FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

SAATLER

SAATLER

İlk filmi Billy Elliot’ı çok beğendiğim Stephen Daldry’nin, ikinci filmi Saatler’i (2002) ilkinden de çok beğendim. Filmin ilgimi çekmesinin nedeni harika görüntülerinin yanında, farklı üç tarihsel dönemi, üç değişik kadını anlatırken bağlantıları sağlayanın iki kitap oluşuydu. Filmi izledikten sonra ilk işim Saatler romanını alıp okumak oldu. Okuduktan sonra filme daha da hayran oldum, çok başarılı bir uyarlama olmuştu.

Üç kadından biri Virginia Woolf (1923), ikincisi Los Angeles’da yaşayan sıradan bir ev kadını Laura Brown (1951), üçüncüsü de Manhattanlı dergi editörü Clarissa Vaughan (2000). Bu üç kadını bir arada anlatan kitap Saatler (Michael Cunnighan), aralarındaki bağlantıyı kuran kitap ise Mrs. Dalloway (Virginia Woolf). Bu romanında V. Woolf, Mrs. Dalloway’in bir gününü anlatır. Aslında bu bir günde bir ömür vardır. Filmde de üç kadının birer günü anlatılırken bütün ömürleri anlatılır aslında.

1923’te Londra’nın banliyösünde bir evde adeta zorla tutulan V. Woolf, Mrs. Dalloway adlı romanını yazmaya çalışmaktadır. Yıllardır ruhsal bunalımda olan, iki kez intihara teşebbüs etmiş V. Woolf’u, kocası gözünün önünden ayırmak istememektedir. Ama V. Woolf’un tek isteği Londra’ya dönmektir. Bu arada yeni kitabının yaratım bunalımları da onu olumsuz etkilemektedir. O gün kız kardeşi ve yeğenleri onu ziyarete geleceklerdir.

1951’de Los Angeles’da yaşayan Laura Brown’un, onu seven bir kocası, küçük bir oğlu vardır ve ikinci çocuğuna hamiledir. Ama o da huzursuz ve mutsuzdur. O gün kocasının doğum günüdür, pasta pişirir ama başarılı olduğu söylenemez. Onun aklı okuduğu romandadır (Mrs. Dalloway). Kendini öldürmek ister ama bunu yapamaz ve belki de ölümden zor bir karar alır o gün. Onu neyin huzursuz ettiğini, melankolik hallerinin nedenini çok sonra, filmin sonunda öğreniriz. 

2000’li yıllardaki Clarissa Vaughan ise AIDS’li eski sevgilisi şair Richard için vereceği partinin hazırlıkları içindedir. Clarissa Vaughan da mutsuzdur ve yaşamını sorgulamaktadır. Richard ona yıllardır Mrs. Dalloway demektedir. Çünkü Mrs. Dalloway’in ön adı Clarissa’dır ve Clarissa Vaughan da Mrs. Dalloway gibi işlerini sürekli programlamaktadır. Ama hiçbir şey programlandığı gibi gitmez yaşamda. Clarissa Vaughan eski sevgilisi Richard’ın intiharına tanıklık eder, bu onun programında olmayan bir durumdur.

Bu üç kadını birleştiren bir başka şey de biseksüel olmalarıdır. Filmde bu özellikleri bize duyguların açığa vurulduğu küçük anlarla, ya da bazı imalarla anlatılıyor. Açık bir cinsellik yok filmde. 2000’li yıllarda, kadın partneri ile aynı evde yaşayarak toplumda kabul gören Clarissa Vaughan, 1950’li yıllarda bu duygularını bastıran Laura Brown filmin sonunda bir araya gelirler.    

Film 1941’de Virginia Woolf’un intiharı ile başlar. Sonra geriye gideriz, 1923 yılıdır ve Virginia Woolf yeni uyanmaktadır. Ardından üç kadının peşi peşine uyanışları ve güne başlayışları şeklinde kurgulanmış sahneler gelir. Bu olağanüstü kurgu beni filmin ta en başından etkiledi. Hikayeler arasındaki gidiş gelişler, geçişler, ayrıntılar, sanat yönetimi çok başarılı. Özellikle üç ayrı dönemin çevre düzeni ve kostüm tasarımı övgüyü hak ediyor. 

N. Kidman’ın, J. Moore’un, M. Streep’in ve Ed Harris’in oyunculukları oldukça iyi. Bu kadar ağır tempolu bir filmde oyunculara çok büyük iş düşüyor. En ufak roldeki oyuncu da dahil herkes üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor. Zaten filmin oyuncuları özenle seçilmiş ve geçmişte çok başarılı performanslar çıkarmış kişiler, yani oyuncu seçimi kusursuz. Yalnız, N. Kidman’ın bana fazla yapay gelen takma burnuna ve Oscar’ı almasına itirazım var.  Evet oyunculuğu başarılı ama tekdüze bir oyunculuk, melankolik ve dalgın bakışlar Oscar için yeterli olmamalı bence. O yıl daha başarılı performanslar vardı Oscarlarda.

Film sıralı olmayan kurgusu ile birçok insana bilmece gibi gelebilir. Senaryo o kadar ustalıklı, ayrıntılar o kadar güzel ki eğer dalgın ve sıkıntılı bir gününüzde değilseniz film zevkli gelecektir. Ama bazı ayrıntıları kaçırırsanız film içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Benim gibi psikolojik ağırlıklı ve ağır tempolu filmleri sevenler için eşsiz güzellikteki müzikleri ile iki saatlik bir trans hali gibiydi film. Film bittiğinde ‘yerimden kalkmasam, kimseyle konuşmasam, filmi biraz daha yaşasam ve düşünsem’ diyen bir ruh hali içindeydim.

Ruhumun derinliklerine işleyen kederli ama içinde ufacık da olsa umutlar taşıyan bir filmdi ‘Saatler’. 2003 yılının en iyilerinden olan bu filmi tüm kadınlara armağan ediyorum.



Picture of Neşe Ürel

Neşe Ürel

Tüm Yazıları