Sabah saatlerine bayılırdı. Gece ve günün nöbet devri, o dönüşüme şahit olmak; basitçe gün doğumunu izlemek diye tabir edemezdi bunu. Bir huzur vardı onda. Belki de bir sihir. Ne olduğunu tam tarif edemiyordu ama bu ona iyi geliyordu. Özellikle tepenin ardında, güneş kendisini gösterene kadar geçen o muhteşem süre, renklerin değişimine anbean şahit olmak, taze temiz havayı solumak… O saatlerde henüz insanın dahil olmadığı sesleri dinlemek; rüzgarla ağaç yapraklarının düeti, ağustos böcekleri, kuşlar, kavga eden ya da kur yapan kediler, bahçe duvarının aşağısında bir köpeğin koştururken patisinin çıkardığı…
Egzoz, motor, lastik, korna sesleri; ek olarak zaman zaman açık bir camdan yükselen müzik, konuşma ve küfür… Egzoz ve balata kokuları, ilave olarak açık bir camdan arada bir burnuna kokusu gelen sigara ya da sigaramsı… Şu an için bunlarla idare etmek zorundaydı. Trafikteydi.
Aracın yakıt göstergesine takıldı gözü. İyi ki üşenmeyip doldurmuştu. Akmayan trafikten daha beteri damlatan trafikti çünkü. Dur, bekle, izle, heyecanlan, motoru çalıştır, sevin, harekete geçip kırk santim ilerle, hayal kırıklığını bul, fren yap, dur, bekle…
Sabah hiç olmadığı kadar erken yola çıkmak zorunda kalmıştı. Yardımcısı ve can dostu Ali, sabahın beşinde aradığında telefonu açmak bir yana gözlerini zor açabilmişti. Yastığından kafasını kaldıracak mecali bulup ve telefonu açmayı başarması için Ali’nin iki kez daha araması gerekmişti. O kısacık zaman diliminde aklına türlü felaket senaryoları gelmişti.
‘’Önce şunu söyleyeyim; kimse ölmedi, yayınevi halen yerli yerinde. Anlayacağın, sana verecek kötü haberim yok pesimist paranoyak,’’ sesi neşeli ve enerji doluydu.
‘’ O zaman aramanın sebebi…bir düşüneyim… beni arzuladın,’’ derken mutfağa doğru ağzında yarım bir gülümseme ile gidiyordu Rıfat.
Bir süre kesik kesik güldükten sonra ‘’ Kesin şu an mutfaktasın. Şule yanında olsaydı, bu espriler ağzından kem ve küm olarak çıkardı,’’ diye sataşmaya devam etmişti Ali.
‘’ Kem ve de küm,’’ derken prize basması ile aydınlanan mutfak gözlerini kısmasına neden olmuştu.
‘’ Hadi, sor. Yoksa meraktan çatlayacaksın’’
‘’Tamam soruyorum; numaramı nereden buldun?’’
‘’ Hadii…’’ derken Ali’nin de söylemek için can attığı belli oluyordu.
‘’ Neyi?’’ deyip sebilden doldurduğu suyu başına dikmişti Rıfat. Gerçekten de deli gibi merak ediyordu.
‘’ Bırak bu numaraları, neden aradığımı sor ve kurtul’’ demişti Ali.
‘’Dört saat sonra zaten ofiste görüşeceğiz,’’ demişti Rıfat. Karşı taraftan ses gelmeyince oyuna katılmaya karar vermişti. ‘’Neden mesajı tercih etmedin, niye bu saatte aradın, niçin bu kadar acil?’’
‘’ Bir keşif,’’ demişti Ali.
‘’ Ne tür bir keşif?’’ Rıfat kaşlarını çatmıştı.
‘’ Arkeolojik,’’ sesi coşkuluydu Ali’nin.
Arkeolojik: Aralarında oluşturdukları jargondaki karşılığı; bir yazarın unutulmuş, ya da hiç yayınlanmamış eserini keşfetmek.
‘’ Şaka yapmıyorsun değil mi?’’ farkına varmadan volta atmaya başlamıştı Rıfat. ‘’Ne kadar önemli? ya da kim? kesin yerli, dur söyleme tahmin edeyim.’’ Eli ile alnını ovuşturmuştu. ’’Ya da söyle ulan, çatlayacağım.’’
