Porno ya da pornografi dendiğinde ister istemez rahatsız olunur, sanki biraz da utanılır durumdan. Kimse duydu mu diye etrafa bakılır hatta. Tabu kelimelerden biridir pek çok toplumda. Yunanca “pornographos” sözcüğünden türetilmiştir ve “fahişelik edebiyatı” anlamına gelir. Genellikle pornografinin asıl özelliğinin cinsellik olduğu görüşü hâkimdir. Oysa, “edebe aykırı” anlamına gelen “müstehcen” kullanıldığında kimse rahatsız olmaz. Tam burada “edep nedir?” diye sormak gerekir ancak konumuz bu değil.
Vedik metinlerden beri toplumsal gücün erkeğin olduğu sosyal bir kabuldür. Benzer inancı Antik Yunan’da da görüyoruz. Aristoteles, kadın-erkek eşitsizliğini erkek lehine vurgular; Ksenophon evlilik yaşına gelmiş kızların cahilliğinden yakınır ve kocaları tarafından eğitilmeleri gerektiğini söyler; Platon ise (ki beni en çok yaralayan kendisidir) bu durumu kadınların erkeklere nazaran daha az yetenekli olmasıyla açıklar. Neyse ki Antik Yunan’da kadın Helenistik dönemle birlikte fark edilmeye başlandı ve filozof, bilim kadını, sanatçı olarak sosyal hayata girdi.
Antik Yunan’da yaşlı zengin hanımlara ve erkeklere hizmet veren erkek fahişeler varsa da genel olarak erkek fahişeliği yasaktı. Oysa kadın fahişeliği günlük hayatın parçası ve epey getirisi olan bir işkoluydu. Bana kalırsa antik dünyanın bu konuda kafası biraz karışıktı çünkü merkezi yerlere genelevler açılmasına, fahişelik de yasal olmasına rağmen çok aşağılanan bir işti. Bu işi yapanlar “khametips” (yerin dibine geçirilmiş) olarak adlandırılırdı. Örneğin, bir Atinalı bu işi yaparsa vatandaşlık haklarını yitirirdi.
Porno sözcüğüne kaynaklık eden “pornai”ler fahişe sınıfının en altındaydı. Bu seks işçilerinin esas kaynağı ‘Barbar’ olarak nitelendirilen yabancı kökenli köle kızlardı. Müşterileri genellikle fakir vatandaşlardan ve gemicilerden oluşurdu. Birlikteliklerini seçme hakkı olmadığı gibi istenilen tüm hizmeti de vermekle yükümlüydüler. Bir vatandaşın malıydılar, onun adına çalışan seks köleleriydiler.
İkinci fahişe tabakası kendi adına sokaklarda çalışan “bağımsız fahişeler”di. Genellikle bir şekilde her şeylerini kaybetmiş ailelerin kadın veya kızları idiler. Ağır vergiler altında yaşayan fakir yurttaşların ailelerinin zaman zaman sokaklara düşmesi kaçınılmazdı. İş yapamaz durumdaki yaşlı “hetaera”lar da bazen bu sınıfa düşebilirlerdi. Bazı hizmetler de bu sınıftan sayılırdı. Müzisyenler, dansçılar, barlarda çalışanlar gibi. Vergi verirlerdi ve kontrol edilirlerdi.
En üst sınıftaki “hetaera”lar ise diğerlerinden farklıydı. Dans, müzik, güzel konuşma, felsefe gibi eğitimlerden geçerlerdi. Beraber olacakları kişiyi seçtikleri gibi seks için zorlanamazlardı. Özgür ve bağımsızdılar. Üst sınıf erkeklere keyifli ve seviyeli arkadaşlık hizmeti vermek üzere eğitim alırlardı.

