FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Sevgi Üzerine

Sevgi Üzerine

Berin Uyar

Eski bir habere rastladım internette, diyor ki, “Dünyada sadece Ankara’da yetişen Sevgi Çiçekleri bu yıl açmadı… Doğru mudur, böyle bir çiçek var mıdır bilmem ama olsa bile böyle sevgisiz ortamda nasıl açsın gariplerim.

Bansky’den Sevgililer Günü‘ne

Büyük laflar etmeden SEVGİ üzerine konuşmak da yazmak da zor. Bakalım aklımdakileri aktarabilecek miyim… Biraz dağınık düşüncelerim. 14 Şubat Sevgililer günü. Kapitalizmin kazanç kapısı bir yandan, bir yandan da yılda bir kez de olsa insanlar sevdiklerini anımsıyor diye umudediyorum doğrusu.

Yazın ve sanat dünyasında en çok işlenen konuların başında geliyor sevgi ve aşk. Eros’u hepimiz, elindeki yayla, bir kadın ve erkeği hedef alarak okunu fırlatan alan şişman, kanatlı bir melek olarak tanıyoruz resim dünyasından. Gerçekten de öyle olmaz mı? Bir ok saplanır kalbinize, karnınıza doğru ılık ılık birşeyler süzülür akar. Buna aşk diyorlar işte. Sonra bu saplantılı durum yerini daha kalıcı, daha yumuşak bir duyguya bırakıyor. Buna da sevgi diyorlar, bilmem doğru mudur…

Ben Ertan’a aşık oldum. O da bana. Sonra öldü o. Anımsadıkça hala yüreğim acıyor desem inanır mısınız, bu kadar yıl sonra. O varken hayal dünyasında yaşıyor, herkesi “iyi”dir, herkes birbirini sever, kimse kimseye zarar vermez diye düşünüyormuşum. Etrafımda bir koruma halkası oluşturmuş. O halka kalkınca bir sendeledim önce. Neyse ki, şanslı bir insanım. Derdimi, sevincimi, korkularımı paylaşabileceğim dostlarım, sevdiğim insanlar vardı hep, hala varlar sağolsunlar.

Ben seversem severim. Karşımdaki insanın parasının olup olmamasının, beden özelliklerinin, cinsinin, cinsel seçiminin, renginin, inancının, rütbesinin ve hatta yaşının hiç ama hiç önemi yoktur. Hani moda tabirle “elektrik” var ya, ilk bakışta gönlüm ısınırsa ne ala, yoksa ısınmam epey uzun sürebilir. Hele de burnu büyükse, çıkarcıysa, yağcıysa, sırnaşıksa, şımarıksa, para gözlüyse, dünyanın merkezinde görüyorsa kendini, ispiyoncuysa, dedikoducuysa… Irkçı ise, kendi gibi olmayanları aşağılıyor, eziyorsa… İşim olmaz onlarla. Sevemem de.

İnsan, sevmeli diye düşünürüm. Biraz romantik gelebilir ama dünyayı sevginin ve güzelliğin kurtaracağına da inanırım. Çünkü iyi insanlar, başkaları için güzel şeyler isteyen insanlar sevebilir gerçekten. Onlardan ne kişiye ne de evrene bir zarar gelmez.

Sevdiğini kendi malı gibi gören, sevgiden öldüren, kıskanan sevgi sevgi midir?
Sevgi fedakarlık ister, emek ister, geçici değildir, ilk rüzgarda dağılıp gitmez, sadece iyi günde devam eden sevgi de sevgi değildir; sevgi zor günlerde sınanır.

İktidara, güç ve kudrete duyulan sevgi barışa değil şiddete götürür insanı. Sevgi affeder, sevgi özür diler, sevgi bağışlar, sevgi paylaşır, sevgi sevdiklerine kıyamaz…
Babanem, “Kızım” derdi, “insan en çok sevdiğini hırpalar”. Anlamazdım neden öyle dediğini… Çerkezdi. Anlatırdı. Çocuklarını onlar uyuduktan sonra nasıl okşadığını, öptüğünü, uyanıkkan onlara nasıl disiplinli davrandığını ve hatta bazen dövdüğünü de… Ama canından da çok sevdiğini eklerdi arkasından. Neden öyle yapmış ki? Bence hata. Eski terbiye böyleymiş Neyse ki bize, torunlarına öyle yapmadı. Onun yanında ilk gençliğimi yaşadım, en büyük torun olarak, beni sevdiğini bilir, bana güvenmesinden, kızarken bile sesinin titremesinden, gözlerindeki şevkatten anlardım bunu.

Sevgi dediğimizde aklımıza hep kalp geliyor. Sevgiyi çiz desek, kalp resmi yaparız, şimdi de kalp emojileri yolluyoruz. Ama insan galiba kalbinden çok beyniyle seviyor. Beyinsiz sevgiyi ne yapayım ben? Bir on yıl kadar önce aramızdan ayrılan arkadaşım Dr. Serol Teber, gençlerle yaptığı konuşmada söylemişti bunu. “Vücudun en aptal organıdır kalp, ameliyatta durursa alırsın eline bir şaplak… Başlar atmaya yine, ama beyin öyle mi?”…

Sevgisiz insandan korkarım. Bir sevdiğimi kaybedeceğim diye daha da çok korkarım. Aklıma Mevlana’nın bir sözü geliyor. Tam da anımsayamıyorum ama, “daha çok sevmenin, daha çok sevilmenin yolunu bulmaya çalışın; sakın ola ki, sevgiyi yok edecek, dağıtacak, darılacak, küsecek bahaneler yaratmayın. Sevginin değerini bilin.” Böyle bir şeydi içerik olarak. Çok da beğenmiştim bu öğüdü. Tutmaya da çalışıyorum. Sevgi kolay kazanılmıyor, kolay da kaybedilmemeli. Sevgi ilişkileri büyük emek istiyor. Ama sevgi de örselenebiliyor, o yumuşacık kabuğu çizilip berelenebiliyor, ölmüyor belki ama yara alıyor.

Bu yazıyı yazmaya çalışırken sevdiğini zamansız kaybeden insanlar geçti gözümün önünden. Mesela geçen yıl 6 Şubat’ta. Nasıl bir acıdır bu, yaşamayan bilemez şüphesiz. Beton yığınlarının altında kalan sevdiklerini çıkarmaya çalışan insanın acısı; cansız bedenini kucağına aldığında yaşadığı keder ve çaresizlik; ve bu yazıyla paylaştığım baba. Ellerinden kızının artık soğumuş eline akan sevgiyi görmemek için vicdansız olmalı insan.

Dünyada bu kadar dert varken bir sevgi mi eksikti demeyin sakın. Evet EKSİK. Benden çıksın gitsin bu düşünceler sevgisiz, vicdansız ve acımasız dünyaya uçsun. Bir tutam sevgi yağar belki bu çorak toprağa. Minicik bir filiz baş verir… Kimbilir belki sevgi yeşerir. Ne güzel olur düşünsenize.