FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Sanatta Bir ‘Can’

Sanatta Bir ‘Can’

Çocukken sokaktaki her hayvanı eve taşırdım, annem de hem bana hem hayvanlara kıyamadığından bir süre sonra evin içi Nuh’un Gemisi’ne dönmüştü. Aynı anda evde dört kedi, bir köpek, bir tavşan yaşadığı gibi kış aylarında kaplumbağa, zaman zaman ipek böcekleri, bahçede kumru, kavanozda solucan beslediğim de olmuştur. 

Yaklaşık iki yıldır da bizi seçen bir köpeğimiz var. Bir kış sabahı bahçeden içeri kendini attığında 2,5 aylıktı, içi dışı parazit dolu, korkmuş, üşümüş, aç ve susuzdu. Artık büyüdü, mutlu, sağlıklı ve her baktığımda içimi ısıtan, sevgi dolu, yumuşacık bir can o. Evimizin bir parçası, kıymetlimiz…

Köpekler gerçekten de sadık ve sevgi dolu varlıklardır, bu da onları en değerli evcil hayvanlardan biri yapar. Eğitilebildikleri için polis ya da arama kurtarma köpeği olarak kullanılırlar bildiğiniz gibi. İnsanlarla köpekler arasındaki bağ zaten on binlerce yıldır var. İki varlık da zeki ve sosyal, ikisinin de mizah anlayışı var, ikisi de oyun oynamayı seviyor. Bağın derinliği o kadar fazladır ki, antik mezarlıklarda insanlarla birlikte gömülen köpek kemikleriyle karşılaşırız. 

Sanat tarihinde çok sayıda köpek resmi bulunur. Sahibinin yanında, portre olarak ya da kompozisyonun parçası şeklinde. Sekiz bin yıl öncesine ait petrogliflerle başlayan bir süreçte dünyanın dört bir yanındaki sanatçılar uzun zamandır onların varlığını sanatta yaşatıyorlar. O kadar çoklar ki bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde seçim yapmam gerçekten zor oldu. 

Bu yazıda paylaşacağım en eski köpek portresi Antik Yunan dönemine ait MÖ 640-625 yıllarına tarihlenen Oinokhoe adı verilen bir sürahide. Alt sırada, kabın gövdesi etrafında saat yönünün tersine koşan beş köpek görüyoruz. Sınırlı detaylar nedeniyle, modern bir izleyici tarafından hemen köpek olarak tanınmayabilirler ancak uzun gövdeleri, yüzlerini ve kasları vurgulayan detaylar ile boyun ve kuyrukları onların köpek olduğunu gösterir. Bu tür koşan köpek sıraları, bu erken vazolarda popüler motiflerdi ve büyük olasılıkla av köpeklerini tasvir ediyor. 

İkincisi de Pompeii kazılarında, Trajik Şair Evi’nde keşfedilen bir mozaik. Mozaiğin MS 1. yüzyıla ait olduğu düşünülüyor. Mozaik, üzerine ‘Cave Canem’ sözcükleri işlenmiş vahşi görünümlü bir köpeği tasvir eder. Bu sözcüğü ‘Dikkat Köpek Var’ olarak çevirebiliriz. Sanatçısı bilinmese de antik çağda köpeklerin insanlarla ilişkilerini göstermesi açısından önemli. Antik Roma’nın insanları köpekleri yalnızca av köpekleri olarak değil, aynı zamanda onları her türlü tehditten koruyabilecek koruyucular veya bekçiler olarak da görüyorlardı.

Yunan ve Roma mitolojisinde, köpeklerin yeraltı dünyasının kapılarını koruduğuna inanılırdı. Sanatta ve edebiyatta sıklıkla tasvir edilen üç başlı köpek Cerberus, yaşayanların içeri girmesini ve ölülerin Hades aleminden kaçmasını engellerdi. Köpeklerin ahiret koruyucuları olarak bu şekilde tasvir edilmesi hem yaşamda hem de ölümde koruyucu rollerini vurgular.

Orta Çağ’da özellikle alt sınıflar arasında evcil hayvan besleyenler olsa da günümüzdeki kadar yaygın değillerdi. Evcil hayvan beslemenin ve bakmanın maliyeti birçok insan için çok yüksekti ancak köpekler genellikle avlanma veya mülkü koruma gibi faydacı amaçlar için kullanılırdı. Orta Çağ’daki sanat eserleri genellikle Kilise tarafından sipariş edilirdi, böylece hayvanlar el yazmaları ve kilise oymaları gibi dini bağlamlarda tasvir edilebilirdi.

Simon Bening, yak. 1530, J. Paul Getty Müzesi, Los Angeles

Orta Çağ’dan itibaren, portrelerdeki köpekler genellikle zenginlik ve sosyal statünün bir sembolü olarak karşımıza çıkar. Bir köpeğe sahip olmak, köpeklerin bakımının masraflı olması ve önemli kaynaklar gerektirmesi nedeniyle üst sınıfın ayrıcalığıydı. Aristokrasinin rekabetçi dünyasında, belirli bir cins veya belirli niteliklere sahip bir köpeğe sahip olmak, giderek kişinin yüksek sosyal statüsünü sergilemesinin bir yolu haline geldi. Köpekler, fiziksel özellikleri, mizaçları ve soyağacına göre dikkatlice seçilip yetiştirildi. Portrelerdeki varlıkları, sahibinin rafine zevkinin ve toplum içindeki yüksek konumunun görsel bir temsiliydi. 

