Fotoğraf Cengiz Yavuzak
Zeynep Çiğdem Saltık
Evet, çok tuhaftı ağlayamadık ama ruhumuz paramparça olmuştu. (Dostoyevski-İnsancıklar yapıtından telmih yapılmıştır.)
Ve o parçaların her birini, bir erkek sahiplendi. Kimi erk adına kimi aşk adına; kimi erkek kardeş kimisi baba olmanın verdiği yetkiyle.
Hatta sitenin güvenliği, sokağın bekçisi, en yakın arkadaşınızın eşi ve belki de bakkalın yeniyetme çırağı bile kocaman laflar eden kocaman amcalardan aldıkları güçle bittabi hepsi de bizi ‘korumak’ adına kan çanağına dönmüş gözlerini diktiler birer birer üzerimize…
Doğadaki yalnızca birer et parçası olan vajinalarımıza girecek başka bir et parçasına dair methiyeler düzerek büyüttüler çocuk bedenimizi.
Namus ve ahlak soslu yemek tarifleriyle besledikleri düşüncelerimize tutunarak, nemli mutfaklarda komşu teyzelerin nasihatlerine paspas eden analarımızın yargılarıyla yüzleşme sancısını doğurduk gizli gizli.
Binlerce yıldır doğada var olan miyarlarca canlının doğurabilme yetisini, kutsal annelik terennümüyle kakaladılar küçük ev aletleri pazarlayan mütebessim reklamlar. Ne mutlu bize ki; her anneler günü şamatasında gözyaşımız hep pıtt diye düştü kapitalist canavarın iştahla açılan erkek egemen ağzına. Anneye hediye alma zorunluluğuyla devinen yarım pabuçlu çocuklar, ne de çabuk bildiler sınıflı toplumda armağan seçmenin acısını..
Medyanın şaşı penguenleri, binlercesi sokaklara dökülüp “BEN VARIM.. BEN YALNIZCA KADINIM.. GÜL DE DEĞİLİM.. ÇİÇEK DE BABANDIR…” diye haykıran kadınları, orospu bellettiler ucuz kamera oyunlarıyla.
Toplum ahlakı olarak sunulan paket programların içinden gündüz kuşağında, birleşip yufkacıya kaçan eltiler çıkıyordu halbuki… Ahlakı, kadının bacak arasından ibaret gören bir toplumun çürümüşlüğü sızıyordu ekranlardan taksidi hala ödenen oturma odalarına.
Primetimeda racon kesip mafyacılık oynayan, ‘kadınım namusumdur’ çığırtganlığını eline tespih beline silah yapan yakışıklı ve karizmatik jönler süslüyordu genç kızların rüyalarını. Sınıf atlamanın ön koşulu, aşırı güzel ve cool fenomenlikten geçiyordu sanal dünyamızda.
Dersliğin kapısında sözde sevgilinin pis salyalı küfürlerinden çekip aldığınız 16 yaşındaki öğrenciniz, “Çok seviyor beni hocam, ondan kıskançlık yapıyor.” dediği an yırtıp attık devlet tasdikli müfredatın sayfalarını çığlık çığlığa…
Korktukça güçlenen, güçlendikçe yalnızlaştırılan mor saçlı feminist ablalar; bıçağı takıp namusunu temizleyen erkekten daha sakıncalıydı bu topraklarda.
Bir gecede yokedilen yalnızca İstanbul Sözleşmesi değildi oysa. Bir canlının doğurduğu başka bir canlının hayatta kalma ve kendini güven içerisinde var etme özgürlüğünü elinden almaktı. Rızası; lal olmuş dilinden, korkusundan, yaşından, töreye uymamasından, mini eteğinden veya yalnızca kadın, çocuk, eşcinsel, trans birey ya da hayvan oluşundan sayılan insanlık onurunun paramparça edilmesiydi belki de…
Diyoruz ya, çok tuhaftı ağlayamadık ama hem ruhumuz hem de bedenlerimiz paramparça olmuştu.
Ve her bir parçası, bir penisin üzerine zimmetlenmişti nihayetinde…