FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Renklerden Mavi

Renklerden Mavi

Ayşe Didem Bayvas

Sadece doğada değil yaşamımızın her anında karşımıza çıkabilen renk, bizi o kadar etkiler ki rengin yokluğu mutsuzluğa bile dönüşebilir. Bilimsel tanımını ilk defa yapan I. Newton’a göre renk, beyaz ışığın tayfıdır yani nesnelerin rengi yoktur. Newton’ın belirlediği şemaya göre sarı, kırmızı ve mavi ana renkler; turuncu, yeşil ve mor da ara renkler olarak sıralanır. Güneş ışınlarını yansıtmayan, tamamen emen cisimler gerçek anlamda bir renk olarak kabul edilmeyen siyah, onun tam tersi olarak dönüşümlerini tamamen yansıtan cisimler ise beyaz olarak kabul edilir.

Newton tarafından ortaya çıkarılan bu bilgi, sanatta devrim yaratmıştır. Resim sanatı sürecine bakarsak renk kullanımını inançların sınırlamalarından tutun da renklerin fizyolojik ve psikolojik etkilerine kadar pek çok oluşum belirler.

Ana renklerden olan maviye doğada neredeyse sadece gök ve denizin rengi olarak rastlanır. Mavi sözcüğü Arapça “su gibi” anlamına gelen Ma’i sözcüğünden Türkçeye geçmiştir. Kâşgarlı Mahmud‘un 1073 yılında yazdığı Divân-ı Lügati’t-Türk adlı yapıtında çaqır (çakır) ve gök (kök) sözcükleri mavi anlamında kullanılır.

Doğada bulunmayan bir rengin pigmentini oluşturabilmek için çok nadir bulunur nitelikte maddelere ulaşmak gerektiğinden mavi özellikle Antik Çağ boyunca Avrupa’da pek bilinmez. Hatta dil sihirbazı Homeros (MÖ 9. yüzyıl) ve denizden ‘şarap rengi’ ya da yeşil olarak söz ediyordu. Oysa ondan önce Girit’te Minos Uygarlığı’nın görkemli Knossos Sarayı’nda (MÖ 17. yüzyıl) bazı fresklerde mavi rengin kullanıldığını görüyoruz.

Mısır Mavisi (cuprorivaite) olarak bilinen ilk toz boyanın MÖ 2200 civarında Mısır’da üretildiği düşünülüyor. Mısırlılar, bu rengi firavunların mezarları dahil pek çok gündelik eşyada kullanmışlar.

Afganistan dolaylarından gelen “lapis lazuli” de mavi renk elde etmek için kullanılırdı. Antik Mısırlılar lapis lazuliyi hem ölü maskelerinde hem de mezara hediye olarak koydukları kil heykelciklerde kullanıyorlardı 

İsrailoğulları, kutsal kitaplarına göre Tanrı Yehova ile aralarındaki özel ilişkiyi unutmamak için “eteklerinin saçağı üzerine mavi bir kordon” koymalıydılar. İbranicede mavinin bir tonu olan thelet denen çivit mavisi, büyük ihtimalle murex trunculus adlı salyangoz türünden üretiliyordu. Yahudilerin dua sırasında kullandıkları tallit adlı örtü beyaz ipek ya da pamuklu kumaş üzerine mavi çizgilerden oluşur.

Romalılar için mavi renk çalışanların ve işçi sınıfının rengiydi. Bunu Isatis Tinctoria isimli bitkiden yani çivit otundan elde ediyorlardı. Zengin Romalılar ise Indigofera Tinctoria isimli, kaynağı Hindistan olan bir bitkinin yapraklarından elde edilen indigo rengine boyanmış elbiseleri giyiyorlardı. İndigo kelimesi, Yunanca’da Hint anlamına gelen indikos kelimesinden gelir.

Mavi renk, Orta Çağ’dan itibaren Hz. Meryem’in giysisinin rengi olarak kabul edilerek kutsallık atfedildi. Kilisenin Göksel Kudüs kabul edilmesiyle birlikte mimari formlar değişmişti, duvarları pencerelerle hafifleyen kiliseler mavi rengin hâkim olduğu ve Hz. Meryem’in hayatından sahnelerin anlatıldığı vitraylarla süslendi.

