Pandemi döneminde izlediğim Papusza (2013) hakkında yazmadan yıllar öncesine gitmek istiyorum. 2006 yılında Ankara Film Festivali’nde izlediğimiz bir film vardı: Nikifor (2004). Sinefil arkadaşlarımla hayran kalmıştık. Nikifor ve Papusza’nın yönetmeni aynıydı: Krzysztof Krauze ve ben bu yönetmenin filmleri sayesinde varlıklarından haberdar olmadığım bir ressam ve bir şair tanımış oldum. Yıllar geçmesine rağmen Nikifor’un görüntülerinden çoğu özellikle kasabanın karla kaplı görüntüsü, evlerin üstüne inen kar taneleri ve ressamın naif tabloları hala gözümün önünde canlanıyor.
Nikifor kısmen sağır, okuma yazma bilmeyen bulduğu her kâğıda, sigara kartonlarına bile resim çizen naif bir ressam. Polonyalı Nikifor Krynicki (1895-1968), kimliği bile olmayan, insanlardan izole büyümüş, insani şartlardan mahrum yaşayan, ağır tüberküloz hastası biridir. Yaşamının son yıllarında, ressam Marian Wlosinski onunla önce atölyesini paylaşmaya bile razı olmaz ama daha sonra fedakârca Nikifor’a sahip çıkar ve resimleri ile Krakow’da bir sergi açmayı başarır. Nikifor’un gerçek adı Epifan Drowniak’dır, ömrü boyunca 40.000 resim yaptığı tahmin ediliyor. Krzysztof Krauze yıllar önce bir kütüphanede karşılaştığı ressam ile ilgili bir kitaptan sonra bu projeye başlamış ama uzun yıllar yapımcı bulamamış. Ressam hakkında belgesel yapmak istiyormuş ama yapımcılar sıcak bakmayınca uzun metraj filme karar vermiş. Ressamı filmde Krystyna Feldman yani 84 yaşında bir kadın canlandırıyor ve oyuncu bu rolüyle 2005 yılında Karlovy Vary Film Festivali’nde ödül alır.
Krzysztof Krauze (1953-2014) Polonyalı bir yönetmen, aynı zamanda görüntü yönetmeni ve aktör. 1980 yılında film çekmeye başlayan yönetmen önce kısa filmler, belgeseller ve TV filmleri çeker. 1999 yılında çektiği Dlug (Borç) ile festivallerde ödüller alır. Dlug’un senaryosu gerçek bir olaydan esinlenerek yazılmış. 1990’larda Polonya’nın Varşova kentinde gerçekleşen cinayetlerin hikayesini anlatır.
Benim Nikifor ile tanıdığım yönetmen Papusza ile de 33. İstanbul Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü alır. 2014’te yönetmeni kaybederiz. Ama ölmeden önce eşi ile çekimlerini tamamladığı Kigali’de Kuş Sesleri filmi 2017’de festivallerde gösterilir. Mülteci sorununa farklı bir açıdan bakan filmde iki kadının öyküsü anlatılır. Soykırım sırasında Ruanda’da bulunan Polonyalı bir kadınla yaşanan katliamdan canını zor kurtaran bir Tutsi.
Yönetmen ve Nikifor hakkında bu kadar bilgi verdikten sonra Papusza’ya geri dönelim isterseniz. Papusza’yı Krzysztof Krauze ve karısı Joanna Kos-Krauze birlikte yönetmişler. Nikifor’un senaryosunda da katkısı var Joanna Kos-Krauze’nin.
Gerçek ismi Bronislawa Wajs (1908-1987) olan Papusza (lakabı) okuma yazmayı kendi çabasıyla Yahudi bir kadının yardımıyla öğrenmiş. Çingene kadın şairin yaşamı ile Polonya’da yaşayan Çingenelerin uzun bir döneme yayılan yaklaşık altmış yıllık tarihine birlikte tanık oluyoruz.
Papusza içinden geldiği gibi şarkılar söyler ve bu şarkılar aslında birer şiirdir. Çingeneler arasında okuma yazma bilen nadir kişilerden biridir. Çingene toplumu göçebe bir yaşam sürdükleri için okula gidemediklerinden okuma yazma öğrenmezler ve okumayı büyücülükle ya da lanetlikle bir tutarlar. Lanet konusunda korkunç inançlarının olduğunu görüyoruz filmde. Papusza okuma yazma bildiği için lanetli olarak görülmektedir. Çingene toplumunda kadınlar sadece soyun devamı için bir de şarkı söyleyip fal bakarak para kazanmak için faydalanılan araçlar gibi görülüyorlar. Her yerde olduğu gibi Polonya’da da Çingeneler ötekidir, Çingene kadınları ise iki kez ötekidir. Biri Lehlerin gözünden, ikincisi kendi toplumları gözünden. Yine Çingeneler kendilerinden olmayanlara dışardan gelene güvenmiyorlar ve hiçbir sırlarını paylaşmıyorlar ve onlara Gadjo diyorlar.
