FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

ÖLMEK, UYUMAK SADECE!

ÖLMEK, UYUMAK SADECE!

İngiliz oyun yazarı, şair ve aktör, William Shakespeare (1564 -1616), yaşamı boyunca soneler, komediler, tarihi oyunlar, büyük trajediler, trajikomediler kaleme aldı ve oynadı.

16. yüzyıl gramer kitaplarındaki yazım kuralları ile ilgili bilgilere dayanarak dilbilimcilerin bazıları William Shakespeare için, orijinal telaffuzu yeniden yapılandırdılar. Oxford’un Orijinal Shakespeare Telaffuz Sözlüğü’nün yazarı olan David Crystal ‘a göre “gerçek” Shakespeare, daha çok İrlandalı ve hatta Batılı bir kovboy gibi konuşurdu ve yazdıkları ‘To be or not to be cümlesini örnek alırsak; ‘Tuh beh oar nat tuh beh?’ That was the question’’ olarak telaffuz edilirdi.

David Crystal’e göre “Shakespeare ile ilgili olarak kullanılan orijinal telaffuzları duyduğumuzda yeni bir işitsel dünyaya giriyoruz ve Modern İngilizce ’de çalışmayan tekerlemeler birden işe yaramaya başlıyor. Modern İngilizcede kaçırılan püf noktaları netleşiyor.”

Bugün biz Shakespeare’e eski İngilizce ’den çevrilen çağdaş İngilizce ile ulaşmaktayız. Sadece Türkçe bilen bir okur da ona, modern İngilizce’den Türkçe’ye çevrilmiş dizeleri ile ulaşmaktadır.

Shakespeare’den çeviriler yapan şair Can Yücel’in telaffuzu ile birkaç soneyi ilk dinlediğimde, Shakespeare şiirinde iç sesin, ritmin ve gizli kafiyenin ne olduğunu hisseder gibi olmuştum.
Sevgili Can Yücel, bir şair ve İngiliz diline hâkim bir aydın olarak, kulaklarıma bambaşka bir Shakespeare sunmuştu.

İşte o zaman hak veriyorsunuz bir daha, bir şiiri kendi anadilinde yüksek sesle okunurken duyduğunuzda; “Şiir öyle ayrı bir dildir ki başka hiçbir dile çevrilemez; hatta yazılmış göründüğü dile bile.” diyen Jean Cocteau’ya. 

Bütün bu gerçekler bizi yine de Shakespeare şiiri ve tiyatrosuna yaklaşmaktan ve onun yazdıklarını Türkçe diline çevirip, anlamlandırmaktan alıkoyamaz.

16. yüzyılın çocuğu Shakespeare, hem insanlığın hem de İngiltere’nin yüz akı bir sanatçıdır. Orta Avrupa’dan biraz daha geç Rönesans’ı kucaklayan İngiltere’de tiyatro Shakespeare ile bir büyük devrim yaşamıştır. Fransa’da Montaigne, Almanya’da Albert Dürer, İtalya’da Leonardo da Vinci… ne ise İngiltere’de Shakespeare odur.

Onunla aynı yıl ölen Cervantes (1547- 1616), yazın alanında bir büyük devrim yaratıyor, bilinen bütün yazım dillerini aşıp, romans’tan roman’a geçerek, insanlığa Don Kişot’u armağan ediyordu. İngiltere’de ise, şiirle bütünleşen tiyatro, o muhteşem doruk noktasını Shakespeare ile yaşıyordu.