‘’Sıkı dur, geliyor; MCA… Kızı Ezgi, Fransa’daki evinin kitaplığında tesadüfen bulmuş. Ve şu an uçakta buraya geliyor, onu karşılamaya gidiyorum. Beraber ofise geçeceğiz.’’
‘’ Bu gerçekten inanılmaz,’’ demişti Rıfat. Bu inanılmazdı gerçekten.
‘’Ne bileyim, işler ters giderse ya da son dakikada haber asparagas çıkarsa diye, seni de bir hayal kırıklığına ortak etmemek için, söylemek için son ana kadar bekledim. ‘’
‘’ Üçüncü pist vakası,’’ İfadesi cansızlaşır gibi olmuştu Rıfat’ın.
Üçüncü pist vakası: Aralarındaki jargonda; bir kazancın, başka bir kayıp sebebi ile değersizleşmesi. Avrupa’da bir şehirde üçüncü havalimanı vaadi ile başlanan inşaat tamamlandıktan sonra, eski iki havalimanından birinin kapanmasından ilham almıştır.
Geçen ay yeni kazandıkları ünlü bir yazar için sevinecek vakit bulamamışlardı, bu güzel haberin haftasında, iki yıldır onlarla çalışan anlaşmalı oldukları daha ünlü başka bir yazarları onları terk etmişti. Sonradan magazin haberlerinin nadiren de olsa değerli olabildikleri ortaya çıkmıştı. İki yazar bir zamanlar sevgili olmuşlardı. Şimdi ise can düşmanıydılar.
Ali onun yeni bir hayal kırıklığını kaldıramayacağını biliyordu.
Bazıları patron olduğunu duyunca; sosyal medyanın, dizilerin ve ünvanın kendisinin yarattığı bir illüzyon görüyorlardı ona bakarken. Denize bakan birinin yüzen balıkları daha büyük görmesi gibi. Ya da uzaktan bakan birinin Rıfat’ı teknesinde sefa yapan bir kaptan olarak düşünmesi gibi; halbuki o batmakta olan teknesinin deliklerini tıkamaya çalışıyordu. Beş yıl önce kurduğu yayınevi sallantıdaydı. Ve bunu eşi Şule ile Ali’den başka bilen yoktu. Yakın zamanda hayata geçirdikleri dijital ve sesli kitap projelerinin başarısı da beklentilerinin altında kalmıştı. İnsanlar artık daha az kitap, daha çok tweet okuyorlardı sanki.
O bunları düşünürken zaten sıkışık olan trafiğin, günün bu saatinde nasıl olup da daha berbat olabildiği sorusunun cevabı karşısındaydı: Ehliyet lütfen.
Polis kontrolü kısa sürdü. Ve evet artık saatte yirmi kilometre hız sınırını zorlayabiliyordu. Hiç yoktan iyiydi. Radyoda kayıtlı favori kanallarından birini açtı. Eğlenceli bir parçaya denk gelince ikinci favori kanalını denemeye gerek duymadı. Ali aradığından beri başka bir şey düşünemiyordu. Bu gerçekten oluyor muydu? O kitap bir dönüm noktası olabilirdi onlar için, yayınevinin kurtuluşu. Bir okuyucu olarak ikinci bir heyecan daha yükseliyordu içinden. Gerçekten inanılmaz bir…
Korna sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı. Dikiz aynasında birden beliren bir araba, korna ve selektörler eşliğinde sağ şeridindeki arabayı sıkıştırarak önüne kırdı. Yanından geçerken açık camdan el kol hareketi yaptığını gördü şoförünün; öfkeli bir yüzde tükürükler saçan bir ağız. Bazı araçlar bu beklenmedik misafir karşısında sağa sola kaçarak ya da hızlarını azaltarak aralarından geçmesine izin verdi. O da neydi öyle.
‘’Umarım yarım kalmış bir roman değildir. Öyle olmasın ya, öyle olmasın. Yok canım, saçmalama, öyle olsa Ali kesin söylerdi. Kötü ihtimalleri aklına getirme…’’ Kendi kendine konuşması trafik ile beraber durdu. Dışarıda bir şeyler oluyordu. Bir araba yoldan çıkmıştı, ilk gördüğü şey bu oldu. Sonra bir şoförün arabadan hışımla inişini; bu demin yanından geçen sinirli aceleci bay tükürüklü değil miydi? Fırtına gibi öndeki arabaya gidip şoför kapısını açmaya çalıştı. Kapı açıldığı gibi kapandı. O an şoför koltuğunda oturan korkulu bir kadın suratı gördü. ‘’Bu şerefsiz ne yapmaya çalışıyor?’’ diye sordu kendi kendine. Sorunun cevabını biliyordu. Sıradaki soru gelsin o zaman; adam daha ne kadar ileri gidebilirdi ve daha da önemlisi Rıfat şu an ne yapacaktı?
