
SERAPHİM
O kadim dillerin çocuğusun sen
Güney’in cevheri senin kalbin ama yüzyıllardır kıymetini bilemedin
Zeytuni gözlerin yoksulluğu gördü yoksunluktan çok
doğruyu aradı kalbin ışıktan çok
yalnız bıraktılar seni Seraphim senin cevaplarını soru yaptılar
her çağda tanınmayasın diye
çünkü insan yalan söylemeyi öğrendi ve sevdi
artık Sırat Köprüsü’nde bile tanımaz günahlarını
sen hüzünle bakarken işaret parmağındaki o mavi kana
gökleri imleyen o sonsuz yalnızlığa
yalın kalbin içinden geçenler umuru değil o günah çemberinin
aşka reşit olmamış kalplerin umuru değil o senin intihar rengi
gözlerin
sen yaşamaya anlam ararken yola çıktığında
hangi yüreğin
saraphına
güvendin
ah onlar ki Sina’nın teşbihine bakıp susanlar
onlar sözlerinin
ticaret diline çevrilmesine sevinen kelamcılar
iki nehrin koynundan çıkan susamış dilleri aslında yok saydılar
bilmediler insanlık tarihinde hangi kalbe akar Şattülarap
onlar bilmez ey Seraphim
ölümün önünde diz çöktüğü aşk’ın değerini ve insanlığın Veba’yı
aşkla yeneceğini bilmezler
serap suyun vahası değildir ve yanmadan ateşi bilemez
hiçbir mahlukat
‘bir dağın çarpıklığını sevinç sayan’ hıyanet
bir dağ yüreğin
cibalini ne bilir
bilmiyorlar ışığın öncü olduğunu
bilmiyorlar
bizim gibi sevmiyorlar Seraphim… sevmiyorlar…
Yelda Karataş
Mozaik: Sepahim, Ayasofya
MÜZİK : SERAPHİM, Dead Can Dance