Shakespeare, her büyük şair gibi kendi anadilinin yalvacıdır. İngilizce’ye binlerce kelime armağan etmiş, oyunlarında otuz binlere varan İngilizce kelimeyi gün ışığına çıkarmıştır. Böyle bir zenginlik ancak, Leonardo’nun Buğulu Atmosfer’de yarattığı Mona Lisa’nın yüzünde görülebilirdi…

Anadiline bu denli hizmet etmiş böyle bir yazar için, şiir asıldır. Önce şairdir çünkü o. O nedenle benim için, onun tiyatro dili şiirsel değil, şiirin ta kendisidir. Tiyatro’da kaleme aldığı metinlerin neredeyse tamamı şiir olarak yazılmakla birlikte, 2. Richard ve Kral John oyunları bütünüyle şiir olarak kaleme alınmıştır.

Dahası, 1593-1594 yıllarında tiyatrolar veba salgını yüzünden kapatıldığında rahat durmayan William Shakespeare’in, Venüs ve Adonis ile Lucrece’nin Tecavüzü adlı iki ‘öykü şiir’ yazması, onun, şiiri, bütün yazım dillerinin önüne koyduğunun ve anlatım dili olarak şiiri esas aldığının kanıtlarındandır.

Tiyatro, öykü ya da diğer yazım biçimleri, Shakespeare yapıtlarında şiirden hiç ayrılmaz. İçerik yönünden ele alındığında sonelerin, Shakespeare’in oyun yazarı kimliğine ayna tutarak teatral bir oyun örgüsü içinde ilerlediği görülür.

Değerli Cevap Çapan’ın da belirttiği gibi: ‘Toplam 38 oyun ve 154 sone yazan Shakespeare’in koşuk düzümü (versification) her oyunda değişik kişilerin değişik ruhsal durumlarını, toplum içindeki yerlerini ve olayların gelişme hızını yansıtan bir çeşitlilik gösterir. Elizabeth çağı tiyatrosunun insanı ilk bakışta şaşırtan özelliği karmaşıklığı ve dağınıklığıdır. Hem zamanın yaşantı zenginliğini yansıtan çok katlı ve bölümlü olaylar dizisini kullanması hem de dilin bütün zenginliğinden yararlanmasıdır. Işık, dekor ve modern tiyatronun diğer teknik olanaklarından yoksun olduğu için, amaçlanan gerçeklik ancak dilin gücüyle seyircinin hayalinde yansıtılır.’ (italik bana ait)

Onun dili bu denli güçlü kılan bir tiyatro yazarı olmasının yanı sıra özünde bir şair olmasıdır. Yapıtlarında bize asıl ulaşan, onun şiirinin güçlü sesidir.

AŞKIN VE PARANIN KARAKTERİ

Shakespeare, her büyük sanatçı gibi çağının en tutkulu ve dikkatli gözlemcisidir. Karakterlerinin, kadınlara ve aşka karşı tavrı, Shakespeare için bir kişilik çözüm anahtarı gibidir. Tanığı olduğu feodal çağı ve gelen kapitalizmin yeni ve genç yüzünü derinlemesine irdeleyen ve çağlar ötesine ulaştıran Shakespeare, babasının soyadı ‘Arden’ yerine annesinin soyadı ‘Shakespeare’i kullanmaktadır. Şairin soyadı yorgan dikilirken parmakları acıtmaması için takılan yüzük ya da mızrak anlamına gelmektedir. Bu tercihi, kanımca, cinsiyet ayrımına duyduğu tepki ve insani sevgiye gösterdiği saygının göstergesidir.

ROMEO: Ah bu aşk, gözleri bağlıyken bile nasıl görür gönlümüze giden yolları!

Diye haykırdığında o kederli yüreğiyle, aşkın umutsuzlukla birlikteliğini söyler. İnsanların birbirini yeterince tanımadan evlendirildiği 16. Yüzyıl Avrupa’sında kapalı gözleri açabilecek tek gerçeklik aşktır çünkü. Çağımızda ve gelecek çağlarda da olacağı gibi. Shakespeare Romeo ve Juliet ile saf aşkın peşine düşen ve gelişen kapitalizm tarafından parçalanmaya başlayan Dulcinea’nın saçlarını Cervantes gibi, en net gören sanatçılardan biridir.