Geçmişten gelen hatıralar ve fırından yeni çıkmış kekler. Keklerin kokuları; vanilya kakao, limon, Hindistan cevizi, yanık…Hatıraların duyguları; keyif, acı, üzüntü, zevk…
Dört yıl öncesindeki anısı: Restoranda arkadaşları keyifle muhabbet ederken bir sigara içmek için onları yalnız bırakarak dışarı kapı önüne çıkması. Sigarasından çektiği beşinci nefeste tartışan bir kadın ile adamı fark etmesi. Altıncı nefes; adamın kadını sarsması ve Rıfat’ın müdahale edip etmeme arası yaşadığı kararsızlık. Sekizinci nefes; adamın kadına tokat atması ve Rıfat’ın iki adım atıp durması. Dokuzuncu nefes; Adamın kadına bağırıp yalnız bırakarak gitmesi. Son nefes; Yere düşen ve basılarak söndürülen izmarit, söndürülemeyen utanç.
Araçtan inip kadının kaybetmekte olduğu mücadeleye kısaca bir göz attı. Sonra diğer araçlardaki insanlara baktı; telefonu ile olayı kaydeden bir genç (kollarından spor salonu müdavimi olduğu anlaşılıyordu), telefonda birileri ile görüşen kel beyaz bıyıklı bir ihtiyar (bu adam kaç yaşındaydı sahiden, nasıl hala araç kullanabiliyordu. Ve 112’den yardım mı istiyordu, yoksa karısının market siparişini mi alıyordu?), başını çevirmiş şiddet olayının tersi yönde bir şeye ilgi ile bakan takım elbiseli bir adam (İzlediği alabildiğine çorak arazide ne ilgisini çekmiş olabilirdi ki?).
‘’Ne yapıyorsun?’’ derken sesi istediği kadar gür çıkmamış ve biraz da titremişti. Damarlarında dolaşan adrenalini hissedebiliyordu. Kırılan camı ve saçından tutularak araçtan dışarı savurulan kadını izlerken tekrar denedi ‘Hey!’ Bu sefer Bay Tükürük Saçan’ın dikkatini çekecek kadar gürdü.
Rıfat’a sadece ‘Kes lan!’ demek için bir saniyeliğine döndü, şişmiş boyun damarları ve kıpkırmızı suratı ile iki kelimeliğine. Ardından yeniden kaldığı yerden devam ederek kadına bir tekme attı ve bu Rıfat’ı harekete geçirdi. Gidip adamın omzundan tuttu. Belki sakinleştirici, belki de uzlaştırıcı bir şeyler çıkacaktı ağzından ama fırsat bulamadı. Nasılını ve nesini tespit edemediği, menşei belli bir darbe ile kendini yerde buldu. Bir yumruk muydu? Bir kafa mı? Ama Bay Tükürüklü’nün ona vurmasına rağmen canını yakamamış olması Rıfat’a cesaret vermişti. Adrenalin aşk acısı karşısında çaresiz olsa da, bir yumruk (ya da kafa) darbesi karşısında kesinlikle işe yarıyordu. Rıfat düştüğü gibi kalktı ama bunun pek iyi bir fikir olmadığı da hemen anlaşıldı. Sağlı sollu yediği yumruklardan görüşünü kaybedip sersemledi. Kaçacak yeri kalmamış, duvar dibine sıkışmış bir tavşan gibi düşünmeden yaptığı bir refleks (sol kroşe) görüşünü yeniden kazanmasını ve yağmur gibi yağan yumrukların kesilmesini sağladı.