Bu dönemin en etkileyici resimleri Limbourg Kardeşler tarafından Berry Dükü Jean için hazırlanan Berry Dükü’nün Zengin Saatleri” isimli dua kitabının içindekilerdir. Limbourg Kardeşler’in yaptıkları bu minyatürleri benzerlerinden ayıran özellik sadece güzellikleri değil, Orta Çağ resminde ilk kez görülen sınıfsal bir ayrıma işaret ediyor olmalarıydı.

Doğu Roma yani Bizans resim sanatında mavi kullanımı özellikle mozaiklerde karşımıza çıkar. İtalya-Ravenna’da 5. yüzyıla tarihlenen Galla Placidia Mausoleum’undaki mozaiklerde mavi ve lacivertin en görkemli halini görüyoruz.

Rönesans’ta ise lacivertin tam anlamıyla göğe çıktığına tanık oluruz. 14 ve 15. yüzyılda lapis lazulinin boya özü İtalyan tüccarlar tarafından ithal edildiğinde Latince’de ultramarinus yani denizaşırı anlamına gelen “Deniz Mavisi” olarak yeniden adlandırılmıştır.

Barok dönemde maviyi en cüretkâr haliyle kullanan yine Kuzeyli bir sanatçı olan Vermeer’dir. Onun döneminde ultramarin oldukça pahalı bir malzeme olmasına rağmen her resminde bolca görülür.

“Berlin Mavisi” (Berliner Blau) ya da Prusya Mavisi (Preussichblau) ise Rokoko ressamlarının çok sevdiği uçucu ve düşsel dünya tasvirlerine çok uygundu.

19. yüzyılda mavi gökyüzünün altında resim yapmaya başlayan ressamların hayatı, taşınabilir boyaların üretilmesiyle kolaylaşmıştı. C. Monet’nin bu dönem resim sanatına adını veren ve ona dair neredeyse bütün ilkelerin izlenebildiği “İzlenim” adlı resminde artık gökyüzü de deniz de ışığın vurduğu halleriyle tasvir ediliyordu.

Yapılan araştırmalarla mavi farklı tonlarda üretilmeye başlandı ve sanatçıların olanakları genişledi. “Sarısız ve turuncusuz mavi yoktur.” der V. van Gogh. Onun resimlerinde mavi sadece fon değil, zaman zaman “Yıldızlı Gece”de olduğu gibi başroldedir.

P. Picasso’nun 1901-1904 arasındaki dönemi, sanat tarihinde “Mavi Dönem” olarak bilinir. Dönemin ilk örneği, kendini 20 yaşından daha büyük olarak resmettiği otoportresidir.

1911’de Münih’te daha çok göçmen Rus ressamlardan oluşan ve kendilerini “Mavi Atlı” olarak adlandıran grubun adı, kurucularından olan Kandinsky’nin 1903 tarihli bir resminden geliyordu. H. Matisse için ise önemli olan en az görsel etkiyle en fazla titreşim yaratmaktı. Titreşim harekettir, ritimdir, enerjidir ve dinamizmdir. Chagall’ın masalsı dünyasında ise düşlerin mutlaka bir gün gerçek olacağını anlatır gibidir.

Mavi modern çağda bile sanatın hep içinde ve hep dikkat çekici olarak yer aldı. Günlük yaşamımızda da soğuk bir renk olmasına rağmen içimizi ferahlattığı bir gerçek. Beyazdan sonra en saf renk olduğundan dinginlik ve tefekkürün simgesi kabul edilir. Renklerin psikolojik etkilerinin dillere yansımasında ise neredeyse baş sıradadır. Örneğin İngilizce’de ‘feeling blue’ deyimi, hüzünlü ve mutsuz duyguların ifadesi olarak kullanılır; akademik araştırmalar, mavinin depresif duyguları ve hüznü ortaya çıkarttığını kanıtlamaktadır.

Picture of Ayşe Didem Bayvas

Ayşe Didem Bayvas

Tüm Yazıları