FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

ŞAİR OLMANIN BEDELİNİ ÖDEYEN KADIN: NADİA ANJUMAN

ŞAİR OLMANIN BEDELİNİ ÖDEYEN KADIN: NADİA ANJUMAN

Berin Uyar

Dünyanın her yanında kadın olmak zor ama bazı coğrafyalarda çok daha zor. Bunlardan biri de Afganistan. Bazı meslekler yasak kadına. Mesela edebiyat alanında çalışmak. Şiir yazabilirsiniz ama içinde bazı sözcüklerin ve konuların geçmesi yasak. Aşk gibi, sevgi, özgürlük, demokrasi, kadın hakları gibi… Aşk derseniz ailenin onurunu alçaltmış ya da zina yapmış oluyorsunuz. Cezalar ağır. Ama bu baskı ve yasaklar Afgan kadınlarının şiir yazmasını, erkek egemen yazın dünyasında kendilerine bir yer açmalarını engelleyemiyor. Şiirler basılamasa da elden ele dolaşıyor. Gizli şiir toplantıları yapıyor, orada kendilerini ifade etme şansını yakalıyorlar. 1995 yılında Taliban, kadınları burkanın altına hapsedince, bu tutsaklığa razı olmayan kadınlar farklı yollar aradılar. “Altın İğne Dikiş Kursu” bunlardan biri. Haftanın 3 günü kursa katılan kadınlar burada muhteşem şiirler, öyküler, romanlar dokuyorlar.

Nadia Anjuman da baskı altında kendini ifade etmenin yolunu şiirle bulan kadınlardan biri. 1980 doğumlu. Anadili Farsça. Tüm zorluklara rağmen üniversitede Dari edebiyatı okumuş.

“ Bu köşede kafese kısıldım

melankoli ve hüzünle dolu

kanatlarım kapalı ve uçamıyorum

mademki bir Afgan kadınıyım

feryat etmeliyim “

Taliban’ın 2001 yılında kaybetmesinden sonra şiir yazmaya hız veriyor. 2005 yılında, okuduğu üniversitede çalışan bir öğretim görevlisiyle evleniyor ve hamile kalıyor. Evliliğinin kendisine bu erkek egemen toplumda bir rahatlık sağlayacağı düşüncesinde. 25 yaşında, çocuğunu doğurduğu yıl, bir şiir kitabı yayınlanıyor. “Koyu Kırmızı Çiçek”. Afganistan, Pakistan ve Farsça konuşan topluluklarda sevilerek okunmaya başlıyor.

“Ağzımı açacak hevesim yok. Ne söyleyeceğim ki?

Anlatsam da anlatmasam da hor görüleceğim bu çağ tarafından

Balı nasıl söyleyeceğim? Dilimde zehre döndü–

Yazık! Gem vurdu ağzıma despotlar

Ağlasam da gülsem de, yaşasam da ölsem de

Kederimi paylaşacak kimsenin olmadığı bu dünya sağ olsun

Keder, acz, pişmanlıklar ve ben. Bu hapishanenin köşeleri

Ben boşuna doğmuşum, ağzım mühürlenmeli.

Ah kalbim! Baharın geçtiğini biliyorum ve neşesinin de

Ama nasıl uçabilirim bu kırık kanatlarla?

Bunca zaman sessiz olsam da unutmadım şarkı söylemeyi

Çünkü şarkılarım kalbimin tenhalığında fısıldadı

Bu kafesi parçalayacağım bir gün, onun korkunç ıssızlığını

Zevk şarabını içeceğim, şarkı söyleyeceğim bir kuşun baharda yapması gerektiği gibi

İnce dallı bir ağaç olsam da her rüzgarda titremeyeceğim

Ben bir Afgan kızıyım – feryadımı haykıracağım, sonsuza dek dokuyacağım onu.”

2006 yılında ikinci kitabının hazırlıklarını yaptığı sırada ailesinin ve kocasının yoğun baskısıyla karşılaşıyor. Ama çalışmalarına devam etmeye ve kitabını basmaya kararlı davranışı sonunu hazırlıyor. Kitabı basılamadan kocası tarafından ölesiye dövülerek, derisi jiletle parçalanarak işkenceyle öldürülüyor. Kadının namusunu ailenin namusu sayan, kadının nefes almasını bile istemeyen bu iğrenç erkek egemen toplumun kurbanı olan Nadia’nın şiirleri ölümünden sonra Başka dillerde de yayınlanıyor.

Son haftalarda, Taliban’ın Afganistan’da yeniden atağa geçerek başkenti kentleri ele geçirmesi; bazı “büyüklerimizin” bizim Taliban’la ortak yanlarımız var, onlarla anlaşırız demesi, bazılarının da Afganistan’ın her zaman Türkiye’nin yanında olduğunu ve yaptığı maddi desteklerin unutulmaması gerektiğini vurgulaması; medyada hergün, Taliban’dan kaçarak ülkemize sığınmak zorunda kaldıkları açıklanan genç, sağlam Afgan gençlerinin, İran üzerinden ülkemize nasıl aktıklarının gösterilmesi beni derin derin düşündürdü. Düşündüğüm bu düzensiz sığınmacılar ya da ne tür sorunlarla boğuşmak zorunda kalacağımız değil, onların geride bıraktıkları… Taliban’ın asıl baskı altında tutup esir edeceği, katledeceği kadınlar, çocuklar ve Taliban karşıtı Afgan halkı, aydınlar…

Elbette aklıma ilk gelen de kadın yazar ve şairler oldu. Bir süre önce kocası tarafından hunharca öldürülen kadın şair Nadia Anjuman’ın şiirlerini okumuş ona hayran olmuş ve bu ülkede kadınların yaşadığı zorlukları araştırmaya çalışmıştım. Bu vesile ile Afgan kadınlarının yüzakı olan bu güzel insanı dergimizde anmak istedim.

“Yoldan geliyorlar, şimdi
Susamış ruhlar ve tozlu etekler gelmiş çölden
Nefesleri yanıyor, serap karışmış
Dudaklar kuru, tozla kabuk bağlamış
Yoldan geliyorlar, şimdi
İşkenceli bedenler, acıyla büyümüş kızlar
Sevinç terk etmiş yüzlerini
Yürekler yaşlı, çatlaktan çizgiler”