
SAYIKLAMALAR I
I
Bölünecek suretin aynada. Boynunda o eski sardunya, o süslü İbrani harfleri; kuyu kadar güzel, sızlayan bir çift meme gibi, gece yarısında.
Genişleyecek anlamın.
(Yırtılan tarafında kâğıdın…)
Adını söyleyeceğim sana koro çocuklarıyla. Sıcacıksın paltomun altında.
Mora dönecek dudağındaki uçuk hazdan yorulunca. Yanacak yüzün sonra, dökülecek usulca. Üzüleceğim pek az darağacı diktim diye senin adına. İpleri kopacak ömrümün. Cebrail inecek kuşlara.
Dağılsan şimdi üzerime, mürekkep olsan… Çizsem susmanı geçip giden bir faytonun kenarına, söküğünü diksem eteğinin… Şeker kokarım belki. Belki begonya.
Sarmaşık büyüt sen kalın odalarda. Hiç öpülmemiş olacaksın yeryüzü yok olunca.
Senin hayalindir o başkalarının parmaklarıyla mandolin çalan. Biraz daha kırılsam ben, ırk değiştirecek sanki ağzımdaki zenci ten. Kırılsam biraz daha, sığınacak şehirler körfez uçlarına. Yıkılacak asma köprüler…
Ve duasız kalacak katedral kubbeleri. Şarapnel sıçrayacak nakışlı limanlara. Üzüleceğim pek az vuruldum diye senin adına. Üzüleceğim alnımdaki utançla.
Bütün gece kirleteceğim seni, yaprağın suya değmesi gibi.
Bütün gece, yaratılmış ilk sevgi ile…
Tefrika romanlar okuyacağım sana. Çiçekler yağacak yastığındaki define çukuruna.
Ah benim kâğıttan gömleğim! Viranem ol. Ve mahallemdeki kanayan çeşmem… Ve toprağımın nabzı…
II
Alegorik bir yanın var senin. İsmin Nasra. Süryani miydin yoksa? Ya da kabartma bir yontu bakireler diyarında.
Ateş miydi yanan kasaba tiyatrolarında. Dokunduk saçaklara, yağmur olduk. Su sattık atlıkarıncalara. Ayak ücreti ödedik hayata.
Kapı aralarına bırak sen tüm bildirileri. Korsanız nasıl olsa. Düşünce değiliz. Eylem ya da duygu… Parçalanmaz ruhumuz. Dağılmaz etrafa.
Az sonra sesin ulaşacak yıpranmış bir kablonun ucunda. Zaman dışı olacak her şey az sonra. Simak Burcu doğacak çocuklar. Meteorlar yağacak kutuplarıma. Ve ilikleyeceğim kendimi Buzul Çağı’ndan kalma bir yaraya öyle derin, savruk ve tenha. Sonra limon dilimleri basacağım acıyan yerlerime. Kendini kaşıyıp kanatan bir şiir misali, eklem yerlerimden tutunacağım sana.
III
Sustum, itaat ettim. Düşürdüler tabutumu omuzlarından. Abdestsizdiler…
İz bırakmadı şırıngalar bedenimde. Hüznü vurdum kendime.
Hayra yor beni, lekeli bir arzu gibi. Duvardaki tebessüm kadar yalnızım. Manşetteki katiller kadar…
Gel işte, bir aralık sızıver kuzeydeki ülkeme.
Kehanetinle gel. Donanması yok olan bir amiral gibi, çarpışma öncesi.
Hem fail ol hem maktul. Hem akış hem de darbe.
Çaykovski çal bana görünmez bir piyanoyla. Yumruk at hadi yüzümdeki morfin müptelasına.
Cismim ne? Sükûnetim: Yetim bir yerim…
Gel işte başındaki Nasıra Örtüsü’yle. Daha mı adil olacak dünya ‘reformist’ dönemlerde? Sansürlenecek miyiz hep birlikte?
(Mim koy üzerime dindar ellerinle. Geri tepme etkisi bu: Duygusal durum bozukluğu.)
IV
…
Uçurtmaydı çatı katıma süzülen. Kuyruğuna kasırga değmiş bir uçurtma… Çit serçesiydim ben posta kutusunda.
Su dalgası kopardım saçlarından. Ağladım göğüsleri alınmış kadınların ardından. Yer kapladım boşlukta, kuantum tuhaflıklarıyla.
Bağımlı mıyım anne ben ağır yaralı öykülere? Zencefil sürsen şakaklarıma, havlu koysan sırtıma…
Çilek aroması bulaştı Ay’daki kraterine. Ne güzeldi fısıltına cepheden bakmak.
Dolaştım müzeni, üstüne kuma geleni. Terk etmedi insanlık duygum beni.
