FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

“Şair kendine dil arayan insandır.”

“Şair kendine dil arayan insandır.”

İlk şiirini sekiz yaşında yazan Seval Esaslı: 

“Şair kendine dil arayan insandır.”

 

Cemile Çakır

İlk şiirini sekiz yaşında yazan, ilk dosyasıyla  Rıfat Ilgaz Cide Edebiyat Ödülü alan ve jürinin bu şiirleri sahte bir adla ünlü birinin yazdığını düşünmesine sonradan birlikte güldüklerini söyleyen Seval Esaslı ile Femtrak için söyleştik. 

S.1- Resmi bir eğitim almadın, kendi kendini yetiştirdin. Bu nasıl bir süreç izledi? Böyle bir eğitimin artıları ve eksileri nelerdir?

C.1 – Canlılar bir çevreye doğar ve ilk eğitimlerini orada alırlar. Çevrem zengindi. Eve dergi kitap giriyordu. Okula başlamam gereken yılın -Ağustos doğumluyum, malum okullar Eylül’de açılıyor- Ağustos ayı takvim yaprağını koparan annem -saf kadın, okula başlayacağım umuduyla bana dantel okul yakası bile örmüştü- o yaprağın arkasına önce adımı yazdı sonra bir kaç isim daha, harfleri biliyormuşum zaten, bitiştirmeyi bilmiyormuşum. Bitiştirdim ve ertesi gün bana defter alındı. Ali Babanın Bir Çiftliği Var şarkısını hayvanlara hayvan katarak yazdım. Annem başımda durup harfleri nasıl yazacağımı gösterdi. Ellerim becerikliydi, yazmayı öğrenmek zor olmadı. Böyle yetişmenin artısı çok. Öğretmen dayağı yemedim mesela. Canımın istediği gibi okudum yazdım. Ulusal Eğitimin o sıkıcı sıralamasının dışında olmak güzeldi. Hem eksisi hem artısı olarak sayabileceğim konu ise böyle sıra dışı öğrenmek bilgileri sırasız edinmeme neden oldu. Örnek olarak hece ölçüsünü öğrenmemi anlatayım. Amcamlardayım. 4 yaş büyüğüm, kuzen ablam ödev yapıyor, Parmaklarını dizine vurararak. “Abla ne yapıyorsun?” dedim. “Hece sayıyorum” dedi ve ödev şiiri üstünden öğretti. Aaa! Nasıl değerli bir bilgiydi. Amcamlardan dönmeyi hiç istemezdim, o dönüşü iple çektim. Hemen defterimi önüme aldım. Serbest yazıyordum tabii ama ritm duygum, uyak duygum vardı. Bazı dizeler oturmuyordu. Bir baktım ki ya bir hece fazlası varmış, ya bir hece eksiği. 

Bir de biz mahallelerde büyüdük. Herkes herkese yardım ederdi. Arkadaşlarım vardı. Evcilik oynamak için bir araya gelirdik. Onlar önce ödevlerini yaparlardı. Hızlı okuyup anlıyorum ya yardım ederdim. Bazıları öteki ders gününe kadar kullanmayacakları kitapları bana bırakırdı. Doya doya evciliğimizi oynardık. Okula gidiyor olsam bilmem ki engellilğim günümüzdeki gibi sorun olur muydu? Şimdiki veliler engelli çocukları çok dışlıyor. Bırakın engelli olmayı, farklı öğrenen çocukları bile sınıftan attırmaya çalışıyor. Yeter ki kendi yumurcakları sınıf birincisi olsun. 12 Mart, 12 Eylül görerek büyüdüm. Hiç şimdiki kadar bir bencilleşme, hiç şimdiki kadar bir demokrasi karşıtlığı, hukuk tanımazlığı görmedim. Bunu da söylemiş olayım. 

S.2- Şiire nasıl başladığını sormak istiyorum. Seni şiir yazmaya götüren ne oldu?

