
Dedik ki ses verin, dinleyin
Dediniz ki sokak hayvanları
Dedik ki bu yasa iyi niyetli değil
Dediniz ki Avrupa da yapıyor
Dedik ki bir kere cana el uzanırsa diğer canlılara da gelecek sıra
Dediniz ki güvenli olsun sokaklar
Dedik ki öğren, araştır, sorgula, vicdanını ve aklını harekete geçir; ölümün değil çözümün ve yaşam hakkının yanında ol
Dediniz ki yaşasın bizden olan ve tapan!
…….
Yürürlüğe giren, sokak hayvanlarına yönelik yasanın uygulamasında çok açıktır ki ciddi tutarsızlıklar, yönerge ve yöntemlerde etik açıklar vardır. Ve bu süreçte ne yazık ki apar topar acele ve inat edilmiş, örnek olabilecek özel ve gönüllü bakımevleri ve emekli hayvan çiftlikleri incelenmemiş, teşvik projeleri geliştirilmemiştir. Hali hazırda bulunan belediye barınak ve rehabilitasyon merkezlerindeki personel ve teknik yetersizlikler, bütçe kısıntısı, padok ve hayvan refahını ön planda tutan yerleşim planlarının iyileştirilmesi yönünde çaba harcanmamış ve fırsat verilmemiştir.

Kısırlaştırma için bile yakalanamayan hayvanların öldürülmesi için halk ve mesleki yetersizliği olan ahlaktan yoksun barınak çalışanları görevlendirilmiş ve bu süreç örtbas edilmeye çalışılmış, hayvanlara şiddet uygulayanlar dayanaksız serbest bırakılmış, öldürenler akıl sağlığı yerinde değildir denilerek affedilmiş, hukukun üstünlüğü hiçe sayılmıştır. Bir yanda hayvanların öldürülmelerine, işkenceye uğramalarına, korkunç barınak ortamlarında acı çekmelerine şahit olan bir kesim devlete, hukuka ve insana dair güvenini kaybetmiş, diğer yanda cezasızlıktan destek alan ve hayatındaki tüm öfkeyi kendinden daha güçsüz ve düşman olarak gösterilen dilsiz hayvanlara yönelten bir kesim toplumsal yaşamı tehlikeye atacak şekilde insanlığını yitirmiştir. Bu yapı içerisinde ileride ortaya çıkabilecek psikolojik ve sosyolojik etkileri dile getirenlerin uzman bakış açıları görmezden gelinmiştir. En can yakıcı sorunlardan biri olan cins hayvan üretim çiftlikleri denetlenmemiş, kaçak hayvan ticareti, yasak hayvan dövüşleri engellenmemiş, merdiven altı üretime izin verilmiştir. Bugün sokakta gördüğümüz çoğu evcil hayvan ne yazık ki engellenmeyen bu kazanç sisteminin mağdurlarıdır ve olmaya da devam edecektir. 20 küsür yıldır devletin ve belediyelerin yürütemediği ya da yetersiz kaldığı, halkı bilinçlendiremediği, farkındalık yaratamadığı (#kısırlaştıraşılatveyerindeyaşat) çalışmaları için yine aynı süreçte seferberlik yürüten liyakatli veteriner hekimlerin görüşüne, hayvan davranışı ve refahı üzerine çalışan STK, dernek ve bireysel gönüllülerin, yaşam hak savunucularının aklına ve önerilerine başvurulmamıştır.
Kısacası birlikte yaşam kültürü ve alışkanlığı ile hayatı paylaştığımız sokak canlarına, evcil hayvanlarımıza ilişkin tüm sorular ne yazık ki insanın sorumsuzluğu ve iş bilemezliği ile sorunlara dönüşmüş; insan ve hayvan sağlığına, refahına ilişkin bu sorunlar ya hep ya hiç anlayışı içerisinde çözümsüzlüğe doğru sürüklenmiştir.
Tüm bu yönetilemeyen, halkı birbirine düşüren, cezası sokak canlarına kesilen ‘kimin gücü kime yeterse’ ortamında zaten varolan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nu gerçek anlamda işler hale getirmek yerine yeni kanlı yasayı yürürlüğe koyarken, koyulmasına destek verirken, maksadına ulaşmak için en uygunsuz yolları seçerken, öldürürken, işkence ederken ortaya çıkan güç aşımı cesaret ve itaat göstergesi sanılmış ve sonsuzluğu vaat ettiğine inanılmıştır. Ancak öyle gelmiştir ama böyle gitmeyecektir. Bir gün gelecek beslenecek bir av bulunamayınca Ouroboros açlıkla ve büyük bir iştahla kendi kuyruğuna saldıracak, varoluş ve yokoluş döngüsünde öyle bir savrulacaktır ki kendini yedikçe varolacak, varoldukça kendini yeniden yiyecektir.

Ve biz diyeceğiz ki; biz fani ölümlüler tek bir hayatı yaşadık onu da diğer canlarımızla yaşadık; irademizi özgür kıldık; hatalarımızdan ders aldık; hep yanyana ve yaşamdan yana olduk; çok sevdik ve çok sevildik, çok koruduk, çok kollandık; dayandık, dayanıştık ama hiç dayatmadık; çare aradık, umut bulduk; öğrendikçe öğrettik ama en iyi biz biliyoruz demedik; yaralarımızı sardık sonra birbirimize sarıldık; adil olduk, güven bulduk; yokluktan değil bir tek çoğul olamamaktan korktuk. Ve neşemizi akıttığımız yaşam pınarından ayrılırken sadece koskoca gökyüzüne bakmak yetecek bize. Işıksız bir hiçliğe gülümseyerek gideceğiz, ne de olsa karanlığın en koyusunu yaşadık yeryüzünde…
Ve siz diyeceksiniz ki….