İki aşığın birbiri ile konuşması, feodal bir dünyanın ortasına düşen bu çaresiz yürek yangınına insanoğlunun hangi değerlerle bakması gerektiğinin açık söylemidir:

JULIET: Yalnız adındır benim düşmanım olan; Montague olmasan da kendinsin sen. Hem Montague nedir ki? El değil, ayak değil, kol değil, yüz değil, ne de insanın bir başka uzvu. Ah, bir başka ad bul kendine! — Adda ne var ki? Şu bizim gül dediğimiz aynı güzellikte kokmaz mı bir başka ad alsa da? Romeo’nun da adı Romeo olmasaydı, onda bu san olmadan da bulunan kusursuzluk yine kalırdı onda. —At bu adı Romeo! Senin parçan olmayan adına karşılık da bütün varlığımı al.

ROMEO: Alıyorum öyleyse, sözüne inanarak. Aşk de bana, yeniden vaftiz edileyim ben Romeo değilim bundan böyle.

Artık dirilmemek üzere giden ve insanlığın tarih öncesi çağlarına ait Feodal Aşk’ın şövalye yüzü, keder verir Shakespeare’e. ‘O ne aciz aşktır ki ölçülebilsin’ diye haykıran Shakespeare için, Romeo ve Juliet’in  aşkı, bütün giysilerinden sıyrılmış insani duyarlılığın  yani  şiirin ta  kendisidir… Catharsis’in en güçlü ifade edildiği yapıtlardan biri olan Romeo ve Juliet aşkın şiir dilinde de en yalın destanıdır. Ancak Shakespeare, 16. yüz yılda feodal bir soylunun yüreğinde görebileceğimiz ve burjuva ahlakı tarafından yakında ‘paramparça edilecek’ ve ‘enayilik’ olarak nitelendirilecek bu aşk anlayışına Cervantes gibi ironik yaklaşmaz. Juliet, bir Dulcinea değildir onun gözünde. Acısını, üzüntü ile ifade eder. Belki sonunda Don Kişot’un vardığı yere varır, ama delirerek değil, aşkı ölüme kurban ederek. Shakespeare şiirinde lirik olan hayata karşı kendini hep korur. O, para düşkünü sınıfın zaaflarıyla alay eder daha çok Atinalı Timon’da olduğu gibi:

Ne o? Altın mı?

Sapsarı, pırıl pırıl, değerli altın mı? Hayır, tanrılar,

Açgözlü aptalın biri değilim ben. Gökler, ey duru gökyüzü!

Karayı ak; çirkini güzel; haksızı haklı; alçağı soylu;

Yaşlıyı genç; korkağı yiğit yapmaya

yeter bunun bu kadarı. Ah, tanrılar neden bu? Neden bu, ey tanrılar!

Rahiplerinize, uşaklarınıza yüz çevirtir bu sizden,

Başının altındaki yastığı çeker dipdiri bir insanın;

Bu sarı köle, dinler kurar, sonra yıkar;

lanetliyi kutsar; cüzzamlıyı taptırır; hırsızı alıp

Üne, özgüye boğar, yan yana oturtur ulu kişilerle;

Budur işte yeniden evlendiren kırk yıllık dulu;

Kapanmaz yarasıyla en umutsuz hastayı

Merhemler, kokularla bir Nisan gününe çeviren de bu.

Git, kör olası maden parçası, insanlığın ortak orospusu, sen,

Ulusları birbirine düşüren.

Marks’ın da belirttiği gibi, Shakespeare bu tiratta, paranın gerçek doğasını mükemmel bir şekilde betimlemektedir. Yine Marks’a göre, bu dizelerinde Shakespeare, paranın iki niteliğini özellikle vurgular:
‘1. Para, gözle görülür ilahtır- bütün insani ve doğal niteliklerin karşıtlıklarına dönüşümü, şeylerin evrensel birbirine karışımı ve tersine dönüşü: Olanaksızlıkları kardeşleştirir.