C.2- Bilmiyorum. Dilim güçlüydü, onu biliyorum. Bana “Dil bezeği” derlermiş! Annem “Kelimeleri ağzımdan bütün bütün kapardın, sen hiç yarım konuşmadın” derdi. Okumayı da herhalde o yüzden kolay öğrendim. İlk şiirimi 8 yaşımda yazdım. Şöyle bir tahminim var: Babam Verem Savaş Sağlık Memuruydu. O yıllarda Sağlık Bakanlığının adı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı idi. Ekipçe gezerdik. Ellerinde torba torba ilaçlarla röntgencisi, sağlık memuru, şöförü, köy köy mahalle mahalle tarama yaparlardı. Kimsenin aklına tabii o ilaçları el altından satmak gelmezdi. Aile gibiydik, ilk akrabalarımdır onlar. Adana, Ceyhan, Mersin. Hafta sonlarında denize giderdik. Sonra ekibin bir kısmıyla Çorlu’ya atandık. Akraba kaybetmiş gibi oldum. Deniz göremez oldum. O özlemle olabilir, Deniz diye bir şiir yazdım. “Masmavi yüzüyle / Ne güzeldir deniz / Ah bir de hilelerini bilseniz / Durgun durgun dururken / Birden hırçınlaşıverir / Gemileri sandalları / Bir yana itiverir” Şiir tabii babama gösterildi. O da 2. dizemden Ne’yi atmamı söyledi. Bozuldum, ses etmedim. Bizde babaya ses edilmezdi. Aylar boyunca yazıp durduğum gözlenince, -bu arada aklım sıra günlük de tutuyordum- bana günlükler için küçük boy, şiirler için büyük boy -niyeyse!- defterler ve bir dolmakalem alındı. Şiirlerimi temize çekerken babama hak verdim, ilk şiirimden “Ne” yi çıkardım ve şiirin düzeltilebilir bir şey olduğunu öğrendim. Bu bilgi değerli. Nice genç bilmiyor bunu hâlâ.

S.3- 1984’te şiir dosyanla Rıfat Ilgaz-Cide Edebiyat Ödülü’nü aldın. O zamanlar henüz ödüller bu kadar çok değil ve seçkinken. Bu nasıl oldu? 

C.3- Kolay olmadı tabii. 8 yaşımda ilk şiirimi yazdım demiştim ya aynı zamanda ameliyatlarım da başlamıştı. 11 aylıkken geçirdiğim çocuk felci beni ağır vurmuştu, yürüyemiyordum. Acılı hastane günleri, her biri 2-3 saat süren ameliyatlar girmişti hayatıma. Acılı diyorum ama ben yine zıpır biriydim. Eğlendim, âşık oldum, bir sürü arkadaş edindim ve hep yazdım hep yazdım. İlk şiirim Doğan Kardeş dergisinde yayımlanmıştı. Radyo Çocuk Saatinde bir şiirim okunmuştu. Sonra Hey dergisi. Turhan Oğuzbaş’ın yönettiği bir sayfası vardı Hey’in. Şiir bilgileri de veriyordu, içiyordum hepsini. Sonuçta adım şaire çıkmıştı ama ne yapacaktım bu adla? Yıllar sürdü hesaplaşmam. Ameliyatlar sonuç vermedi. Hâlâ yürüyemiyor ama yazıp duruyordum. Dergi dergi gezemiyordum. Kimselerle ahbaplığım tanışıklığım olamıyordu. Ama dergiler kitaplar yoksul bütçemiz elverdiğince giriyordu eve. 1984 yılında nihayet 10’ar şiir seçip 2 dergiye gönderdim. Rıfat Ilgaz Cide Edebiyat Ödülü yarışmasına dosya hazırladım. Eve yük olmasın diye fotokopi masrafı çıkmasın diye daktiloda -evet ne mutlu ki bir daktilom olmuştu o arada ve ben kardeşimin daktilo dersi kitabını çalışarak 10 parmak yazmayı öğrenmiştim- her şiiri 8 kopya yazarak yarışmaya gönderdim. Niye o yarışmaya gönderdim? Çünkü seçici kurul aklımı başımdan almıştı. (Necati Cumalı, Alpay Kabacalı, Şükran Kurdakul, İlhan Özdemirci, İlhan Selçuk) 26 yaşımı doldurmuştum. Artık ya şairdim ya değildim. Öyle düşündüm. Bu kurul beni değerlendirirse devam ederim diye düşündüm. Şiir gönderdiğim dergilerden Yarın, Şükrü Erbaş seçiyordu şiirleri, bir şiirimi yayımladı Ekim sayısında ve Ekim sonunda evime bir telefon geldi. Aydın Ilgaz arıyordu. Rıfat Ilgaz Cide Edebiyat Ödülünün 1. si olmuştum! Korkmuşlar karşımıza kim çıkacak diye. Adımızı açıkça yazıyor ve özgeçmişimizi kapalı zarfla ekliyorduk. Adımı çok uyduruk bulmuşlar. Oktay Akbal’ın da hani Şükran Kurdakul’u kadın sanması ve şiirlerinden ötürü ona âşık olma hikâyesi var ya Şükran Bey “Böyle soyadı mı olur, bu tanıdık biri çıkmasın?” diye bunalmış. Zarfı açıp benim o sade biyografimi okuyunca iyice işkillenmişler. Beni gerçekten ürkek bir sesle aradı Aydın Bey, -artık aramızda olmayan o güzel insan, ailemdekiler dışında ağabey dediğim tek insan.- Sonra telefonu Şükran Kurdakul’a verdi -beni sınıyorlarmış işte, sonradan çok gülerek konuştuk bunu- gerçekten şiirlerin sahibi olduğum, gerçekten başka biri olmadığım anlaşıldı sanırsam ve ertesi gün ev gazeteci doldu! İnanılmaz bir deneyimdi. Yıllar yıllar süren emeğimin sonucuydu. Hâlâ gurur duyduğum gerçektir. Tertemiz insanlardan tertemiz bir insanın adını taşıyan tertemiz bir ödül aldım. Sanırım onları utandırmadım. Ömrümü de artık epey bir sona getirdim sanırsam. Ama güzel getirdim. Şiire yakışmak zordur. Yakasının bir ucuna ilişmişimdir diye umuyorum.   