Genç bir centilmen ve tazısının portresi, John Vanderbank. 18. Yüzyıl, Özel Koleksiyon
Çocuk ve Köpeği, Bilinmeyen sanatçı, 1660, Özel Koleksiyon

Köpekler statü sembolü rollerinin yanı sıra tarihi portrelerde güç, otorite ve kontrolü de temsil ediyordu. Genellikle önemli şahsiyetlerin yanında görülüyorlardı ve bu da onların kendi alanlarındaki hakimiyetlerini güçlendiriyordu. Av köpekleri, sahiplerinin yetenekli bir avcı olarak hünerlerini göstermek için sıklıkla portrelere dahil ediliyor ve aristokrasiye ayrılmış asil avcılık sporuyla bir bağlantıyı simgeliyordu. 

Kraliçe Victoria ve Prens Albert Windsor Castle’da, Edwin Henry Landseer, 1843, Kraliyet Koleksiyonu, Windsor Kalesi, Londra

Dahası, köpeklerle av sahnelerinin tasviri, öznenin doğal dünya üzerindeki gücünü ve kontrolünü vurguluyordu.

IV. Philip Avda, Velasquez, Ulusal Galeri, Londra

Diğer yandan üst sınıfın sürdürdüğü rahat yaşam tarzıyla ilişkilendirildikleri için lüks ve eğlencenin bir simgesiydi küçük kucak köpekleri genellikle hanımların ya da çocukların portrelerinde yer alıyordu. Portrelerdeki varlıkları, eşlik ettikleri kadınların statüsünü ve zarafetini vurguluyordu. Modelin kollarında ya da yanı başında tasvir edilen bu kucak köpekleri, arkadaşlığı, sevgiyi ve zarafeti simgeliyor, modelin kişiliğinin yumuşak ve narin yönlerini öne çıkarıyordu.

Köpekli Kadın, Agnolo Bronzino, 1537-1540, Metropolitan Sanat Müzesi, NY

Köpeklerin sembolize etmek için kullanıldığı en yaygın özelliklerden biri sadakatti. Sadakat özellikleriyle sanat eserlerine duygusal derinlik ve sıcaklık katarlar. Ancak bu resimlerde köpeğin sadakatinin sahibinin bir özelliği olarak vurgulandığını hatırlatmalıyım. 

Giovanni Arnolfini’nin Evliliği, Jan van Eyck, 1434, Ulusal Galeri, Londra

Genel olarak 18. ve 19. Yüzyıllar, evcil hayvan sanatının tarihinde bir dönüm noktası oldu ve sadece köpeklerin resmedildiği ya da ön plana çıkarıldığı resimler yapılmaya başlandı. Bunlar arasında beni en çok etkileyenlerden biri Goya’nın eseridir. Koyu sarı bir arka plan üzerinde, eğimli bir zeminin arkasında sadece başı görülen bir köpek var karşımızda. Köpek aslında nerede? Eğimli zemin boyunca yukarı doğru bakan bu köpek nereye veya neye bakıyor? Batıyor mu, yoksa sezemediğimiz bir şeyden duyduğu korkuyla kendini sakınmaya mı çalışıyor? Resim bu sorulara açıklık getirebileceğimiz hiçbir işaret içermiyor. Bu yüzden de bugüne kadar çok farklı biçimlerde yorumlanmış. Ama Goya’nın, bu resimle terk edilmişlik, yalnızlık, korku ve umutsuzluğu çok çarpıcı ve etkileyici bir şekilde betimlediği söylenebilir.

Köpek, Francisco Goya, 1819-23, Prado Müzesi, Madrid

Edwin H. Landseer’in aşağıdaki eseri, sanattaki köpek tasvirlerinden söz ederken atlanmaması gereken biri bence. Adından da anlaşılacağı gibi, resim çok fazla sembolizm içeren, kendi hikayesini yaratan bir eserdir. Resmin yapıldığı dönemde ‘Ofiste Bir Jack’ tanımı (A Jack In Office) etkisiz bir hükümeti belirtmek için argo bir terim olarak kullanılıyordu. Resimde besili bir Jack Russell Terrier masada oturuyor. Etrafındaki köpekler açlıktan ölmek üzere; bazıları yardım ister gibi ona bakıyor. Resim açıkça, bireyin ve toplumun devlet yöneticilerinden gördüğü adaletsiz muameleyi güçlü bir şekilde tasvir ediyor.

Ofiste Bir Jack, Edwin Landseer, yak. 1833, Victoria ve Albert Müzesi, Londra

Köpekler aracılığıyla toplumsal mesaj veren bir diğer resim Jean-Léon Gérôme’un ‘Diogenes’idir. Yunan filozofu Diogenes (MÖ 404-323), sade bir varoluşçuluğu savunurdu. Köpekler onun “Kinik” (Yunanca: “kynikos”, köpek benzeri) felsefesinin sembolleriydi. 