2. İnsanların ve ulusların ortak orospusu, ortak pezevengidir.

(…) Para, insanoğlunun dışlanmış yeteneğidir.’

Shakespeare, dünya yazın tarihinde eşi görülmemiş bir biçimde anlatır para denen tuzağı dizelerinde. Hangi izlekte yol alacak olursa olsun, anlamlandırmak istekleri hem çağına sıkı sıkıya bağlı hem de çağlar ötesine ışık tutacak niteliktedir. Shakespeare dilini, sadece tiyatronun  düz anlatımına sığdırmaya çalışsaydı, şiirin o eşsiz imge diliyle konuşmasaydı,‘ artık uyumayın, Machbet uykuyu öldürdü’ diye Machbet  ya da ‘bilinç insanı korkak ediyor’ diye fısıldamasaydı Hamlet, bu denli güçlü tutabilir miydik yüzyıllar sonra, hiç karşılaşmadığımız o soyluların yıkık ve kırık kalbini, bilemiyorum. Düz metinlerinde bile, şiir dilinin metafor ve imgelerini ustalıkla kullanan Shakespeare, en sıradan kahramanını da esirgemeksizin şiirin metafor gemisinde  çarpıcı ışıklarla donatmış, bütün kahramanlarını  inandırıcı ve gerçek kılmıştır.

YAŞAMAK YENİ BİR ŞEY Mİ?

Çağdaşları dışında pek çok düşünür, yazar, felsefeci ve bilim insanını etkileyen Shakespeare için ‘Varoluş’ en büyük soru ve sorunlarından biridir.

‘To be, or not to be: that is the question:’

İnsanın var olduğu andan beri yanıtlamaya çalıştığı bu temel sorun, belki de ancak şiir dili ile böylesine güçlü meşrulaşabilir ve evrenselleşebilirdi.

Her çağda ve her yaşta, cinsiyeti, ırkı, ulusu ne olursa olsun, bütün insanlığa seslenebilmesinin gücünü şiir diline borçludur Shakespeare. Ana diline büyük bir sorumlulukla yaklaşan, zengin, yalın ve geniş kitlelerle iletişim kurabilme becerisine sahip muhteşem bir şiir dili. Felsefenin temel sorununu, yüzyıllardır eskimeden yaşayan bu sorunu, Rönesans’ın eteğinden bütün çağlara unutturmadan böyle yüreklice ancak şiirin sesi ulaştırabilirdi. Shakespeare, şiirin sesinin düz yazı metninin kuruluğu karşısında ne denli akılda kalıcı olduğunun ve zamana direncinin ne kadar yüksek olduğunun farkındaydı. Şiiri seçmesi bu nedenle rastlantı değil, bilinçli bir tercihtir.

‘And by opposing end them? To die: to sleep;’
Korkunun ölüme değil, ölümden sonrasına dair olduğunu söyleyebilmek, bunu halka açık bir tiyatronun göğsünden şiir olarak dinletmek az şey değil.

İlk duyuşta, ölüme övgü gibi görünen bu dizeler, felsefecinin de önünde duran şair duyarlılığının en yalın ve açık sorusudur yeryüzüne. Shakespeare bu soruyu çağına, çağını insanına ve çağlar ötesine sormaktan çekinmemiştir. Rönesans’a henüz ayağını başmış, İngiltere’nin yüzüne karşı ölümden sonrasına dair duyduğu kuşkuyu açıkça söylemek, Hamlet kadar cesur olmayı gerektirirdi. Bu yürek parçalayan şiiri bu yeryüzünün alnına yapıştırılmış manifestoyu bir daha okumak isterim. ‘Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel 
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına 
Yoksa diretip bela denizlerine karşı 
Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız 
Bitebilir bütün acıları yüreğin, 
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. 
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü. 
Çünkü, o ölüm uykularında
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. 
Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan. 
Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? 
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine 
Sevgisinin kepaze edilmesine 
Kanunların bu kadar yavaş 
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
Kötülere kul olmasına iyi insanın 
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? 
Kim ister bütün bunlara katlanmak 
Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya 
Ürkütmese yüreğini? 
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa 
Çektiklerine razı etmese insanları? 
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: 
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor 
Yürekten gelenin doğal rengini. 
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar 
Yollarını değiştirip bu yüzden
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.’

