Yaşananlar çok ağır.
Taşımakta güçlük çekiyorum.
Kuyruğu dik tutmak lazım ama arada da güzel birşeyler duymalı insan.
Bizim voleybolcu kızlar dünyayı ayağa kaldırdı. Şimdi Olimpiyatlara gidiyor bu güzel kadınlar. Basında ve televizyonda görmüyoruz ama, yüzmede, halterde, buz patinajında, jimnastikte, derin dalmada dünya ve Avrupa şampiyonu olan kızlarımız var. Böyle haberler yüreğimizi serinletiyor. Ama kadınların bu başarıları elbette bazı çevrelerin kirli akıllarına işkence gibi geliyor. Başarılarına kara çalmak için yapmadıklarını bırakmıyorlar. Birkaç gün önce Eminönü’nde, en çok ziyaretçisi olan caminin hoparlöründen „bunlar kafirdir, bunların gösterilerini seyredenler de kafirdir“ diye kışkırtmışlar ahaliyi. Yine sarıklının biri, „ölmüş karınla cinsel ilişkiye girebilirsin“ demiş. Koskoca bir resmi kurumun başı da utanmadan, „Baldızla ilişki caizdir“ diyebiliyor. Neyse ki bunları dinleyen, ciddiye alan fazla değil. Yoksa çoktan kafalarımız bir direğin tepesinde sallanıyor olurdu.
Kadın düşmanlığı İslam ülkelerinde büyük bir hızla yayılıyor. 2023 Nobel Barış ödülünü alan İranlı insan ve kadın hakları aktivisti Narges Mohammedi ne yazık ki Mollaların zindanında.
Ve Filistin. Hamas, başlattığı roket atışıyla mayıs ayından beri devam eden barış anlaşmasını bozmuş oldu. İsrail topraklarına yapılan bu ani saldırı sonucunda 600’den fazla sivil yaşamını kaybetti. Bir o kadarı da Filistin tarafında. Daha da korkuncu, Filistin’e „barış için müzik“ festivali nedeniyle gelmiş Shani Louk isimli genç kadını yakalayan eli kanlı Hamas militanları onu vahşice katlettikten sonra da sokaklarda teşhir ederek çıplak bedenine işkenceye devam ettiler. Shani’nin annesinin „kızımın cesedini bana verin“ diyen feryadı kulağımda kaldı.
Gece uyumakta güçlük çektim. Kesik kafalarla futbol oynayanlar, çıplak kadınları kesip biçip sokaklarda teşhir edenler, kara maskelerinin altından kirli sarı dişleri görünen, kara sakallarından kan damlayan adamlar dolaştı durdu kabusumda.
Dün gece insanlığın çığlığı odamdaydı.
Dünyanın dört bir yanı, özellikle de yakın çevremiz, Irak, Suriye, Gaza, biraz yukarda Ukrayna, anti terör bahanesiyle başlatılan Dağlık Karabağ savaşı…
Su gibi kan dökülüyor. Çocuklar, kadınlar, erkekler acı çekiyor, binlerce ton bombanın altında kalıyor, sokaklar kan revan içinde. Savaştan kaçanların göçü dengeleri altüst ediyor.
Çifte standartlar devrede.
Kimse, “başkası” olan için kılını kıpırdatmıyor. Cılız bir iki ses.
Az önce bir arkadaşım, kadın cinayetleriyle ilgili rakamlar gönderdi. Topluca görünce dehşete düştüm. Tam bir KADIN KATLİAMI.
Galiba insanlık ölüyor.
Ya da öldü de biz hala bunu farketmiyoruz, kabul edemiyoruz.
Aslında barıştan yana olmanın tam zamanı ama insanların karnımı nasıl doyururum diye düşünmekten başka bir şeye mecalleri kalmamış gibi. Derin bir sessizlik. Ölü toprağı serpildi üstümüze. Zaten korku imparatorluğunun istediği de buydu.
Yine de kesmeyelim umudu insandan ve yurdumuzdan. Ne tükenmez bir umutmuş bu. Pandora’nın kutusunda kalan tek şey de oydu zaten: UMUT.