S-4 Ardından üç şiir kitabın Çınar yayınlarından çıktı. Ödül alan dosya Sekizinci Renk, 1984’te, Yarına Kaç Var1985’te, Yunus Nadi Ödüllerinde şiir dalında mansiyon alan Su Gölgeleri 1990’da yayımlandı. Sonra 1997’de Kışkırtıcı Çekirdek. Aradan çoook zaman sonra da 2022’de Yazılı Kağıt Yayınları’ndan Adlarsız. Kışkırtıcı Çekirdek ile Adlarsız arasında 25 yıl var. Bu kadar ara neden? Yazmadın mı? Yayınlamadın mı?

C.-4 Yazdım. Yayımladım da. Dergilerde tek tek. Yazmamak mümkün değil. Ama önce 2 acı. İlki iktidarın utanmazca hayata dönüş dediği cezaevi katliamıydı. İnsanlar açlık grevlerinde ölürken aklı başında kim varsa destek olmaya çözüm bulmaya çalışıyordu. O günlerde biz de bir kültür merkezinde toplandık. Geçmiş açlık grevlerinden gelenler de vardı. Konuştuk ettik. Sonuçta elimizden bir şey gelmedi. O katliamdan sonra bir daha eski günlerdeki gibi edebiyat günleri çağrıları falan olmadı. Tek tük olanlara da gitmek istemedim, içim kaldırmadı. Sonrasında ömrümün ilk büyük acısını yaşadım. Aslan gibi kardeşim kansermiş. 10 hafta içinde gözümün önünde eriyip gitti. Sonraki aylarda verem oldum, atlatmam uzun sürdü. Oğlumu büyütüyordum, olabildiğince onu sağlam tutmaya çalıştım. Ardından babam gitti, annem gitti. Ağır hastalıklarla. Yazdım yazmasına da yayınlamak için çabalamaktan usanmıştım. Bir kaç yayınevi benimle temasa geçtiyse de onlar da ayrı bir hayal kırıklığı oldu. TÜYAP İstanbul’da yaşayanlar için büyük buluşma ortamıydı, onu da şehir dışına sürmüşlerdi bu arada. Nerede kimlerle görüşecektim? Adlarsız zaten hazırdı. Daha kaç dosya. Bilgisayarımda bekliyordu. Toparlanmam uzun sürdü diyelim. Yıllar da bu arada artık gençliğimizdeki gibi ağır akmıyor, su gibi geçip gidiyor. Ben de işte 25 yıl geçirmişim. Yayın hayatımız içler acısı. Bilgisayarım şiir dolu. Dergilerde görünüyorum. Kitaplaştırma koşulları çok ağır. Ne yapacağımı da biliyor değilim bundan sonra. Kendim basıp kendim yaysam gibi bir hayal bile kuramıyorum. Ülke zaten bu kadar perişanken kendimi de çok düşünüyor değilim doğrusu. 

S.5- Senin için şiir nedir? Şiiri şiir yapan nelerdir?

C.5- İnsan yavrusunun çevresiyle iletişimi çok hızlı gelişiyor. Dil dediğimiz şey ömrümüzün ilk yıllarında biçimleniyor. Ama hep bir karanlık bölge kalıyor. Dille bilinç arasında. Şiirin oradan geldiğine inanıyorum. Dil öncesinden geldiğine. Şair kendini dile çeviren, kendine dil arayan insandır. Şiir tamamen dil olmadığı için özel, kişisel bir dil olduğu için şiir anlaşılır ya da anlaşılmaz. Toplumcu gerçekçi şairim. Anlaşılmak için uğraşırım. Beceririm. Beceremem. Ama gençlere demek isterim ki: Çok da saklanmayın imgelere. Akıtın ruhunuzu becerebiliyorsanız. Sonunda dokunmak istediğiniz bir başka candır. Değilse gidip bir köşede sayıklayın. Şiir sayıklama değil ayıklamadır. O karanlık bölge belki de kimsenin tenine dokunmayacak birikimlerle doludur. Ayıklayın. 

