Ben kek, börek ve envai çeşit hamur işi yapmaya bayılırım, canım ister yaparım, yemeyi de bir o kadar severim. Evdeydim, canım şöyle çıtır çıtır bir poğaça istedi, yapmaya koyuldum ben de. Telefonum çaldı, “Napıyorsun?” dedi, “Poğaça yapıyorum, sen?” dedim. “Poğaça mı, poğaça ne ya? Ben çalışıyorum, işlerim var; neyse sen evcilik oyununa devam et, kapatıyorum.” dedi ve telefonu kapattı. Neydi bu şimdi? Poğaça yapan bir kadın olmaktan utanmalı mıydım? Canım poğaça istemişti yahu ne evciliği? Kırılgandım da o zamanlar, kendimden pek emin değildim, ben hangi kadın olmalıyım bilmiyordum ya da bir kadın prototipi varsa ben hangisiydim? Entelektüel kadın mı? Domestik kadın mı? Partileyen kadın mı? Anaç kadın mı? Neydim sahi ben?
Kapıdaydık bir gün, dış kapının anahtarını bir türlü tutturamıyor, hep yanlış anahtarı takıyordum ilk seferde, zaten iki tane anahtar vardı ama Murphy yasaları işte; “Bin kez söyledim sana şu anahtarları birbirinden ayıran renkli başlıklardan tak diye, senin sorumsuzluğun yüzünden kapıda bekliyoruz hep.” dedi, ev benim evimdi ve daha önce bunun bir sorumsuzluk, bir mesele olabileceğini düşünmemiştim hiç, hatta ne yalan söyleyeyim bunun üzerine hiç düşünmemiştim. İlki olmasa ikincisi oluyordu işte ama neyse. Cevap veremedim, sadece özür diledim.
Kahve fincanlarımdan, evimin dekorasyonuna, kıyafetlerimden, okuduğum okula, arkadaş çevremden, kitaplarıma kadar bana ait olan her şeyi aşağılayan bir adamla 1.5 sene geçirmiştim. Mansplaining, duygusal ve psikolojik şiddetin her türlüsünü tatmıştım. Ve ayrılık kararı aldığım noktada kendini başarısız, aptal, yetersiz ve değersiz hisseden bir ben vardı. Üstelik anksiyetem zirve yapmıştı, uykusuz geceler, bitmeyen kabuslar ve sosyal izolasyon…
“Lütfen son kez bir yemek yiyelim, n’olur beni kırma” diye aradı. “İyi değilim, dışarı adım atacak gücü bulamıyorum.” dedim. “Lütfen, sana da iyi gelir, havan değişir biraz.” dedi. Zoraki ikna oldum ama hissizleşmiştim, donuklaşmıştım; yaşam enerjim, özgüvenim, elimde bana dair hiçbir şey kalmamıştı. Yürümeye başladık, ıslık çalıyordu; bir melodi… “Ne bu?” dedim, “Opus 37, sen anlamazsın, tencere markası işte.” diyerek kahkaha attı. Yanıt vermedim, verecek gücüm de yoktu. Koşar adımlarla geri döndüm ve evime sığındım.
Sonrası kendimi iyileştirmekle geçen uzunca bir süreçti. Bütün bunları planlı mı yaptı bilmiyorum, onun hayatla alıp veremediği neydi onu da bilmiyorum ama artık yapabileceğim tek şey aynı şeyi başka kadınlara da yaşatmamasını dilemekti. Kimin kurbanıydım? Onun mu, kendimin mi yoksa bu düzenin mi? Bu kadar kırılgan ve kolay manipüle edilebilen bir psikolojiyi mi suçlamalıydım yoksa erkeğin doğrusuna boyun eğen ataerkil bilinçaltımı mı? Yıllar geçti, ben büyüdüm. Ne istediğini, kim olduğunu bilen bir kadın oldum. Poğaça yapmaktan, çılgınca dans etmekten, şaşkınlıklarımdan, bir şarkının adını bilememekten hiç utanmadım. Entelektüel kadın, anaç kadın, domestik kadın, partileyen kadın; hepsi bendim. Bazen biri, bazen hepsi oldum, her birini de ayrı ayrı sevdim. Başkasının onlar hakkındaki düşüncelerine ihtiyacım olmadığını öğrendim.