Eski Roma’da da ailenin reisi, yani pater familias’ı, baba idi. MÖ 3. yüzyıldan itibaren Roma’nın sık sık savaşta olması nedeniyle babaların ve kocaların uzun süre evden uzakta kalması ve çoğunun geri dönmemesi, Roma kadınının kendi yetkisini ele geçirmesinde en etkili sosyal dönüşümü oluşturdu.
Antik Roma’da ise fahişeleri tanımlamak için kullanılan dil çok zengindi. Konumuz fahişelik olmadığı için detaylara girmeyeceğim ancak modern dünyanın pornografi ve oral seks dediği şeylerin bugünküne yakın bir anlamla İmparator Tiberius’la tarih sahnesine çıktığını belirtmekte fayda var. Oral seks aşağılık kabul edilen ve bir köleden bile istenemeyecek tabu olan bir şeydi. Tiberius’un Capri adasındaki malikânesinin sekse yönelik düzenlemesi ile işin içine çocuk, genç kadın ve erkekleri dahil ettiği seks fantezilerini ise buraya yazmam mümkün değil.

Ancak şunu anlatayım: Ephesos’lu Yunan ressamı Parrhasius, fahişe Theodote’ye âşık olmuştu. Theodote, çok güzel bir kadındı. Sokrates’e göre ressam Parrhasius tensel zevklere düşkündü ve bunu saklama gereği de duymuyordu. Theodote’nin birçok çıplak resmini yaptı. İmparator Tiberius, Parrhasius’un pornografi diye adlandırılan bu fahişe resimlerini biriktirmişti. Tarihçi Suetonius, İmparator Tiberius’un bu kıymetli koleksiyonuna ilaveten, Yunanlı Elephantis’in seks el kitabına da sahip olduğunu ve bunu başucu kitabı olarak kullandığını yazar. Tarihin ilk seks el kitaplarından biri olan Elephantis’in kitabı şematik resimler de içeriyordu.
Doğulular aşk sanatını daima özel olarak ele almışlardır. Erotik pornografinin ilk ayrıntılı örneğinin Vatsayana’nın “Kama-Sutra”sı olmasına şaşmamak gerekir. Dördüncü yüzyılda Sanskritçe olan yazılan kitap her dönem satmasına rağmen “Lady Chatterley’nin Aşığı”nın Hindistan’da yasaklanması ilginçtir. On sekizinci yüzyıl ortalarında yazılan ve İngiliz pornografisinin ilk başyapıtı olan “Fanny Hill’in Yaşamının Anıları”ndan sonra hızla artan pornografik malzeme satışının en yüksek düzeyinin Viktorya dönemi olması da dikkate değerdir. Sonrasında cinsel sapmaları konu olan pornografi düzeyinde pek çok kitap yazıldığını da biliyorsunuz. Hatta matbaanın icadından sonra en çok basılan kitap olan İncil’in arkasından porno edebiyatının geldiği söylenebilir.








Dünyada hala seks/sanat/ticaret üçlüsünün gücü devam ediyor. Kadın bedeni de bir meta olarak bir şekilde bu düzenin bir parçası. Giderek muhafazakarlaşan yönetimlerde hem gizli pornografinin artması hem de yasaklanması yaman bir çelişki kuşkusuz. Pornografi tanımı da çelişkiler içeriyor üstelik.
Çağlar öncesine ait heykelciklerin, büyük sanatçıların içinde çıplaklık barındıran eserlerinin sosyal medyada yayınlanan görüntülerini pornografik sayan platformların yanı sıra, bazı porno sitelerinde eserlerin yeniden canlandırması yapılarak sanat pornolaştırılıyor. Pornografi ve erotizm arasındaki fark da giderek yok oluyor.
Kadının ayaklarının üzerinde durma çabası ile ayaklar altına alınması da dünyanın çelişkilerinden biri. Oysa, yazıdan önceki uzun dönem boyunca kadın bereketin, doğurganlığın ve yaşamın simgesi olarak görülür, kutsanırdı. Peki ne değişti? Zor bir konu… Bence tek bir cevabı var: Erkek doğumdaki kendi rolünü keşfetti.