmen taşıdığını bir ‘oyuncu’ olarak söyleyebilirim. Beden dilimizde ve sözcüklerimizde taşıdığımız ‘eril dil’ ile bir derdim var. Şöyle ki…
Yıllar önce Sophokles’in Antigone oyununda iktidarı temsil eden Kreon’u oynadığımda kendi bedenimde ‘erkek’ davranışlarını yansılayabilmek için birçok ‘erkek’ liderin konuşmasını, haber programlarında buram buram eril dille konuşan birçok ‘erkek’ gözlemlemiştim. Ama bulduğum ‘gestus’ bir kadından gelmişti. Beni oldukça şaşırtmıştı o zaman çünkü elini tabanca şeklinde tutup ileriyi gösterdiği tehditkâr jest, fazlasıyla eril idi bana göre ve bir kadın konuşurken bu jest ‘dişil’ olmuyordu. Eril dil (doğası gereği) gücünü bizlerle kurduğu tahakküm ilişkisinden ve bu ilişki biçimini günlük hayatımızın içine olağanmışçasına yerleştirerek (sızdırarak mı demeliyim) meşrulaştırmaktan alıyorsa, bunun hepimize yayılmaması mümkün mü? O gün şu soruyu sormuştum: ‘’Eril dile sahip bu jestin bir kadın bedeninde işi ne?’’

Erkek egemen bir sistemde kimbilir bu eril dile ne çok maruz kalıyoruzdur. Günümüzde ‘kitle iletişim’ araçları ile bizlere hem dilsel hem bedensel hem düşünsel olarak ne kadar subliminal mesajlar iletilmiştir ve ne kadar tesirinde kalmışızdır kim bilir! Kadına taciz meselesinde bir çok kadının ‘… ama o da’’ diye başlayan cümleleri ne kadar bu tesirin altında söylenmiştir acaba? Kendi adıma maruz kaldığım bu egemen ‘eril dilin’ bana bulaşıp bulaşmadığını fark etmek ve bundan kurtulmak istiyorum. Çünkü her türlü iktidarla derdim var.
Bizi kontrol altında tutan, zapturapt altına alan, bize ne yapmamız ya da ne yapmamamız gerektiğini dikte eden, had bildiren, susturan, aşağılayan eril dil, iktidarların dili de değil mi aynı zamanda? Erk(ek)in gücünü ortaya koymak için ‘ötekileştirmesi’ kaçınılmaz. Bu ötekileştirmede kadınlar (ve ötekileştirdiği herkes) bu eril dilin hışmına uğruyor. Doğası gereği öfkesini kontrol edemeyip karşısındakiyle aşağılayıcı bir üslupla iletişim kuran erkekler bize tanıdık gelmiyor mu?Son günlerde erkeklerin ‘ahlâk’ bekçiliğine soyunması buna en iyi örnek. Bir erkek, tanımadığı kadına sırf şort giydi diye karışmayı kendinde hak görüyor ve ona karşı erk(ek) gücünü kullanmakta bir beis görmüyor.
Yıllardır kafamda deli deli dönen sorularımı sorayım: Karşı durduğumuz erkek egemen sistemin ‘eril dilinin’ hiçbir surette bizlere bulaşmamış olduğunu söyleyebilir miyiz? Günlük hayata sızan ‘eril’ dili ayırt edebiliyor muyuz? İktidarın dilini ödünç alarak konuştuğumuz ikili ilişkillerimiz yok mu?
Antigone oyununu bu kriterleri baz alarak yorumlasam ve sorsam: Antigone güçlü fiziksel ve dilsel eylemleri ile iktidara kafa tutmayı seçerken iktidarın eril dilini edinmiş olabilir mi? Antigone’nin, kendini savunmak için isyan ettiği iktidardaki kişinin eril dilini ödünç alarak savunmasını yaptığını düşünenlerden yana olup konuyu (kendi kendimle) tartışacağım.

