Altta yazdıklarımı bizzat ben yaşadım…
İran’da yaşanan son olay bana o günlerimi hatırlattı…
1978-1979 / 1981 -1984 yılları arasında eşimin işi nedeniyle Suudi Arabistan’da yaşadık… Benim Suudi Arabistan ile tanışmam 1979 yılının Haziran ayında oldu; o zaman ben henüz 22 yaşında yeni evli genç bir kadındım. İstanbul’dan giderken neyle karşılaşacağım hakkında en ufak bir bilgim yoktu; bildiğim sadece uzun elbise veya etek giyip başımı örtmem gereği idi. İlk kez uçağa binip uçsuz bucaksız Yemen sınırında bulunan askeri havaalanına Cidde aktarmalı bir uçakla indik…
4 aylık vize sürem boyunca nasıl geçeceğine dair hiçbir fikrim olmadan kalacağımız eve doğru 4×4 arazi aracı ile kumlarda bata çıka yola koyulduk… Kaldığımız yer Sharurah diye karayolu ulaşımı olmayan çöl kenarına kurulmuş bir köyün yanındaki eski havaalanı inşaatından kalan portatif şantiye binasıydı. Kaldığım o süre zarfında binanın tavanında oluşan lekelerle konuştuğum çok olmuştur; o 4 ayın sonunda döndüğüm İstanbul’da sokakta konuşmayı unutur olmuştum, hayatımın en zorlu ve sıkıcı bir süreciydi…
Sharurah dediğim köyde ufak bir köy bakkalı varmış ve bir gün oranın Bedevi sahibi eşime kendi kızını inşaat süresince teklif etmiş, evet yanlış okumadınız kaldığın sürece şu fiyata sana kadınlık yapsın sonra giderken iade edersin demiş!! İşte kadına verilen değer…


1979 – Sharurah’daki günlerim…
Yıllarca onların abaya dedikleri bir nevi siyah çarşaf giyip, başımı örttüm. Bu yetmezmiş gibi onun altına da hep uzun elbiseler giydim, bir gram makyaj yapmadan, büyük güneş gözlükleri takarak mecbur kaldıkça dışarı çıktım, o da tek başına ne mümkün! Orada tek başına bir kadın taksiye binemez, otobüste arkada kadınlara ayrılan küçük bir bölümde yolculuk yapabilirdi. Bazı lokantaların kapısında buraya kadınlar ve köpekler giremez yazardı! Kadın ehliyet alamaz ve araba kullanamaz. (bizim yaşadığımız zamanlarda)
1982 yılının bir ramazan günüydü, yanımda eşim varken Riyad çarşısında (souk) yürüyorduk, başörtüm hafifçe kayıp omzuma düşmüştü hemen sakallı, koyu kahverengi cübbeli, elinde kocaman bir sopası olan din görevlisi (Mutavva ) beni dürtüp bana (domuz anlamına gelen) hınzır dedi, pasaportumuza baktı ki Müslümanız! Arapça bir sürü laf daha etti… Ben hemen örtümü kapattım ve yolumuza devam ettik. Hani şeriat isteyenler var ya, bu yaşadıklarımın ufak bir kesiti.

Bu fotoğrafta 25 yaşımdayım. (1982)
Afganistanlı yazar Khaled Hosseini “Uçurtma Avcısı” kitabında;
“Bunu öğren, kafana iyice sok, kızım,”dedi Nana. “Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem” der. Yine aynı kitabında :“Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez. Çünkü bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur.” der. Sanırım tüm coğrafyalarda ağırlıklı bir hakikat kazanmış bir görüş bu.
Evet, kadın olmak her coğrafyada zor; ama Ortadoğu ve İslam dünyasında nedense daha da zor. Hakan Günday’ın “Ziyan” adlı kitabında dediği gibi:
“Ortadoğu’da kızlar kadın doğar. Ecellerinden önce ölürler. İlk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki toprak bile artık dişidir. Bu yüzden toprak ana diye bilinir. Perilerin şanı buradan gelir. Diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. Bu yüzden verimsiz ve çoraktır. Buna da, kadının intikamı denir”