Yelda Karataş. Seviyorum bu kadını. Kelimeleri çıra gibi ateşleyişini, dumanını, bakışını, meselelere karşı yiğitçe duruşunu seviyorum. Öte yandan sakinliğini, telâşsızlığını… Gülümsemesini iki dudağının arasındaki hamakta tatlı tatlı sallayışını…
Onyıllar önceydi. İstanbul’da ortaokul yıllarım. Duymamıştım ismini, tanımıyordum onu henüz. Ama Sezen Aksu’nun sesinde güftesiyle raks eden bir Rakkas vardı ki, işte onu cemâziyelevvelinden tanıyordum. Hafta sonları düğün dernek sahiplerinin nişan törenleri, kına eğlencelerine davetlileri götürmek için kiraladıkları minübüslerde, kadınların güle oynaya hepbir elden vurmalı çalgılarla çaldıkları o şarkının sözlerini sarı Sevim ile birlikte avazım çıktığı kadar söylüyordum:
“rakkas geldi meydane
al bastı ak gerdane
ay ay ay ay ay ay canlar
böyle dilber gördün mü
ey meclisi şahane
ay ay ay ay ay ay canlar”
Bana göre o yıllarda İstanbul’da Rakkası ve meşhur İstanbul Sokakları şarkısını en güzel Hüdâverdi abi çalardı: Bizim mahallede! Yakın komşumuzdu Hüdâverdi abi. Mahallemizin enstrüman kullanabilen tek genci, elektro sazı olan tek müzisyeniydi o. Törenlere gitmeden evvel provalarını itinayla yapar, hakkını vere vere notalara basar, coşkuyla nefesini üflerdi yaz akşamlarına.
Bir sürü sandalyenin sokağın en geniş yerini çemberlediği alanlarda yapılırdı o zamanlar bu törenler. Toplumun memur, emekli, küçük esnaf, geliri değişmez insanları düğün öncesi eğlencelerini hep böyle yaparlardı. Babam da o insanlardan biriydi. Akciğerleri işlettiği iki kahvehanenin dumanına daha fazla dayanamayınca, ikisini de kısa aralıklarla devretmişti bir arkadaşına. Birkaç ay istirahat ettikten sonra mahalledeki fırının tam karşısına küçük bir esnaf lokantası açmıştı. Kahvehanelerin elden çıkmasına benden iki yaş küçük olan erkek kardeşim Turgut ve ben çok üzülmüştük. Haftada bir iki defa okul dönüşünde aç karnımızla, dar ve uzunca olan küçük kahvehaneyi ziyaret etmeyi çok seviyorduk kardeşimle. Mekâna geldiğimizde dış kapının eşiğinde durur beklerdik. Babam içeri almazdı bizi. Kısacık bir hoşbeşten sonra yine kapıda bekletir iki şişe gazozla geri dönerdi. Sonra elini yeleğinin cebine sokar (ama hep sol elini sol cebine) leblebi ve ‘çokomilk’ satın alabileceğimiz kadar harçlık uzatırdı bize.
Toplum dedim de neleri hatırladım, hafıza bir mucize…
Son senelerde bir başka dinliyorum Rakkası, Daveti, Yarası Saklımı, Son Sardunyaları… Sözlerini kimin emzirdiğini bilerek. Ve şiirlerini… Farklı okuyorum Yelda’nın. Marifetin: bir şiiri bir solukta baştan aşağıya okumak değil -den halinden ten haline- kadar okuyup yaşamak olduğunun farkındalığıyla. Bana, gözleri ebruli bir ormanı andıran bu kadının Baba Kokusu, Reyhan Çiçekleri’nde buluyorum kendimi en çok… Bir de her okuyuşumda beni gülümseten:
“Her kediden dost, her kurbağadan prens olmaz” dediği kısacık masalı… Doğru, lâkin hoşa gitmeyen gerçek.
Tüm şiirlerini topladığı son kitabı “Hüznün Kısa Tarihi”ne sahip olma heyecanı içimde hâlâ. İlk İstanbul seyahatimde edineceğim demiştim, edindim. Hem de Yelda karşımda, hem de imzalı olarak. Fırsatı kaçırmadım ve sevdiklerime de imzallatım birkaç tane.
Baba Kokusu’nu 2011, 4 Kasım’da çekmişim ciğerlerime (bloğumda.) Reyhan Çiçeklerini de 2022’nin kucağına bırakmak istiyorum bugün.
Ömrünü güzellikler, yüzünü şiirler öpsün Şairim…
***
Reyhan Çiçekleri
Bir hain çağdayız
saçına gül karası takmış akşamların nöbetinde
öfkenin önüne geçecek kadar büyümüyor sevgimiz
Ey suların sultanı, balıkların nefesi
bilmediğim kıyılarda aşka ıslık çalan yürek
penceresi ter içinde ince dantelli sabah
ey tin kokulu ten
bana zamanı açan ve aşan bir şey söyle
İkimiz de biliyoruz neden beyaza dönüyor kıyıya vurunca deniz
gece neden sabahı bekler biliyoruz
bazı acıların ölümle bile geçmediğini öğrendik
ne kadar korkarsak korkalım ki bu hiç iyi değil
kana bulanmış göğün rengine bir yurt haritası çizemiyor vicdanımız
Şimdi gecenin çıplak sırtına giren bu mızrağı çıkaralım
kendi yarınına kendi karar verecek bir gün kapıda işte
hızla sarıyor hayatın sırtına umudun paltosunu
sen yeni bir Beşir Masalı ararsın biliyorum
benim elimde reyhan çiçekleri…
(Umut Günlükleri)