Ölüm bir ülkedir Shakespeare’in gözünde. Sayısız gideni olmasına rağmen, hiçbir haritası olmayan bu ülkede rüyalar var belki de. İşte o rüyalar, ölümün rüyaları, pek çok insanın yaşamayı seçmesinin nedeni. Ölüm değil, yaşamak bir seçim bu nedenle. Ölümü seçmeme nedeni, yaşamayı çok istemesi değil, ölümün getireceği sürprizlerden korkmasıdır. Yaşamın tanıdığı ağırlığından daha ağır bir korku, ölüm sonrası göreceği rüyaların korkusu. Ölümle hesaplaşmanın aslında yaşamla hesaplaşmak olduğunu hınzırca kalbimize kazıyan dizeler işte…
‘Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya 
Ürkütmese yüreğini?’

Sanki yolda sizinle konuşur gibidir Hamlet’in orijinal telaffuzu. Kafatası ile oynayarak, sohbete devam edersiniz yol boyunca. Yürüme ritmine uygun ve sakin bir konuşma. Ölüm üzerine konuşurken başka nasıl bir ses çıkar ki hançeremizden? Korku, sanılanın aksine alçak sesle dile getiriyor kendini bilge Shakespeare dilinde.  Onun şiiri günlük dilin neredeyse ta kendisidir. Şiir yapmaya çalışmaz, sıradan şeylerden söz eder gibi söz eder ölümden. Meraklı bir çocuk kalbidir her kelimesi. Israrlı ve duyarlı.

Ölmek: uyumak eşitliği söylenirken, ölüme bir çocuk gözüyle bakar. Uykudadır ölenler bir çocuğun gözünde. Uyumak ayrılmaz ölümden. Ölüme dair bildiğimiz tek şey insandaki görüntüsüdür; Uyur gibi duran bir insan. Çocuklar nasıl görüyorsa öyle işte. Söylerken ölümü uzatıp uykuya bağlar ses orijinal teleffuzda.

‘Or to take arms against a sea of troubles

And by opposing end them. To die—to sleep,’

 Sonra birden bambaşka bir yüzyılda, başka devrim sarmalında Shakespeare sesi kadar derin bir çığlık duyarız bir başka şairin yüreğinden yeryüzüne fırlatılmış… Bu kez yiğitçe bir seçim yaparak, ölümü dener onun yaşamı. Bir devrimcimin sesinde ölüm, intihar olarak kendini kanıtlayan ölüm, sanki Shakespeare’e yanıt gibidir:

ELVEDA SEVGİLİ DOSTUM

Elveda sevgili dostum elveda,

Sen kökleri içimde uzanan.

Ayrılık yazılmış alnımıza

İlerde gene karşılaşırız inan.

Elveda dostum, el sıkışmadan

Sessizce. Ne keder ne tasa gerek:

Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada

Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.

Sergey Yesenin

Hamlet’in sözleri ‘action’ yani eylem kelimesi ile biter. Engellenmiş eylem. Acıtan eylem. Sözün yerine geçmesi gereken eylem. Birkaç yüz yıl sonra karşılığını bulan söz… Baştan sona şiir olan eylem, eylem olan şiir.

Yelda Karataş

*Shakespeare çevirileri Sabahattin Eyupoğlu, Yesenin çevirisi Attila Tokatlı’ya aittir.

Picture of Yelda Karataş

Yelda Karataş

Tüm Yazıları