S.6- Kadın şair olmanın farklı yanı var mı? Şiir dünyasında da erkek egemenliğinden söz edebilir miyiz?

C.6- Kadınlığın erkeklikten farkı var tabii ki. Şiire de yansır bu. Kadın şair var mı yok mu diye utanmazca sorulurdu. Kadın yaratıcılığının sınırlılığı konuşulurdu. Evlere, mutfaklara kapatılırdık. Doğur, doğur diye emirler alırdık. Çocuk da yaparım kariyer de cümlesi hâlen bir reklam cümlesi. .Bedenlerimiz farklı işliyor. Akıllarımız da öyle. Neyse ki yenilerde cinsiyet rolleri iyice çeşitlendi. Genç erkek şairler de artık “Kadınım, kısrağım, karım” gibi dizeler düşürmüyorlar ömrümüze. Yine de bir üsttencilik, egemenlik, alttakilik olacaktır. İnsan çözer bunu da. 

S.7- Şiirin geleceği var mı? 

C.7 – Şiirin geleceği var da gideceği yok. Ay espri mi yaptım ben? Yaptım, evet. Burada güleyim biraz. – Yapay zeka diye bir oyuncağımız var artık. Pek delleniyoruz. Ama dellenmeyin arkadaşlar. İnsan bilincindeki o sözünü ettiğim karanlık bölge hep olacak. Yapay zeka cevap yetiştirmek için var olan verileri kullanıyor. O karanlık bölge dediğim henüz var değil ki. Her insan yavrusuyla ve onun birikimleriyle birlikte yeniden oluşuyor. Siz ayıklamaya devam edin.



SEVAL ESASLI  

07.12. 2024 

 

DENİZ FENERİ

 

Su koyuluğunda bir yalnızlıkla

Ellerimi bağlayıp dururum

Denizin ortasında 

 

Bir adanın kıyısında 

Ya da kalabalık bir kentin

Gözbebeğinde

 

Balıkçılar git gide

Yaş eksiltiyor

 

İhtiyarlar umutsuz artık

Gençler yarısından yırtılmış

Ömürlerini salıyor suya

 

Balıklar hep kuş hafızalarıyla

Yüzüp gezip yumurta bırakıyor

Üremek şart

 

Tava başındaki kadın kızartıyor onları

Yanıyor bilekleri yağ sıçradıkça

Adam sabahlara kadar öpüyor dudaklarını

Hiç dokunmadan meme uçlarına

 

Çünkü seziyor pusudaki 

Süt çağlarsa

Denizler yalan olur

 

Ellerim koynumda salıyorum ışığımı

Su koyuluğunda bir yalnızlıkla

Sincan İstasyonu TEM. AĞS. ŞİİR ÖZEL SAYISI, 132, 2024



 Seval Esaslı kimdir?

 

08.08.1958 Trabzon doğumlu. 11 aylıkken geçirdiği çocuk felci nedeniyle yürüyemiyor. Bu yüzden hiç resmî eğitim almadı. Eğitilmesi sadece anne- babasının emeğiyledir. 

Şiir yazmaya 8 yaşımda başladı ve kesintisiz sürdürdü. Çocuk dergileri, gençlik dergileri derken, 1984 yılı başında artık zamanı gelmişti. Seçtiği 2 dergiye 10’ar şiir gönderdi, Bu dönem ilk şiiri Yarın Dergisinde yayımlandı. Sekizinci Renk adlı dosyasıyla 1984-Rıfat Ilgaz-Cide Edebiyat Ödülü yarışmasına katıldı ve birinci  oldum. Ardından Sekizinci Renk kitaplaştı.

 

Yarın, Varlık, Kıyı, Gökyüzü, Milliyet Sanat, Papirüs, Antimedya, Yırtık Krampon, Çerçevesiz Sanat, Sincan İstasyonu, Edebiyat Nöbeti, BKS, Gargalak dergilerinde; internet ortamında da sosyal medya hesaplarında ve Plat-Forum Dergi, Ayrıntı Edebiyat, Akatalpa, Mor Taka ve pek çok dergide şiirleri ve  yazılarıyla yer aldı.

  

Sekizinci Renk (1984, Çınar Yayınları – 1984-Rıfat Ilgaz-Cide Edebiyat Ödülü)

Yarına Kaç Var? (1985, Çınar Yayınları)

Su Gölgeleri (1990, Çınar Yayınları – 1990 Yunus Nadi Ödülleri – Yayımlanmış Kitap dalında mansiyon) 

Kışkırtıcı Çekirdek (1997, Toplumsal Dönüşüm Yayınları) 

Adlarsız (2022, Yazılı Kâğıt Yayınları) 

Picture of Cemile Çakır

Cemile Çakır

Tüm Yazıları