FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Şiirlere, öykülere uzanan yolculuğun ayak izleri 

Şiirlere, öykülere uzanan yolculuğun ayak izleri 

Bu yıl benim için yükselişleri ve alçalışları keskin bir yıl oldu. En büyük çöküntüyü depremde yaşadık. Her ne kadar deprem bölgesinde bir yakınımı yitirmemiş olsam da büyük bir ruhsal karanlık içinde buldum kendimi. Sanki dibe vurmuştum. Hayatın anlamını yeniden sorgulamaya başladığımda beni bu karanlık ruh halinden bir nebze de olsa yukarı çıkaran ardarda yayımlanan kitaplarım oldu. Klaros Yayınları’ndan Şubat ayında yayımlanan altı romanın ardından bir şiir (Ağaç Olma Özlemi), bir öykü (Hiç Durmadan Uçmak) ve bir de desenlerimle birlikte düz yazı şiir ve öykü arasında kalan kısa yazılarının olduğu (Düşlerin Sessizliği) üç kitabım yine Klaros Yayınları’ndan çıktı.

Şubat ayında önce birbirinden bağımsız İffet’in Gelinliği, ardından Yitik Menekşe adlı romanlarımın hemen ardından dört kitaptan oluşan Ay Serisinin dört romanı daha çıkmıştı: Gümüş Ay, Karanlık Ay, Çamur Ay ve Kadın Ay. Şimdi de yıllardır damla damla biriktirdiğim şiirlerimi topladığım Ağaç Olma Özlemi ve 1990’larda yazılmış ve çeşitli dergilerde yayımlanmış öykülerimin yer aldığı Hiç Durmadan Uçmak ve sol sayfalarında kendi desenlerimin olduğu, sağ sayfalarında bir ya da iki paragraflık düz yazı şiir ile öykü arasında bir yerlerde duran yazıların yer aldığı Düşlerin Sessizliği kitabı yine Klaros Yayınları’nca basıldı.

Ağaç Olma Özlemi  benim dördüncü şiir kitabım. Çoğu yazar gibi ben de yazmaya şiirle başladım. Lise yıllarında, sonrasında…. Hatta Politika gazetesinde bir köşesi olan Cemal Süreya’ya şiirimi göndermiş, (1975 ya da 76 yılları olmalı, emin değilim) onun bana yazdığı mektubu şiir defterimin ilk sayfasına iliştirmiştim. Ama ne yazık ki bu mektup 12 Eylül’ün kurbanı oldu. 1980 öncesinde siyasi ortamın hızına ayak uyduramadı yazma eğilimim. Uzun süre suskun, altta bir yerlerde kaldı. 1980 sonrası cezaevi yıllarında yeniden buluştum şiir ve öykü yazmayla. Hiç unutmam, 1983 yılı olmalı, arkadaşlarla 8 Mart için bir müzikal tasarlamıştık. Ben şiirini yazdım, müzik bilgisi çok olan iyi bir arkadaşımız da onu uyarlayacaktı ama ne yazık ki koğuş baskınında şiirim kayboldu; cezaevi yönetimi bizleri farklı koğuşlara gönderdi ve müzikal hayalimiz gerçekleşemedi.

O yıllarda yazdığım şiirleri dışarı göndermek için mektuplara yazardık. Kimi arkadaşlarım dışarı çıkınca bana vermek için yazdıkları mektuplara şiirlerimi eklerlerdi. O şiirlerin bir kısmını bulabildim, bulamadıklarım da olmuştur kuşkusuz. Öykü yazma serüvenim de lise yıllarında başlamıştı. Orta okul son sınıftayken gerçeği arayan bir adamın öyküsünü yazdığımı hatırlıyorum ama asıl öykü yolculuğumun başladığı yerin Metris Cezaevi, 8. Koğuş olduğunu söyleyebilirim. Bizi tecrite almışlardı; kitap yok, radyo yok, tv yok. Önceleri aklımda kalan başka yazarların öykülerini anlatıyordum tecrit arkadaşlarıma, artık hafıza dağarcığımda anlatacak öykü kalmayınca bizim köyün insanlarını aşağı mahalleden başlayarak anlatmaya başladım. O kadar zengin insan öyküleriydi ki bunlar, anlattıkça ben de öykü yazabileceğime inanmıştım. Yazdım da.

Cezaevi Cezaevi sonrasında koltuğumun altında yazdıklarımla kendimi Kemal Özer’in genel yayın yönetmeni olduğu Varlık dergisinde buldum. Devrimci mücadele üyopyam yara almıştı; şimdi edebiyat ütopyamın peşinden gidiyordum artık.