Diogenes, Jean-Léon Gérôme, 1860, Walters Sanat Müzesi, Baltimore

Geçici anları ve atmosferik etkileri yakalamaya odaklanmasıyla bilinen Empresyonist hareket, genellikle köpekleri hareket halindeyken sergilemiştir. Dansçı resimleriyle ünlü Edgar Degas da köpekleri tasvir ederek çevikliklerini ve zarafetlerini vurgulamıştır. Bu sanat eserleri yalnızca köpeklerin güzelliğini değil, aynı zamanda sanatçıların canlı özlerini yakalamadaki becerilerini de sergilemektedir.

Benim kuşağımın plak üstlerinden aşina olduğu bir resim de sanatçının kardeşinin köpeği Nipper’ın bir gramofonun başındaki resmidir. Resim, 1899 yılında yeni kurulan Gramophone Company tarafından sanatçıdan satın alındı ​​ve Gramophone Company’nin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki iştiraki Victor Talking Machine Company tarafından ticari marka olarak kabul edildi.

Sahibinin Sesi, Francis Barraud, 1898-99, Victor Talking Machine Company

En sevdiklerim arasında Cassius Marcellus Coolidge tarafından yapılan 16 resimlik bir seri de var. Bu seride antropomorfik köpeklerin poker masasında oturduğu 11 resim Amerika Birleşik Devletleri’nde ev dekorasyonunda kitsch sanatın örnekleri olarak iyi biliniyor. Köpekler genellikle Collie, Alman çoban köpeği, St. Bernard ya da daha büyük ırklar. Resimlerde hiç insan bulunmaz. Köpekler, tavan lambasıyla süslenmiş loş ışıklı odalarda deri sandalyelerde otururlar. 

Araştırmacılar bu köpeklerin iş adamlarını temsil ettiğini, köpeklerin poker masasındaki davranışları ve oyundaki hilelerinin iş dünyasını anlattığını söylüyor. Resimlerdeki ortak temalar aldatma, güvensizlik ve yüzleşmedir. Aşağıdaki resimde ön planda, bir köpeğin hile yapmak ve her ikisinin de kazanmasını garantilemek amacıyla kartlarından birini yandaki köpeğe nasıl verdiğini görebiliyoruz. Zaten komik görünen resimdeki böyle bir hareket, onu daha da komik hale getiriyor!

İhtiyaç İçindeki Arkadaş, Cassius Marcellus Coolidge, 1903, Özel Koleksiyon

Yirminci yüzyılın kendine özgü pop art stiliyle ünlü sanatçısı Andy Warhol’un en ikonik eserlerinden biri haline gelen Maurice, sanat koleksiyonunu 1995’te İskoçya Ulusal Galerileri’ne miras bırakan golfçü Gabrielle Keiller’ın sevgili Dakhund (Dachshund)’uydu. 

Maurice’in Portresi, Andy Warhol, 1976, İskoçya Ulusal Galerileri, Edinburg

Yazının sonuna gelirken bir konuyu daha hatırlatmam gerekiyor. Dört ayaklı dostlarımız kilise tarihi boyunca ibadetin sürekli bir varlığıydı. Kilisede ibadet olmadığı zamanlarda köpeklerin girişi serbestti. İbadet zamanı bile çeşitli evcil hayvanlar getirilirdi. Aşağıdaki resimde ön planda figürler ve köpeklerin, arkada ise bir ayin bulunan Gotik bir kilisenin iç kısmını görüyorsunuz.

Gotik Kilise İçi, Pieter Neefs the Younger, 17. Yüzyıl 2. Yarısı, Özel Koleksiyon

Ancak ayin esnasında köpek sesinden rahatsız olan din adamları Orta Çağ’dan itibaren köpeklerin sorun çıkarmasını önlemekle görevli “köpek kırbaçlayıcıları” çalıştırırdı. Köpek kırbaçlayıcısı, aç ve havlayan köpekleri kiliselerden ve kilise arazilerinden uzaklaştırmaktan sorumlu bir kilise görevlisiydi. Bu görev, 16. yüzyıldan 19. yüzyılın başlarına kadar İngiltere ve kıta Avrupası’nda oldukça yaygındı. Köpek kırbaçlayıcıları, yaklaşık 1 metre uzunluğunda bir kırbaç ve köpekleri yakalamak için kıskaç benzeri bir yakalayıcı kullanırdı.

Paulus’un Haçı, John Gipkin, 1616, Bridgeman Sanat Kütüphanesi, Londra

İçinizi rahatlatacaksa köpek kırbaçlayıcılarının bazen vaaz sırasında uyuklayanların kafasına da vurmakla görevli olduklarını söyleyeyim. Ancak çoğunlukla başıboş köpekleri yakalayıp boğan görevlilerdi. 

Tüm bunlar, kuduz aşıları, köpek çipleri, eğitmenler ve barınaklardan önceydi…

 

Picture of Ayşe Didem Bayvas

Ayşe Didem Bayvas

Tüm Yazıları