Sonrası inanılmazdı. Bu tarif edilemez an, tüm bu olanlar, bugün… hayatı boyunca unutamayacaktı. Sahiden de o adamın karşısında durabilecek gücü kendinde bulabilmiş miydi? Gerçek olup olmadığına tanık arar gibi etrafındaki arabalara baktı, siz de gördünüz mü? Bay Öfkeli yerde yatıyor, yüzünü tutuyordu. Şu an için tehlikeli gözükmüyordu en azından. Arabasının açık camından gelen müzik sesini fark etmesi şaşırmasına sebep oldu; inerken de aynı müzik çalmıyor muydu? Zaman kesinlikle yavaşlayıp hızlanabiliyordu, kesinlikle. Tüm bu yaşadıkları ona saatler gibi gelmişti halbuki. İçinde bulunduğu durumu hatırlayıp hemen kadının yanına, durumuna bakmaya gitti; Rıfat yaklaşırken vücudu büzülüp elleriyle suratını korumaya çalıştı fakat hemen sonra geleni ayırt etmesi ile kollarını indirip gevşedi. Bilinci yerindeydi ve kötü hırpalanmıştı. Sessizce ağlıyordu ve ona bakan göz bebekleri korku ile büyümüştü.
‘’Geçmiş olsun,’’ derken kravatını çıkarıp kadının açılmış kaşına baskı yaptı Rıfat. Bu iz bırakacaktı. Kadının onu dinleyip dinlemediğini, bakışlarının canlılığını, nefesini ve yaralarını inceledi hızla, iyi olacaktı. Bir siren sesi duyuş alanına girdi.
‘’Doktor musunuz?’’ dedi kadın neden sonra.
‘’ Hayır ama ilk yardım eğitimim var. Sesi geliyor, birazdan ambulans da burada olur,’’ dedi Rıfat.
‘’ Kalkmama… yardım eder misiniz?’’ derken sesi daha az titriyordu kadının.
Rıfat, dikkatli bir şekilde sırtını arabaya yaslayacak şekilde oturmasına yardım etti ve ne kadar genç olduğunu o zaman fark etti. Yeğeni ile aynı yaşlarda olmalıydı on dokuz muydu, yoksa yirmi mi? Doğrulurken yüzünü ekşitmiş, sağ eliyle yan tarafını tutmuştu kadın.
‘’Kaburgalarınızda kırık ya da çatlak olabilir,’’ dedi Rıfat. Bunu söylemesinin ne faydası vardı ki.
‘’Siz iyi misiniz?’’ dedi kadın, sanki deminki cümleyi duymamış gibi.
En başta nedenini anlamadı, sonra kendi gömleğindeki kan lekelerini gördü. Doğrulup kadının sırtını yaslamakta olduğu aracın camından yansıyan görüntüsüne baktı. Gördüğü surat irkilmesine sebep oldu. Açılmış kaşından, burnundan kanlar akıyordu. Üst dudağı sanki gevşemiş, sarkmış gibiydi. Göz altları kesin moraracaktı. Bir şarkı bitmeden bu kadar dayağı nasıl yemiş olabilirdi? Karısı geldi aklına ve işte o zaman panikledi, ‘’Off…’’ bunu nasıl açıklayacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.
Derken tüm düşüncelerini ve ambulansın siren sesini bölen, bastıran o ses geldi arkasından. Kadın çığlık atıp kulaklarını kapadı. Bir silah patlaması ve camdaki suretinin buzlanması aynı anda oldu. Yüzü kaybolunca gölgesi dikkatini çekti, aracın camının bittiği yerde kapıda bir delik oluşmuştu, ses arkasından geldi ise ve delik de hemen önünde açıldı ise vurulmuş olmalıydı. Rıfat donup kalmıştı, kımıldayamıyordu, görüşü kararır gibi oldu. İkinci ve üçüncü silah sesleri geldi hemen sonra. Rıfat’ın bayılmasını engelleyen tek şey polisin sesi oldu. ‘’Şükürler olsun,’’ dedi. ‘’Şükürler olsun.’’
O sırada aklına saçma bir düşünce daha geldi ve neredeyse sırıtacaktı, kurşun onu ve kadını bu hale getiren hergelenin aracını delmişti.
Yarım saat sonra, ilk yardım ekibinin müdahalesinin ardından, ona ilgi ile bakan inatçı polis memurunun karşısında oturmuş, gömleğinin kol düğmelerini ilikliyordu. Uzun boylu sayılırdı, oldukça büyük bir bel genişliği vardı, hatta not alırken bir ara göbeğini sehpa olarak kullanmıştı, sürekli terliyordu, İsmini söylemişti ama Rıfat hatırlamıyordu.
Şaşkınlığını hala atamadığı belli olan memur ‘’Çok şanslısınız,’’ dedi. Ardından kırdığı potu fark etmiş gibi ekledi aceleyle ‘’yani az daha yana gelseymiş o mermi şu an…’’ cümlesinin gerisini pek getirme gereği duymuyordu. İlginç bir tarz diye düşündü Rıfat.
