Merhaba onlu yaşlarımın sonu, yirmili yaşlarımın başı
Ne güzel duruyordun oralarda öyle sen
Bir gözün göğü geçirirken içinden, diğeri yeri süzüyordu derinden
Hayat avuçlarının içindeydi
Sıksan suyunu çıkaracaktın
Sen sulu sevmediğinden usulca mıncıklıyordun
Hatırlıyor musun bir gece yarısı ansızın terk etmiştin içinde büyüttüğün tavrı belki de Tanrı’yı
Zira biliyordun, kendini bulmak için, sana zorla giydirilmiş her şeyi çıkarıp, çırılçıplak olman gerektiğini
Ne çok sıkışıp da kalmıştın Kürt olmakla solcu olmak arasına
Tam canın çıkacaktı ki küçük bir dokunuşla ‘yokum ben bu saçma sapan oyunda’ deyip, teslim etmemiştin ruhunu şeytana
Uğradığın her durak, soluklandığın her aşk, yenildiğin her savaş, giriştiğin her iş senin için muazzam bir okuldu
Daha o zaman bilip anlamıştın geçememenin de sınava dahil olduğunu
Ve hep mühim olan geçmek değil geçerken yaşadıklarım diyordun
Ve ekliyordun; Mühim olan varmak değil, varabilmek düşüdür
Şaşkınlığın ne hoştu
Sarhoş atlara benziyordun
Her günün, kabuğunu henüz kırmış bebek bir kuşun ilk günüydü
Sevinçli, heyecanlı, telaşlı, serüvenci, düşbaz, şımarık ama ille de adanmış
Derken masal birden gerçeğe evrilmişti
Artık otuzundaydın
İtirazlarının yerini kabul almıştı
Değiştirmeyi kurduğun dünyaya bakıyordun uzun uzun
Rahatsızlık duyduğun şeyleri geçiriyordun bir kenara yorgun düşerek
Olanın olduğu gibi kalması ne garip dediğin zamanlar geliyordu aklına susuyordun
Büyümüş müydün alışmış mıydın oynuyor muydun?
Ya da bitse de gitsek diye mi düşünüyorsun şimdi