Şimdi dördüncü şiir kitabım olan Ağaç Olma Özlemi’ne giden yol böyle başladı. İlk şiir kitabım, kısa bir dönem içinde bulunduğum İnsancıl Dergisi bünyesinde olan İnsancıl Yayınları’nca basılan 1991 yılında yayımlanan Cemreye Çağrı oldu. Onu 1997 yılında Toplumsal Dönüşüm yayınlarından çıkan Her Yüzde Yangın ve 2010 yılında Ceylan Yayınları’ndan çıkan Beyaz Düşsel Kanatlar adlı şiir kitapları izledi. O zamandan bugüne damla damla biriken şiirlerin toplandığı bir kitap Ağaç Olma Özlemi. Kitabın girişinde 2007 yılında Kocaeli Üniversitesi Şiir Kongresinde sunduğum “Benim için şiir” bildirgesi de yer alıyor. Bu bildirgede “benim için şiir yaşama karşı kim olduğumu, ne olduğumu açıklayan bir manifestodur, alçak sesle, yürekten söylenmiş… Sözcüklerden oluşan resimlerde yansıyan benim yüzümdür ve bu resimde aynanın ya da vesikalık fotoğrafın gösteremediği bütün detaylar daha fazlasıyla vardır,” sözleriyle tanımlıyorum şiirlerimi. Benim için şiir daha çok doğayla aramda bir içsel söyleşi özelliği taşıyor.  

Hiç Durmadan Uçmak üçüncü öykü kitabım. 1990 yılında yayımlanan ve ilk kitabım olan Gelincikle Uyanmak’ı 2005 yılında kendi kurduğumuz ama yürütemediğimiz Hayal Postası Yayınları’ndan çıkan Buzdan Heykel izledi. Gelincikle Uyanmak’ta klasik öykü anlatımının yanı sıra sembolik ve dışavurumcu öyküler de yer alıyordu. Yıllar ilerledikçe öykülerimde bu tarz daha da belirgin hale geldi. Amerika yıllarımda yazdığım, gerçeküstücülüğün sembolizm ve dışavurumculukla kaynaştığı öykülerin toplandığı Buzdan Heykel 2005 yılında yayımlansa da Hiç Durmadan Uçmak’ta yer alan öykülerimin biri hariç, diğerleri çok daha önceden, 1990’lı yıllarda yazıldı ve çeşitli dergilerde yer aldı. Buzdan Heykel daha çok kadın erkek ilişkilerine ayna tutuyor olmasına karşın Hiç Durmadan Uçmak topluma tutulan çok boyutlu bir ayna gibi.

Yeni çıkan kitaplarımın üçüncüsü sol sayfalarında birer desenimin, sağ sayfasında birer ikişer paragraflık düzyazı şiir ile kısa öykü arasında bir yerde duran yazılarımın yer aldığı Düşlerin Sessizliği. Kadın erkek ilişkisinin, kadın tarafından şiirsel anlatımı, sorgulanması da denebilir bu kısa yazılara “Zincir mi, aşk mı?” adlı şiirimsi kısa öyküde olduğu gibi:

“Kadının içi o kadar yoğun bir sevgiyle doluydu ki bu sevginin açtığı bütün çiçekleri tek tek toplayıp ince, uzun bir çelenk ördü. Bu çelenkte doğduğu köyün çayırlarında açan bütün çiçeklerden vardı ve baygın kokuları çevreye yayılıyor, insanda mutluluk duygularının yeşermesine neden oluyordu.

Kadın bu çelengi aldı, sevdiği adamın boynuna taktı.

Adam kadının boynuna neden bu ağır ve paslı demir zinciri taktığını anlamadı. Kızdı. İşleri vardı, durup, kadının söyledikleriyle oyalanacak vakti de yoktu. Hızlı ve güçlü bir hamleyle ağır zinciri tutup arkasına bakmadan geriye fırlattı.

Kadın onun hemen arkasındaydı. Demir zincir kadının üzerine düştü. Kadın bu ağırlığa dayanamadı, sendeledi, yere yıkıldı.

Adam, ağır zincirin kadının üzerine düştüğünün farkında değildi. Kadının iniltisini de duymamıştı, ağır adımlarla ardına bakmadan yürüdü gitti.”

Hayatın çok farklı yüzü var, edebiyatın da. Benim için farklı türler farklı pencerelerden hayata bakmak gibi. Romanın ve öykünün baktığı pencere daha çok dışa dönükken şiirin ve desenlerin baktığı pencere içe, ruhsal dünyama dönük.

Yayımlanan kitaplarımın kapak fotoğraf ve desenleri de bana ait.

Picture of Cemile Çakır

Cemile Çakır

Tüm Yazıları