Her yerde kan kokusu vardı sanki. Biraz önce saçlarını düzelttiği elini kokladı, el kremi kokuyordu. Gene de burnunu buruşturdu. Saçlarının uçlarını kokladı, yeni aldığı şampuanın kokusunu duydu. Evi dolaştı, kapalı pencereleri açtı. Yeni eşya ve yeni boya kokusu vardı ama kan kokmuyordu hiçbir yer. Dışarı çıktı, biri o görmeden hijyenik ped atmış olabilir mi diye çöpe hatta karşıdaki ağaçların arka tarafına bile baktı. Ortada kan yoktu, kan kokan hiçbir şey yoktu ama burnunda sürekli bir kan kokusu vardı.
Ağustos ayı Eylül’e devrilmişti. Uyanır uyanmaz sarı bir hüzün çökmüştü üzerine. Sabah serinliğinde tişörtünün üzerine giydiği ince hırkaya sarılarak eve geri girdi. Üşüyen ayaklarını altına alıp yumuşak koltuğa gömüldü. Cep telefonundan haberlere bakarken o kan kokusunu yeniden duydu. Her yerde kan dökülüyordu, şehirlerde, sokaklarda, evlerde, köylerde, dağlarda, nehirlerde, denizde… Bazen silahla, bazen elle, bazen yazıyla, bazen de sözle… Bütün inançların tanrıları “insanı sev” demişken üstelik.
Kalkıp bilgisayarın başına oturdu ve yazdığı yazıya devam etti:
“Hangi açıdan bakarsanız bakın savaş, karanlıktır, acıdır, kederdir, ölümdür… Sanat tarihinde pek çok savaş sahnesi vardır ancak ben Rubens’in (Sir Peter Paul Rubens, 1577-1640) “Savaşın Felaketleri Alegorisi” isimli resmini çok anlamlı bulurum.
Rubens, büyük bir hümanisttir, resmin amacı da tarihi bir olayı değil, karanlığın alegorisini, insanı yaralayan kötülükleri, acı ve kederi resmetmektir.
Rubens bir mektubunda resmini şöyle anlatır:
“Ana figür Janus, tapınağını terk eden ise savaş tanrısı Mars’tır. Mars, elinde kalkanı ve kanlı kılıcı ile insanları büyük bir felaketle tehdit ederek dışarı fırlıyor. Kendisini sevip okşayarak tutmaya çalışan Aşk Tanrısı Venüs’e ise pek önem vermiyor. Öte yandan elinde bir meşale tutan Fury Alekto da Mars’ı ileri doğru çekiyor. Hemen yakınlarında savaşın ayrılmaz parçaları olan veba gibi öldürücü hastalıkları ve kıtlığı temsil eden canavarlar durmakta. Aynı anda, yerde sırtını dönmüş, elinde kırık udu ile uyumu temsil eden kadın figürü.
Merhameti, sevgiyi yansıtan bir anne çocuğuyla birlikte orada… Tüm bunlarla birlikte, yerde yıkılmış, elinde aletleri ile bir mimar durmakta. Bununla anlatılmak istenen; barış zamanı kenti süslemek için yapılanların kötülüklerle nasıl yerle bir edildiğidir. Burada Mars’ın kitapları ve resimli kâğıdı ayakları altında tutmasıyla onun sanatı nasıl gördüğü anlatılmaktadır.
Tabloda bağlarından çözülmüş okların yanında kenara itilmiş duran zeytin dalı ise barışı ifade etmekte. Hemen yanında yer alan siyahlar içinde peçesi yırtılmış, mücevherleri ve süsleri çalınmış, felakete uğramış kadın figürü uzun yıllardır yağmalamadan, tecavüzlerden, felaketlerden kurtulamayan Avrupa’yı temsil etmektedir.”
Rubens’in resminde sonuçları bilinerek yapılan/yaşanan/çıkarılan savaşın, aşkın önüne geçtiğini hatta yok saydığını izleriz. Bütün savaşlardan tarih boyunca geriye milyonlarca saçları bir daha sevdikleri tarafından okşanamayacak kadınlar, babalarının kucağına tırmanamayacak çocuklar, evlatlarını gömen ebeveynler; binlerce dönüm kanlı toprak; sayısız hastalık ve toz-duman viraneler kaldı.
Ne uğruna?”
Fikrini değiştirmeden e-postada ‘gönder’ tuşuna bastı.
Ayşe Bayvas
Fethiye, 01.09.2022