Tragedya, Antigone’yle Kreon arasındaki çatışmayı anlatır. Bu çatışma Thebai tahtı için iki kardeşin birbirlerini öldürmesiyle başlar. Kreon, tahta geçer geçmez kardeşlerden birine devlet töreni yapılmasını diğerinin ölüsünü ise kurtlara kuşlara yem olarak bırakılmasını emreder. Oyunda iktidarı temsil eden Kreon ve kadından yana tavır alan Haimon ve farklı üç kadın üzerinden kadın meselesini okuyabiliriz.
Oyunun en sessiz kişisi, ağzı var dili yok diyebileceğimiz ama oğlunun ölüm haberiyle çığlığı duyulan Euridike’dir. İktidar karşısında sessiz bırakılımış bir eş ve annedir. Kreon’u durdurmak varken, oyun boyunca susar; bastırılmış olan kadının çığlığının sözcüklere ihtiyacı yoktur çünkü o çığlık duyulur. Tanıdık değil mi? Onaylayalım ya da onaylamayalım ‘anlamak’ için çaba gösterebilmeliyiz toplumdaki Euridikelerin sessizliğini…
Antigone’nin kız kardeşi Ismene, Kreon’un kararına karşı çıksa bile böyle bir eylemi üstlenebilecek gücünün olmadığını düşünür. “Biz kadınız” derken tam da iktidarın kadını gördüğü yerden konuşur. Tanıdık değil mi? Onaylayalım ya da onaylamayalım ‘anlamak’ için çaba gösterebilmeliyiz toplumdaki Ismenelerin korkusunu…
Antigone’nin ise, Kreon’un (iktidarın) karşısında güçlü bir erk olarak durduğunu söyleyebiliriz. Böyle düşünmemize neden olan sağduyunun temsili olarak oyunda varolan Koro. Bize Antigone’nin, otoritenin diline yaklaşmış olduğunu düşündürtüyor. Böyle düşündüğümüzde her ikisinin de ‘boyun eğene’ dek birbirinin elini bükmeye çalışacağını anlayabiliriz. Ölümüne hem de… Antigone sonuçta kurban mı yoksa kahraman mı, bunu tartışmıyorum. Sadece ‘yasaya karşı geldiği’ eylemini savunurken, bunu iktidarın/yasa koyucunun (yani Kreon’un) eril diliyle yapıp yapmadığını sorguluyorum. Ama bunu yaparken Antigone’nin hakkını da teslim etmek gerek. Baş kaldırdığı Kreon’un iktidarının ne denli otoriter, yıkıcı, zorbaca olduğunu anlamamız için sadece ‘’cinsiyetçi’’ yaklaşımlarının altını çizmem bile yeterli olacaktır. Antigone’nin meydan okuması ile zor durumda kalan Kreon ‘’kendisi hayattayken hiçbir kadının hüküm sürmeyeceğini’’ bildirmesi, Antigone’yi savunan oğluna da öfke ile ‘’Aşağılık karakter bir kadından bile daha aşağı’’ diyerek tokat atması, hatta Antigone’nin erkekliğini tehdit etmesinden duyduğu korkuyla ‘’Kadının fendi erkeği yendi dedirtmeyelim’’ demesi, işi inada bindirdiğinde ‘’Bu eylemi gerçekleştiren güçler cezasız kalırsa bana erkek demesinler, bu kadın erkek desinler…’’ demesi düpedüz cinsiyetçi söylemler. Bir erkek için en ağır aşağılanma bir kadına dönüşmek Bu nefret söylemleri nasıl da toplumsal trajediler yaratıyor oysa! Tanıdık değil mi?
Belki kimimize zorlama gelen böyle bir okumayla şu soruyu daha esaslı bir yerden sorabilirim artık: Kadınlar olarak mücadele ederken egemen olan erkin dilini ödünç almadan bu çetin mücadeleyi sürdürebilir miyiz, sürdüremez miyiz?

Artık suskunluğa mahkum edilmiş kadınlar yok. Üstelik güçlüler. Dolayısıyla mücadelelerini sürdürmek için ‘güçlünün gücüne’ ihtiyaçları yok, ‘eril dili’ ne bedenlerimizde ne sözcüklerimizdetaşımadan sürdürebildiğimiz bir mücadelenin ne kadar etkileyici olduğunu bilelim yeter. Örnek mi? Bir ağızdan şarkı söyler gibi slogan attıkları ve protesto ederken dans ettikleri eylemleri hatırlayın. Mesela Las Tesis. Ne kadar başarılı oldu. Herkese bir davet, açık bir çağrı gibi gittikçe yayıldı. Bu güç, tarifsiz bir etki yaratıyor.
Lysistrata geliyor hemen aklıma. Oyunda her türlü çabaya rağmen barışa yanaşmayan Yunan toplumuna karşı kadınların olaya el koyarak ekonomik yönetimi ele geçirmesini ve erkeklerin savaştan vazgeçebilmeleri için kadınların erkeklere karşı cinsel protestoda bulunduğunu görürüz. Lysistrata, savaşa daha fazla dayanamayarak Atina’nın ve Sparta’nın kadınlarına, erkeklere karşı örgütlenmeyi teklif eder. Savaşın bitmesini sağlayabileceklerini, bunun için de erkeklerle yatağa girmemeleri gerektiğini söyler ve onları ikna eder. Kadınlar verilen karar üstüne devlet hazinesinin bulunduğu Akropolis‟i ele geçirir. Oyunun sonunda mücadeleyi kadınlar kazanır. Aristoteles’in komedilerinde ironik bir eleştiri vardır; kadınların ve kölelerin vatandaş sayılmadığı bir dönemde iktidarı tutup kadınlara verir. Erkekler bu durumu şöyle dile getirir: “Kim derdi ki kadınlar, evimizde oturan, ekmeğimizi yiyen bu cadılar… Koca Akropolisi alacaklar!”
Lysistrata ve kadınların sarı fistancıklarını giyerek, kokularını sürerek, süslü sandallarını giyerek verdikleri mücadele deironik belki ama erkeklerin bileklerini bükmeleri ile nihayetleniyor. Bir kadının başlattığı ve tüm kadınların onun etrafında kilitlendiği bu sembolik ‘direniş’ çok anlamlı geliyor bana ve kadınların ve ötekileştirilen herkesin sembolik ‘gücünü’ gösteriyor benim için.
Bugünlerde ellerinde davullar, dudaklarında düdük, ağızlarında şarkı, barikatları yıkan rengarenk kadınlar ve LGBT+ görürseniz bilin ki asla bilekleri bükülmeyecektir çünkü her an erkin ezberini bozabilirler.