FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

ŞİİR NASIL YAZILMAZ

ŞİİR NASIL YAZILMAZ

ŞİİR NASIL YAZILMAZ

I

İZLEK

 

Omurgasız şiir olmaz. Omurga derken, konudan değil izlekten söz ediyoruz.

İzlek ile konu farklıdır. İzlek anlamlandırmanın bizzat kendisidir. Ama kavramsal açınımlara varılmasını sağlamak diye bir derdi yoktur şiirde. 

İzlek; Şiiri konuya göre ayırmanın anlamsızlığını gösterir. Konu nedir ki… Yani bir şiire konusuna göre yaklaşmak olanaklı mıdır? Ne gösterir bize bir şiirin konusu? Hiç! Konu bir araçtır sadece.

 

İzlek, özellikle ve öncelikle şiirde kavram açınımının değil, duyarlılık yolunun ışığını tutar.

İzlek ana düşünce açıklamasını yapanlara da şaşkınlıkla bakmak lazım.

Şair bir düşünce yazısı yazmaz, şiirden bir düşünce, bir öykü çıkmaz…

Şiir dilinin kendi metaforunu anlamadan izleği anlamak olanaksızdır.

En popüler görünümlü şiir içinde kat kat anlamlar taşır. Okuyucusunu her yüzyılda bekler, sabırla izleği kalbine çarpsın diye. O meşhur Otuz Beş Yaş şiiri gibi.

 

‘geç fark ettim taşın sert olduğunu 

su insanı boğar ateş yakarmış’

 

Cahit Sıtkı Tarancı 

Otuz Beş Yaş

 

dizeleri, yaşlanma konusu değil, ölüm ya da yaşama tutkusu izleğidir. Yaşlanma ölüm yolunun nedenlerinden biridir. Yaşlanmaya dair kavramsal bir derdi var mıdır şairin, ya da yaşlanmayı ‘açıklamaya dair’ … Asla… hele bir yaşlanma öyküsü hiç değildir 35 yaş.

 

Bize yaşam duyarlılığı yolunu açan şiirin izleğine ulaşmak, şiirin tadına varmayı sağlar. hele ki izlek ters köşe yatırıyorsa duyarlılıkları… Şairi de şiirini de öpesi gelir insanın…
Nazım’ın Bach üzerine yazdığı şiiri gibi. Son dizesi tokat gibi çarpar ruhumuza.

 

‘tekrarın tekrarsızlığı gülüm’ 

 

Nazım Hikmet 

Bach G Minör

 

Şiir, sloganımsı metinler ve ideolojik saptamalar ve aforizmalarla sık sık karıştırılıyor. İnsan tek dizelik şiir yazabilir ama her dize şiirsel bir bütün değildir. Şiiri bütünleyen, şiirden ayrılamaz estetik bir ögedir. Tek başına bir anlam ifade edebilir, bazen de şiirin bütünü için anlamı olabilir.

 

Şiir aşkı anlatmaz; sana aşkını gösterir, aşkınızın ‘dikey ve yatay mutsuzluğunu ‘ hissettirir. Ama dikey ve yatay mutsuzluğu öykülemez… ‘onlar da orada yaşadılar’ der. ‘bir dağın çarpıklığını bir sevinç sanarak’. Sen bir dağın çarpıklığı metaforundan ne çıkarıyorsan artık… dağ bir gösterge olarak, sonrasında bir metafor ve daha sonrasında  bir yanılsama olarak ‘senin’ imgeleminde kendini nasıl aşıyorsa tarihsel belleğin ve yüreğinin anlamlandırmasında; işte o kadar, bir dağın çarpıklığı, sen anlamlandırdığın kadar!

 

Yani dediği Eco’nun ‘duman gördüğünüz her yerde ateş yoktur.’ (Dil için söylenmiş en çarpıcı saptamalardan bana kalırsa)

 

Ne savaş ne barış için ısmarlama şiir yazılmaz. Adı Barış olan bir şiir de barışı değil, barışın dünyadaki karşılığını söyler. Adı Guernica olan bir tablo savaşı anlatır gibidir ama barış özlemi yakar içimizi her bakışımızda o büyük yapıta, ölümün çocuk çığlıklarını duyarız ‘şeker de yiyebilsinler’ haykırışında olduğu gibi.