Başını sallayarak onu anladığını belirtti.
‘’O zaman yarın sabah ifade için…’’ dedi polis memuru.
Sizi bekliyoruz diye içinden düzeltti Rıfat. ’’Yarın sabah görüşürüz. Tekrar teşekkür ederim. Tam zamanında geldiniz,’’ derken ceketini giymekten vazgeçti. Polis memuru, istememesine rağmen ona bu konuda yardım etmeye çalışacaktı, tecrübeyle sabitti. Ceketi koluna astı.
Telefonu cebinde titredi, sesini kısmıştı. Polisle konuşması sırasında o kadar çok çalmıştı ki.
‘’Alo,’’ diyecek kadar fırsatı oldu sadece Rıfat’ın. Ali hemen konuşmaya başladı.
‘’İyi misin? Bizim caddeden Haluk uğrayıp haber verdi demin, bir silahlı çatışma olmuş sen de oradaymışsın diyor.’’
‘’İyiyim iyi, çok iyiyim,’’ diyebildi.
‘’Telefonu niye açmıyorsun lan o zaman? Ölelim mi istiyorsun meraktan!’’ Ali yüksek sesle konuşmanın bir adım ötesine gitmiş, bağırmaya başlamıştı
‘’İfade veriyordum,’’ dedi Rıfat sabırla.
‘’Polise mi? Çıldıracağım, kesin bir şey oldu söylemiyorsun.’’
‘’ İyiyim ben,’’ dedi Rıfat biraz bezgin. ’’Yola çıkıyorum, gözlerinle görürsün birazdan.’’ Hayır, lanet… Bu suratı bir an önce düzeltmenin bir yolu olsaydı keşke.
Yarım saat sonra ofisin önüne park ediyordu. Yolda dört trafik kuralı ihlali yapmıştı, dördü de çalan telefonu yüzündendi. Haber ne kadar çabuk yayılıyordu. En sonunda Şule’ye toplantıda olacağı, ona bir süre ulaşamayacağı bilgisini içeren bir mesaj gönderip telefonu kapatmakta bulmuştu çareyi. Motoru susturup otomatik vitesin icadına bir kez daha şükretti. Araçtan inerken bir karartı gördü aracın önünde, kapıyı kapatırken de karartının sahibini. Ali karşısında şok olmuş bir ifade ile ona bakıyordu.
‘’Göründüğümden daha iyiyim,’’ derken olabildiğince gülümsemeye çalıştı Rıfat, onu sakinleştirmek için. Ali’nin gözlerinin kızarıklığı dikkatini çekti, ağlamış gibiydi. Hala cevap vermeyince ‘’gerçekten, baksana araba kullanacak kadar iyiyim,’’ dedi kapıyı kapatıp kilitlerken. Sonrasında Ali’den bir tepki geldi nihayet, okkalı bir küfür; Rıfat bunu duymazdan gelecekti.
‘’ İyiymiş, iyiyim dediğin bu mu? Şu haline baksana.’’
‘’Gerçekten,’’ dedi Rıfat, ofisin bulunduğu binaya göz atarak.
‘’Doktora gidiyoruz hemen,’’ derken yaklaşıp suratını incelemeyi sürdürdü.
‘’Doktor gördü zaten,’’ dedi Rıfat. ‘’o da iyi olduğumu söyledi.’’ Tam olarak bu cümleyi kurmamıştı gerçi doktor.
‘’O şerefsiz sana ne yapmış böyle,’’ dedi Ali ağıt yakar gibi. Sonra hızla yaklaşıp sarıldı. Rıfat boğulacak gibi hissetti ama sarılmasına sol eliyle karşılık verdi
‘’Kadının durumu nasıl?’’ diye ekledi Ali.
’Hadi içeri geçelim,’’ deyip Ali’nin koluna girdi Rıfat. ‘’O da iyi, ama oldukça hırpalandı,’’ derken ofise yürümeye başladılar nihayet. Kendini bir an önce odasına atıp soluklanmak istiyordu. Çay, kahve ne bulursa ihtiyacı vardı, kahvaltı bile yapmamıştı ve öğle olmak üzereydi.