Mola yerlerinde unuttum seni. Yorgun insanlar biriktirdim içimde imzasız mektuplar gibi.
Kim söktü yürünmemiş kaldırımları? Kimin sancısı bu kâfur gibi beyaz?
Yatılmamış bir otel odasıydın sen. Kalbimde o yersiz rutubet, gövdemin bir yarısı, tuvalimdeki renk…
V
Tüm ışıkları söndürdüm. Masumiyet mezarlığı kolların… İçimden geç hadi, cinsel organlarına tapan kadınlar gibi.
Perdesizdi pencere önleri. Sarhoş muydu baban, yeni kalkmış kumardan.
Neydi kaybettiği? Ceketinde sakladı seni. Tutsam büyün bozulacak sanki. Tutsam dili sürçecek pavyonların.
Ankara burası Balat değil. Cebeci, batakhane şehri… Genzimi yakıp geçen sen misin yoksa? Bütün o yollarda, bütün o pervasız eskimelerin ardında, ardında senin.
Kız kasığı ile çoğalan bir dünya burası. Unut artık telgraf direklerini. Vazodaki yaseminleri unut.
Saç lülesinden sokaklar yaptım sana. Pompei Taşı’ndan kulakmemeleri.
Tespihböcekleri getir bana. Biblolar getir.
(Bırak patiklerini. Üşürken de güzel ayakların.
Sırtını daya kanepeme, sigarandaki üzüntüyle.
Vücudumu ver bana. Yüktür yaşamak başucunda.
Ekmek bırakalım hadi yoksulların kapısına. Ve Komünist Manifesto en temiz sayfalarıyla.
Temize çek not defterimi. Çürüyecek mülteci yüklü şileplerin güvertesi.)
VI
Tebeşir tozu içsem biraz. Saklansam elbise dolabında… Dokunsam hırkandaki gözyaşına… Mucize bulurum belki. Belki de bir Latin Şiiri.
Sokul bana çiçek toplar gibi bahçelerden. Oyuncaklarım olmadı ki benim. Gizli geçitlerim, sihirli kürelerim olmadı.
Çok seslidir ağıtlar. Çok mısralı tutulmamış bütün yaslar.
Bağnazdır tümör rahim ağzında. Süt sızar hastane çarşaflarına.
Zührevi bir an’dın sen. Müstehcen bir an…
Ne yapabilirdim ki ayaküstü seviyordu seni herkes. El testeresiyle oyulan bir şekildin sanki. Mistik bir Çin Kutusu masaüstünde. Ya da hafıza kaybı, sersemlik hissi…
Kim öpüşür aynadaki yüzüyle? Sarıp sarmala beni. Kalamam ben kendimle. Yerçekimsiz bir zamanı enjekte ettim en diri yerime. Sokul bana törpülenmiş tırnaklarınla. Çerçevesiz fotoğraflar gibiyim ben. Uzak adamlar gibi.
VII
Kavuksuzdu ortaoyunları. Kimse işlemedi köşesini mendillerin. Çağ mı değiştirecekti harem duvarları? Barokça edilecekti bütün dualar.
Neydi fani olan: gümüş kandillerle aydınlatılan atlas yorganlar, yüzük taşları, çello çalan hadımlıklar, hanım sultanlar…
Kördü dilsiz cellâtlar. Hangi cariyenin başıydı düşen? ‘Belkıs’ mıydı zevale yüz tutup biçare giden?
(İncindi zaman. Aşk yasak…
Kaç Galyalı gömülü uzuvlarınızda? Kaç İspanyol Güzeli?)
Sen gülünce daha da güzelleşir odalıklar.
Gülünce sen, değişir payitaht ve oğlanlar.
VIII
Yarısı kustuğun hecenin… Bir durağın tam ortası.. Tekmelenmiş bir hücre kapısı belki de içimde o Filistin Şarkısı, o eşsiz ağrı.
İntiharı anımsatır bana komşu terlikleri. Sonra şark trenleri, okunmamış bütün önsözler, bütün ayak izleri; gideni anımsatır. Gidip de dönmeyeni.
Yok artık körebe oynayarak çarpışan çocuklar. Satıldı sek sek taşları sokakların. Kurulmadı salıncaklar ağaç dallarına. Taşımadı kimse acısını parmak uçlarında.
…
Recmedilmeden önceydi. Saçlarını bırakıp gitmeden önce…
Elma mı sürdün bileklerine? Kapat artık çekmeceleri. Bıçak yarasıdır bu karnında büyüyen. Sev beni minder yüzleriyle. Sev beni dişlerine susam bulaşmış martıların sesleriyle.
XI
Sana karşı değilim. Duyu ya da anlam nesnesiyim.
