
Neşe Ürel
Yazıma bir sinefil olarak yeni yıl için biraz ütopik bir şeyler dileyerek başlamak istiyorum. Bol sinemalı, bol gezmeli ve iyi filmli bir yıl diliyorum hepinize, bu kadar çok sinemaya ve geziye gidebilmek için önce sağlık, sonra keyif en son da bol para diliyorum. Umutsuz dünyamıza da umut ve barış gelsin. Şimdi yılbaşı ve Noel için vazgeçilmez olan bir filmle devam edeyim.
Her yıl yılbaşı akşamı yaklaştığında ilk aklıma gelen film Şahane Hayat olur. Amerika’da bir Noel klasiğidir bu film. George Bailey’in hikâyesi neredeyse her Noel’de gösterilir. En çok tanınan film karhamındır George Bailey. Ben de belki üç dört kez izlemişimdir bu insana iyi gelen filmi. Film ilk gösterildiğinde (1946) eleştirmenlerce beğenilir ama gişede başarılı olamaz maalesef. Bu kadar sevilip izlenmesi ise telif hakları kalkıp televizyonlarda yayınlanmaya başlamayınca olur.
Frank Capra
Filme geçmeden önce biraz yönetmen Frank Capra’dan (1897-1991) bahsetmek istiyorum. İtalya’da doğar altı yaşında ailesi ile birlikte ABD’ye göçmen olarak gelirler. Atilla Dorsay’ın dediği gibi “Amerikan Rüyasına inanmış yönetmenlerin sonuncusuydu”. Ama bugün empoze edilmek istenenden çok farklı idi onun rüyası. İyiliğin ve dürüstlüğün önemini, iyi insan olmanın erdemini sıkça vurguluyordu filmlerinde.
En iyi yönetmen Oscar’ını üç kez alır Capra: Bir Gecede Oldu (1934), Kente Dönüş (1936), Para Beraber Gitmez (1938). 1939’da çektiği Bay Smith Washington’a Gidiyor dünyada en çok ses getiren filmi oldu. Savaş sonrasında Capra eski başarısını yakalayamaz. Şahane Hayat kendisinin de dediği gibi en iyi filmidir. Gişede başarılı olamasa da film Altın Küre’den ödülle döner. Deneyimlerini anlattığı bir kitabı olan yönetmen 1982 yılında Venedik’te Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alır. 94 yaşında ölen Capra son otuz yılında film çekmemiştir.

Şahane Hayat masalımsı, metafizik öğeler taşıyan, klişe deyimle tam bir “kendini iyi hisset” filmidir. Aynı zamanda yaşama dair pek çok soru sorduran film, mutluluk, dürüstlük, dostluk üzerine çok şey söylüyor.
Filmin başında kasabanın adı görülür: Bedford Falls. Ardından lapa lapa yağan kar eşliğinde masalsı bir kasaba izleriz. Her evden dua sesleri gelmektedir ve herkes George Bailey için dua etmektedir. Sonra kamera yıldızlı evrene döner. Dua edenleri ‘yukardakiler’ duymuştur ve yardım için daha kanatları olmayan Clarence’i George Bailey’e yardım için göndermeye karar verirler. Ama önce Bailey’i tanıması gerekir bu acemi meleğin. Clarence’in ilk sorusu “hasta mı?” olur, cevap ise “daha kötü, umutsuz biri”dir. “Yıldızlardaki Ses” Clarence’e George Bailey’in hikayesini anlatan bir film izlettirir. Tüm kasabada yaşayanları ve kahramanımızın yaşamına dokunan herkesi tanırız acemi melek ile birlikte. George Bailey’in en büyük isteği dünyayı keşfetmektir, sürekli kasabadan gideceği günün hayali ile yaşar. Yaşam ona öyle sürprizler hazırlar ki her yaptığı plan sonrası bir aksilik çıkar ve kasabasından hiçbir zaman ayrılamaz. Yaşanan talihsizlikler sonucu intihar edeceği bir ruh haline gelir, işte Clarence bu durumda devreye girer.
George umutsuzlukla, “keşke ben olmasaydım, herkes daha mutlu olurdu, karım, çocuklarım, arkadaşlarım.” Clarence de “tamam isteğin buysa sen hiç yaşamadın” der ve ona o hiç olmazsa yaşamına dokunduğu kişilerin ne halde olacağını gösterir. Kendi yaşamayınca olacakları gördüğünde ve tekrar yaşadığını fark ettiğindeki çığlığı unutulmazdır: “Harika bir şey bu yaşıyorum, yaşıyorum”. Herkese ‘Mutlu Noeller’ diyerek evine koşar. Bundan sonra yaşananlar tam bir mutluluk ve duygu sağanağıdır. Elimizdekilerin değerini bildiğimizde ve çevremizde bize değer veren dostlarımız varsa mutluluğu yakalayabiliriz diyor Frank Capra.
George Bailey yaşamı boyuncu dürüst olmuş, insanlara iyilik yapmış biridir. İyilik ve sevgi varsa dünya daha güzelleşecektir mesajı veren filmde başka birçok soru cevabını buluyor. Filmin bir de kötü adamı var, tabii ki Bailey’in yaşamını sürekli olumsuz etkileyen bankacı Bay Potter.
Filmi ne kadar beğensem de pek çok soru sordurdu bana: Sevdiklerimiz için hayallerimizi feda etmeli miyiz? Kadere inanmak mı gerekir? Yoksa yaşamımızı belirleyen tesadüfler mi? Daha pek çok soru sorabiliriz.


James stevart ve Donna Reed
Oyunculuklar filmi taçlandırıyor. James Stewart olmasa bu film aynı tadında olur muydu bilmiyorum? Donna Reed ile o kadar uyumlu bir oyunculukları var ki biraz da bu unutulmaz kılıyor filmi.
Filmin sonunda acemi melek Clarence’in kanatlarını alması ise senaryonun hoşluğu olmuş, bu konuya iki yerde değiniyor yönetmen. Yeryüzüne inerken Clarence’in yanında bir kitap vardır: Tom Sawyer’in Maceraları. Melek geriye dönerken Bailey’e bırakır ve içine şu notu yazar: “Unutma ki dostları varsa kimse kaybetmez. Kanatlar için sağol. Clarence” George’un küçük kızı da babasına “Öğretmenim her çan çaldığında bir meleğin daha kanatlarına kavuştuğunu söylüyor.” Bu cümleler filmin senaryosunun bir başka inceliği.
Filmdeki Bedford Falls kasabası adını New York’un batısındaki Senaca Falls kasabasından almış. Bu kasabada 2010 yılında filmin adına bir müze açılmış ve her yıl Aralık ayında ziyaretçi akınına uğruyormuş. Ben de bu müzeyi çok görmek isterdim doğrusu.
İnsana iyi gelen bu filmi eğer hala izlemediyseniz mutlaka izleyin, eğer izlediyseniz tekrar izlemek de aynı güzellikte oluyor, tavsiye ederim.