Film 1908 yılında Papusza’nın doğumuyla başlıyor ardından İkinci Dünya Savaşı yıllarına atlıyor. Çocukluğu, yaşlılığı, genç kızlık dönemi zaman kaydırmalı bir kurguyla anlatılıyor. Bu değişik kurgu zaman zaman izleyicide kafa karışıklığına neden olabiliyor.
Filmde anlatılan 1908’den 1971 yılına kadar Polonya’da Çingeneler, önce krallığı ardından komünist dönemi, iki dünya savaşını ve Nazi zulmünü yaşarlar. Bu arada da yaşadıkları zulümler, acılar ve yoksulluk korkunçtur.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, yazar Jerzy Ficowski Nazilerden kaçmak için birkaç yıl Çingenelerle yaşar. Bu dönemde Papusza ile yakın dostluk kuran yazar onun şiirlerini fark eder. Savaş bitip yanlarından ayrıldıktan sonra da mektuplaşmayı sürdürür. Papusza’nın şiirlerini Polonya’nın önemli şairlerinden Julian Tuwim’e gösterir ve Lehçe’ye çevirdiği şiirlerini yayınlatır. Kendisi de Papusza’nın anlattıklarından yola çıkarak Çingeneler hakkında bir kitap çıkartır (The Gypsies in Poland). Ama bu kitap Papusza’nın sonunu hazırlar.
İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Sosyalist Polonya Devleti Çingeneleri yerleşik yaşama geçirmek üzere bir yasa çıkartır. Ama buna şiddetle karşı çıkar Çingeneler. Göçebe hayat tarzları ile ancak kültürlerine sahip çıkacaklarına inanmaktadırlar. Papusza ise yerleşik düzene olumlu bakmaktadır ama onlara layık görülen insani şartları sağlanmayan tek odalı evlerdir. Kendi orijinal müziklerini bile yapma izinleri ellerinden alınır, yoksulluk dayanılmaz olur.
Yerleşik düzene geçilmesini istediği için dışlanan Papusza, Jerzy Ficowski’nin kitabı ile de lanetlenir. Çingenelerin tüm sırlarını bir Gadjo’ya anlattığı için o bir haindir. Adeta aforoz edilerek Çingene toplumundan da atılır. O günden sonra bir daha şiir yazmaz ve çıldırarak akıl hastanesine düşer. Çıktığında bu kez tavuk çaldığı için hapishaneye girer. Devlet Orkestrası onun şiirlerinden bestelenen eseri icra edeceği zaman akıllarına gelir Papusza. Hapishaneden alıp zorla konser salonuna getirirler “Ben şair değilim” der. Yaşamının son yıllarını yoksulluk ve yalnızlık içinde doldurur.
Göçebe bir hayatın zorluklarının çokluğu ama diğer yandan da özgürleştirici bir yanı olduğu vurgulanır filmde. Çingeneler kendi seçimleri olan bu hayatı sürdürmek isterler.
Yönetmen dönem fotoğraflarından yararlanarak oluşturmuş mizanseni. Siyah-beyaz görüntüler olağanüstü. Atların çektiği kağnıların, karavanların üzerinde sürekli göçen Çingeneler, her taşınmada kağnılara yüklenen o kocaman arp filmin unutulmaz sahneleri oluyor. Kar ve yağmur sahneleri de tıpkı Nikifor’da olduğu gibi bellekte kalıcı doyumsuz güzellikte.
Papusza’yı canlandıran Jowita Budnik ve Jerzy Ficowski’yi canlandıran Antoni Pawlicki’nin başarılı oyunculuklarını anmadan geçmek olmaz.
Çok klişe bir deyim olsa da şiir gibi bir film Papusza. İzlerken Çingenelerin acılarına ortak oluyor, eğlencelerinden keyif alıyor ve yaşamlarını derinden hissediyoruz.
Filmde Papusza’nın şiirlerinden çok az dize yer alıyor, onlardan birkaçı ile yazımı noktalamak istiyorum:
“Kimse anlamaz beni
Ağaçlardan ve sulardan gayri,
Dile geliyor düşüncelerim
Her şeyi, her şeyi nasıl kaybettiğim,
Her şeyin nasıl benden alındığı
Gençlik yıllarımla birlikte”
Bronislawa Wajs