 

Tam da burada iki açıyı da doğru koymak gerek. Sanatçı ve izleyici, okuyucu, dinleyici bir bütündür sanat yapıtıyla buluşurken. Aradaki ilişki çok boyutludur. Sanatçının her ürettiği anlaşılır değildir. Ben bu şiiri anlamıyorum kafa tutmaları cehalatin dik kafalılığıdır. -Şiirden söz ediyoruz kuşkusuz!- Çünkü şiir okuyucusunun da şair kadar sorumluluğu vardır. Bir resim izleyicisinin, müzik dinleyicisinin olduğu gibi… 

 

Ucuz ve eğitilmemiş kulaklar her sese hayran olmaya hazırdır. Beyaz ekranda görünsün çok satsın yeter!

Bir sanat yapıtı ile buluşmak kolay değildir. Kaldı ki eğitim sistemimiz bunun için örgütlenmez. Şiir dersi yoktur. Edebiyat dersleri acı lokma gibidir. Okuyucunun yetersizliği şiiri yalnızlaştırır. Hatta kötü şiir okuyucusu bulunur. Hemen okuyup hemen anlayacak oysa düşünürün dediği gibi: ‘Eğer sanattan tat almak istiyorsanız, sanatkarca eğitilmiş olmanız gerekir. ‘

 

Sanatçı sıradan insan değildir. Sanat anlama bilincinin düşük olduğu toplumlarda, sanatçı takliti yapan maymunlara çok rastlanır…

Sistem zaten bunu ister, estetik haz düzeyi düşük, neredeyse yok olan ve popüler ürünlere evet diyen kitleler ve sanat sevicileri… Sanat toplum içindir zırvalarını şiar edinenler… Sanattan slogan bekleyenler. Sanatı içeriksizleştiren, taklit uzmanı şair görünümlü kadın ve erkek ordusu…

Mahler’in, Van Gogh’un, Turgut’un… uzun yıllar süren yalnızlığının tarihidir.

 

ETİK

 

Burada kuşkusuz çakma şairlerden ‘söz etmenin tam sırası’… Çağımızın yeni kahramanları onlar… Kolay anlaşılır, bir çırpıda okunur. ‘halkın anladığı dilden konuşur’… Bu ‘şairler’ çok alkışlanıyorlar halk tarafından!

 

Yani öğrenim hayatı boyunca ‘bu şiir ne demek istiyor’ diye yetiştirilmiş halktan söz ediyoruz. Babasının elinden tutup bir kez bile değil bir Mozart dinlemeye, bir uzun hava duyacağı, bir türkünün tadına varacağı tek bir konsere bile götürülmemiş, halktan söz ediyoruz. Hayatı boyunca tiyatro salonuna ayak basmamış, sinema salonları kapatılırken sesi çıkmamış halktan söz ediyoruz. Halkı küçümsemiyoruz, haşa; durumunu biliyoruz. Popülizmin neden bu kadar tavan yaptığını böylece anlıyoruz.

 

‘Onlar’ da biliyorlar onun için tıpkı ünlü markaların alt markaları gibi alt marka şairler yaratıyorlar. Şairden, sanatçıdan, insandan marka olmaz kuşkusuz. Bu çocuklar şiir sandıkları manzumelerini sadece para kazanmak amacıyla kurulmuş yayınevlerine bastırıyorlar.

Sanatçıyı değerli kılan sistem tarafından dışlanması değil; sisteme rağmen ürettiği şeyin sanat değeri taşımasıdır.



Şiir adına işlenen cinayet, insan ruhuna karşı işlenmiş demektir. Ama çakma şairlerin böyle bir sorumlulukları yok. Lorca umurları değil. Pablo’yu sonuna kadar hiç okumadılar!

 

Şiirden anlamanın onurunu bahşetmek için vasat okuyucuya, vasat şeyler üretiyorlar. Fotokopi gibi… Özgünlüğü, yaratıcılığı ve sorumluluğu olmayan! Okuyucu biat etsin diye! Hızla söksün anlaşılmaz bir girdabın içinde boğulmanın erdemini diye!



Toplum, şiiri duygusal kelimeler yığması olarak gördükçe çalma çırpma ve omurgasız yani anlam bütünlüğü olmayan ‘üstünü başını yırtmış ağıtlar’ yazmak pekâlâ mümkündür.

