FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

SARA’NIN MEKTUBU

SARA’NIN MEKTUBU

SARA’NIN MEKTUBU

 

“Asker kocam, canımın içi, merhaba!

 

Sana bu mektubu yazmak için üçüncü kezdir masaya oturuyorum. Hayır, oğlumuz ağladığından, misafir geldiğinden ya da başka bir şey engel olduğundan değil. Yazacak bir şey bulamadığımdan!

 

Düşünebiliyor musun canımın içi, sen ki gece rüyamda, gündüz hayalimdesin. Evde, işte, çarşıda pazarda, yatarken, kalkarken, misafirlikteyken, oğlumuzu emzirirken hep gözümün önündesin. Ve sana anlatacağım o kadar şey varken, kalemi elime aldığımda tüm kelimelerin aklımdan uçup gitmesine ne dersin. Rezil bir şey değil mi?

 

İkisinde de sinirimden kalemi kırdım. Üçüncü kez oturduğumda ise yazmadan kalkmayacağım diye yemin ettim, kendi kendime. Düşüncelerimi toplamak için odada göz gezdirdim. Duvarda asılı duran subay üniformasıyla çektirip gönderdiğin fotoğrafın ilişti gözüme. Göz göze geldik. Gözlerin beni esir alıp kolumdan tutarak teyzenin evindeki ilk buluşmamıza, düğünden sonraki ilk gecemize ve seni askere yolcu ettiğimiz güne götürdü.

 

Seninle dört yıla yakındır evliyiz, ama hepsini toplasan ancak bir ay beraber kalabildik. Yalnızca bir ay… Neye yeterdi ki. Birbirimizi doğru dürüst tanıyamadık bile. Birbirimize söyleyeceklerimizin binde birini bile söyleyemedik ve belki de hiçbir zaman söyleyemeyeceğiz.

 

“Ah Matos…Matos, canımın içi sensiz geçen üç yıl altı ayın hasreti ve eğer savaşa girersek seni kaybetme ihtimali beni deli ediyor. Bir şeyler yapamamanın çaresizliği giderek tüm benliğimi saran yakıcı bir öfkeye dönüşüyor, neye ve kime öfkelendiğimi bilmeden.

 

Hep kendi kendime sorup duruyorum: kime, neye, ne için lazımdı bu, genç ömrümüzden kesilip alınan zaman. Hele kesilecek ve belki de ebediyen nokta konulacaktan başka. Bu zaman içinde kaybettiklerimizi kim ve neyle geriye verecek. Örneğin, biricik oğlumuzun dünyaya gözünü açışını, ilk gülüşünü, ilk kelimeleri heceleyişini, ilk diş çıkarışını, ilk adım atışını görmedin ve hiçbir zaman da göremeyeceksin. Ve bir baba olarak hakkın olan bu mutluluktan mahrum kaldın ve hiç tanımayacaksın o sevinci. Neden, neden canımın içi neden?

 

Mektubunda ben teselli etmek için olacak, “Sen bir asker karısısın metin olman lazım. Başını daima dik tutup üzüntünü kimseye belli ettirmemelisin. Hem hasret çeken yalnız biz değiliz, bizim durumumuzda olan daha on binlerce Türk genci var. Bizim onlardan ayrıcalıklı bir yanımız olmamalı’’diyorsun.

 

Ah Mato… Bu yazdıkların beni teselli etmek yerine daha da hüzne boğdu.  Binlerce Türk gencinin de hayatının bizimki gibi altüst edilmesinde ne gibi bir teselli bulunabilinir ki? Hem yalnızca Türk gençleri mi… Şu anda sana bu mektubu yazdığım sırada dünyanın dört bir bucağında yüz binlerce, milyonlarca Rus, Alman, İngiliz, Amerikan ve daha bilmem nice ülkenin gençleri birbirlerinin canına kıymak için canla başla savaşıyorlar ve bunlardan yüz binlercesi kanlar içinde yere yığılacak. Neden? Niçin?

 

“Vatanlarını savunmak için,” diyeceksin. Peki, eğer bunların hepsi vatanlarını savunmak için savaşıyorlarsa o zaman düşman kimdir. Kime karşı savaşıyorlar. Kime karşı savaşıyorlar? Hitlere karşı diyeceksin. Peki, Hitler kimdir, onu kim yarattı. Melek gibi Teymur babamın ayağının altındaki bir metre kalınlığında buzu kırıp, onu Aras’ın soğuk sularında boğan güç, Hitler gibi bir caniyi daha ana rahmindeyken boğamaz mıydı? Hem Hitlerin de tüm diğer insanlar gibi eğer bir alın yazısı varsa ve orada onun kana susamış bir cani olacağı yazılıysa, o zaman suç kimdedir Hitlerde mi, yoksa o yazıyı yazanda mı?

 

Gözümün nuru, gördüğün gibi çok değişmişim. Eğer sen burada, yanımda olsaydın bekli de bu soruların hiçbiri aklıma gelmeyecekti. Geçenlerde bir rüya gördüm. Tuhaf bir rüya… Bakıyorum Köroğlu kayasının çatalına salıncak kurmuş beni bekliyorsun. Yanına çıkmam için asma bir merdiven sarkıtıyorsun. Ama basamakları bir acayip. Her basamağın bir adı var: Vatan, millet, devlet, ordu, din-iman, peygamber, tanrı. Okuya okuya katına varıyorum. Rüyalar yalan söylemez canımın içi, seni her türlü kutsiyetin üstünde tutuyorum.

 

                             Seni, sensiz geçen üç yıl altı ayın hasretiyle öpüyorum!

 

Ebediyen senin, Sara

Picture of Aynullah Akça

Aynullah Akça

Tüm Yazıları