Akdeniz Erkekleri vardı kollarında. Yan etkisi yüksek sözcükler dipnotta.
Thales’le başladı müzik: ‘her şeyin başı su.’ Her şey devinim yokluğu…
Kaskatı, dimdik uzayacak sakallarım. Hızlanacak nabzım.
Proletarya, buseni ver bana.
Kim bu nörolojist? Hangi hakla onayladı geçmişimi?
Bacaklarım hantal benim. Yaşamdan sonraki cansızlık gibiyim.
…
Başka cinse geçtim. Sağanak yedim.
…
X
Yanacak deli fenerleri tapınaksız kayalıklara çarparak. Mercan adalarında kilden piramitler, kırmızı üzüm bahçeleri,
yaban pelikanları bir de, prafan iskeleler, manastır anarşizmi: kesif, makul bir koku: rüya…
Uyan! Bildiğin gibi değil ‘şimdiki zaman’. Din değiştirdi Katolik Çanları. Aynı yeryüzü değil burası. Fuhuştur bu aynalı çarşı. Bu kalın gözlü kızlar, büyük beden çoğu zaman. Çoğu zaman Nudist, Paganist…
Monologsuzdu nakkaşlar. Feylesoflar Berzah.
Ucuz jartiyerli rahibeler gibi, korku, rüya… Uyan!
(Gün doğacak birazdan, yastığındaki o define çukurundan.)
Yassı bir yol anlatısı bu kekeme sayıklamalar. İçinde bir yerlerde soluksuz bekliyorum. Keşfet beni, aykırı bir düşünce suçu gibi.
İnsandım vaktiyle, yasaklanmadan önce. Giy beni üzerine, yakıştır kendine.
XI
Savaşmadan öldük. Vebalıyken ve inkâr ederken putları…
Endülüs’ten beri vardık. Şit’ten beri… Ebcet hesabıydık. Kâhin ya da deli…
Kadınlar gelecek gümüş bilezikleriyle. Kandaharlı kadınlar. Çingene gibi güzelleşeceksin sen giyotinde.
Kır şimdi mücevherlerini. Malta Taşı getirdim sana. Aşerersin diye mimoza getirdim.
Hayaletler taburudur insan. Öylesine bir haldir sürer usumda. Kendiyle savaşan ve kendini batık bir gemiye zincirleyen ben: acının ilk hali, daralan bir an, giderek eroinleşen, giderek küçülen bir enkaz yağmacısı sanki.
Toprak yiyen bir birleşme bizimkisi: ben, sen, o…
Yabancıdır bu kent sana, bana ve öteki sana. Kar yağacak az sonra, ilişkimizdeki teslis inancına. Yolma zambakları boşuna. Şizofren mevsimidir bu: esrarengiz fanteziler üslubu…
Yoruldum. Kaç kapı kapandı yüzüme? Kaç nehir indi içimdeki denize? Kulampara bir piç gibi yürüyor yalnızlığım üzerime. Mungan’ın Ulsangeyması olsan, hayal olsan…
(Söndürün gösterişli avizeleri. Atlayın yüksek bir şelaleden. Golyat olun Davud için. İsa için Levitasyon…
Taşınır mal değil zihnim. Çocuk masallarındaki yaratıklar gibiyim. Bunaklık halim bu benim. Saldırgan bir etkiyim.
Sen, günahların arka yüzü, göm beni Soranice bir lehçede. Göm beni dergâhsız dervişlerin kabrine…
XII
Berlin’de bir terzi salonunda asılı kalmıştın. Bir toplu iğnenin ucunda yapayalnız… Sonra meyhanede karşılaştık. Sol köşede Ermeni Pakrat. Tırnakları kir pas içinde… Cin, votka, rom… Ne varsa ceplerinde. Ne varsa destanlara ait: yanlış bir coğrafyada söylenmemiş sözcükler, sana dair.
Sevmezdin Laternacı çocukları. Lepralıydın. Kirece benziyordun. ‘Ben duymam’ dedin. Oysa seslerin hüznü yoktu, bilmiyordun.
Berlin’de bir terzi salonunda asılı kalmıştın. Yırtık bir kumaşın çizgilerinde yapayalnız… Sonra yürüdük beraber. Dar bir sokağın düşlerine girdik. Sonra sen durdun: ‘ölmek istiyorum’ dedin. Ben sokaktım: yüzlerce cinayete tanıklık etmiş… Sonra ‘ah’ dedim. ‘Ne kadar da kabayım. En güzel ölümü ona yaşatmalıyım. Sevişirken ölmeli.’
XIII
O,
Sen değildin. Cebeci burası, batakhane şehri…
Tarkan Toka, 2003 Bursa Heykel