 

Bu çakmalar ‘etkilenmemek için okumamak’ peşinde. İyi şair, şiir bilmek zorunda değil deniyor. Ayrıca şairin iyisi kötüsü olmaz. Şairin çakması olur, yalancısı olur. Şair şairdir. Bütün şiirleri de mükemmel değildir. Turgut ‘korkutucu ustalık’ ın altını bunun için çizmiştir. Melih Cevdet Cumartesi yazılarında bunu sık sık hatırlatmıştır. 

 

Bir şiiri sonuna kadar okumaya cesareti olanlar farklı konuşur; beğenileri de farklıdır. Onlar güzel demezler sadece, neden güzel bulduklarını da açıklayabilirler!

 

Ezcümle dediği üzere Oğuz Atay’ın; ‘aklın ve tecrübenin de insanı idaresi kolay değil, Tanrı çizmiyor her zaman kaderimizi; Madde ve ruh arasında çizilen sınırdaki kesinlik yok.’

 

Neyin şiir olup olmadığına bu nedenle zaman karar verir; akışkan ve değişken zaman!

 

Şiir başkasından ses, dize ve konu çalınarak yazılmaz! Bu Akademi öğrencilerinin ödev olarak yaptıkları Van Gogh kopyası gibidir. Orijinalini hatırlatır hep! Vincent van Gogh ve hayran olduğu Millet’in kendisi tarafından kopyalanan eserlerinin yer aldığı bir sergi gezmiştim Paris’te… Vincent Van Gogh Millet’in yapıtlarının kopyasını yaparken bile kendisiydi… Ayrıca resim sanatında kendinizi geliştirmek için kopya yaparsınız hiç gizlemeden bu bir gelenektir, zorunluluktur ….
Van Gogh ve Millet, iki kardeş ruhtu. O nedenle kopya bile kopya değildi… Ağlayarak gezdim sergiyi. İki ruhun buluşmasını.

 

Keza, Picasso’nun Diego Rodríguez de Silva y Velázquez’in yaptığı ünlü Las Meninas (Nedimeler) tablosunu kopyalaması da aynıydı. Picasso, Picasso idi. ( Foucault’un bu tablo üstüne yazdıkları da ayrıca okunmalıdır) Etkilenmek, alıntılamak, gönderme yapmak ve hatta kopyalamak, bir sanatçının yapa geldiği bir şeydir. Sanat Tarihi’nde çalmak ile hiç karıştırılmaz. Çünkü sanatçı çalmaz! Çalarsa soytarı olur. Çalmaya da ihtiyacı yoktur. Kopyalama, sanatçı için bir deneyimlemedir, esinlenmenin gizini yaşamadır ve sanatçı kopyalama yaparken resimde özgün kimliğini kirletmez asla.

 

Sanatçı olmaya hevesli zümbükler, bunu en kolay gerçekleştireceklerini düşündükleri şiir üzerinden hırsızlık yaparlar. Eh balerin olacak halleri yok! Onlar, Üçüncü sınıf bir terzi gibi, bu dünyaya bir güneşin yetmediğini başkasından çalarak söylerler! Kendilerinden önce söyleyene saygı göstermeden. Hele, bir yerlerde teşvik edilmiş, insan yokluğundan, şair yerine konulmuşsa ‘makul’ duruşu nedeniyle, üstelik dişi ihtirası pek çok örnekte olduğu gibi sadece haz peşindeyse; utanmadan çalar!

Yamalı bohça gibi bir şey çıkar ortaya.

 

Şiir eleştirmeni artık yetişmiyor bu en acıtıcısı. Bazı hanım ve erkek ağalar bilirkişi tezgahında şiiri metalaştırmanın ya da metalaşmış şiiri tezgahlamanın yeni yollarını arıyor. Bunlara karşı liberal merhamet taşıyanlar benim gibilere kızıyor: ‘ Bırakın herkes yazsın’ diyor! Yazmalı herkes ‘bana kalırsa’. Herkesin yeteneğine göre geliştiği o dünyayı önce şairler istiyor. Herkes yazsın ama çalmadan; kendi sesini, tavrını arayarak!

 

Yani bilerek: ‘Şairler şiir yazar’

Sorsun kendine her yazan, ben şair miyim diye. Yanıtını dürüstçe versin kendine.



Yelda Karataş

Picture of Yelda Karataş

Yelda Karataş

Tüm Yazıları