Uzmanlar, duygusal ve psikolojik şiddetin, fiziksel şiddete göre daha zor kabul edilen ve farkedilen bir şiddet türü olduğunu söylüyorlar, ancak yine de bize ipucu verebilecek bazı belirtiler var. Mor Çatı’dan alıntıladığım ve oldukça detaylı bulduğum psikolojik / duygusal şiddet biçimleri aşağıdaki gibi:
- Duygusal ihtiyaçların (sevgi, ilgi, destek, değer vb.) kontrol sağlamak için keyfi şekilde karşılanması veya karşılanmaması,
- İstediklerini yaptırmak için cezalandırıcı, küçük düşürücü, yaralayıcı, tehdit edici davranış ve tutumlar sergilemek,
- Duygu sömürüsü yapmak, suçlu hissettirmek, utandırmak, küsmek, surat asmak, alay etmek, küfür ve hakaret etmek,
- Kıskançlık adı altında, nerede, ne zaman, kiminle ne yaptığını, ne giydiğini “Bu elbiseyle dışarı çıkamazsın” gibi baskıcı ya da “Kendi iyiliğin için onunla görüşmeni istemiyorum” gibi karşı tarafı düşündüğünü ifade eden sözler ve davranışlarla denetlemek, sosyal ilişkilerini kontrol altında tutmaya çalışmak,
- Beceri ve yetilerini küçümsemek, karar mekanizmalarına dahil etmemek, bireysel haklarını yok saymak, yaptıklarını sürekli eleştirmek ve kendisini akılsız, aciz, yetersiz, beceriksiz, zayıf, muhtaç ve bağımlı hissettirmek,
- Yalnızlaştırmak; ailesi veya arkadaşları başta olmak üzere yakınlarından fiziksel veya duygusal olarak uzaklaştırmaya çalışmak, maddi ve manevi destek alabileceği bütün kişiler ve kuruluşlarla arasını bozmak ve bunlara ulaşımını engellemek; sevilmediğini, istenmediğini söylemek,
- Hasta, sorunlu ya da deli olduğunu hissettirmek,
- Kişiliği, fiziksel görüntüsü, ailesi vb. ile ilgili hakaret etmek,
- Gerçekleştirilmesi imkansız taleplerde bulunmak, yerine getirildiğinde ise talepleri değiştirmek,
- Ne düşündüğünü, ne hissettiğini, ne istediğini, onun için neyin iyi olduğunu kadın adına tanımlamak, onun adına kararlar almak,
- Kadının sahip olduğu evcil hayvanlara, kadını cezalandırmak ve kontrol etmek amacıyla şiddet uygulamak,
- Çocukları suçlu hissettirmek için kullanmak, çocukların kaçırılacağı, gösterilmeyeceği, elinden alınacağına ilişkin tehditler savurmak; çocuklara şiddet uygulamak.
Bu şiddet biçimleri çoğunlukla partneriniz ya da en yakınınız tarafından aşk ya da sevgi göstergesi olarak sunulabilir, “Seni çok sevdiğimden.”, “Senin iyiliğini istediğimden.” gibi cümlelerle üzeri kapatılabilir ve siz değer verdiğiniz kişi karşısında affedici olabilirsiniz. Olmayın; gerçek sevgi size kendinizi suçlu, yetersiz, değersiz hissettirmez, aksine yukarı taşır, cesaretlendirir ve güçlü hissettirir. Hepimiz en aptal, en şaşkın, en çılgın, en başarısız, en çirkin halimizle bile çok hem de çok değerliyiz.