Neden sonra, tam odasının kapısında deminki sorudaki detayı yakaladı ‘’Dur bir dakika sen kadını nereden biliyorsun?’’ Gerçekten nasıl bilebilirdi. Kapıyı açıp odasına girince yorgunluğunun yarısını dışarıda bırakmış gibi hissetti. Ali de peşinden takip etti, bugün onu rahat bırakacak gibi gözükmüyordu.
‘’Haluk,’’ dedi Ali kısa bir süre tereddüt ettikten sonra.
‘’Tabi ya…’’
‘’Sana ulaşamayan herkes beni arıyor. ‘’
‘’Nasıl bana ulaşamayan?’’ derken bunun pek de hayra alamet olmadığını hissetti. Devamını duymak istediğinden emin değildi. Birden çok yorgun hissetti. Gıcırdayan koltuğuna oturup arkasına yaslandı. Sabahki uykusuna bir saat daha eklemek istiyordu, belki iki.
‘’Haluk şey yapmış,’’
‘’Şey?’’ Lanet olsun Haluk ne yapmış olabilirdi ki?
‘’Vido çekip sosyal medyaya…’’ dedi Ali, cümleyi polis memuru gibi yarım bırakarak.
Diline gelen küfürleri yutarak, ‘’tam ona göre bir hareket,’’ dedi Rıfat. Biraz daha gömülünce, biraz daha gıcırtı ile karşılık verdi koltuk.
Sakinleştiğini düşündüğü Ali, aniden onu da şaşırtarak ileri atılıp koluna yapıştı.’’ Bu, düşündüğüm şey mi?’’
Buna verebileceği cevap çoktu ama vermek istediği cevap yoktu. ‘’Ee…’’
‘’Nasıl bu kadar… ‘’
‘’Hepsi geçti sonuçta.’’
‘’Nasıl yapabildin, Karını, çocuklarını, bizi düşünmedin mi?’’
‘’Benim çocuğum yok.’’
‘’Neyse ne,’’ başını tuttu. ‘’Ağrı kesicin var mı?’’ Rıfat’ın kolunu görünce iyice dağılmıştı.
‘’Var,’’ çekmeceden çıkarıp uzattı.
Ali iki tane birden alıp ağzına attı.
‘’Suyla içseydin bari.’’
Ters ters baktı
‘’Bitti gitti işte,’’ dedi Rıfat ayağa kalkarak. ‘’ Bak buradayım, her zamanki gibi.’’
Ali tekrar onun karşısında olduğundan emin olmak istermiş gibi sarıldı, bu sefer mengene gibi sıkmadan. Rıfat gülümsedi, sarılmasına sol eliyle karşılık verdi.
‘’ Ya o kurşun biraz daha yana gelseydi,’’ dedi Ali ilk kez oturarak.
‘’ Ama gelmedi. Yokluğumdan vuruldum.’’
‘’Ahh.. Bir tane daha mı?’’ derken ilk kez gülümsedi Ali.
Rıfat’ın konu ile ilgili daha önce ki berbat esprilerinden seçme:
* İkimiz de işe dört elle sarıldığında ben senin iki katın çalışıyor oluyorum, hep bir haksızlık.
*Tamam ben tek elle oynayacağım, senin acemiliğini ve yetersizliğini dengelemek için. (Satranç, dama, tavla… ne olursa.)
*Sen yavaş yavaş, ben parça parça ölüyorum.
O sırada masasındaki kağıt yığınına ilişti gözü Rıfat’ın. ‘’Bu o mu?’’ Kutsal bir şeye dokunur gibi tereddüt ederek yaklaştı.
‘’Aynen öyle, bu büyük sansasyon yaratacak,’’ dedi Ali gülümseyerek. Sonra bakışları kitaptan Rıfat’a kayınca yeniden suratı asıldı.
‘’Yani bizim mi? Oldu mu?’’
Sadece kafasını gülümseyerek salladı Ali. ’’Ben sizi başbaşa bırakayım.’’ Ayağa kalktı ve sırtını dönüp yaşaran gözlerini çaktırmadan sildi. ‘’Bir daha beni böyle korkutma dedi.’’
Rıfat bakışlarını zorla masasından kaldırarak ona baktı ‘’tamam,’’ dedi. ‘’Sen de daha iyisin değil mi?’’
‘’Sabah haberi aldığım zaman başımdan aşağı kaynar sular döküldü,’’ dedi. Sonra bir süre sustu, duygularına hakim olmaya çalıştığı belliydi. ‘’Ben… sana kızmakla haksızlık ediyorum, ama oldukça da haklıyım kabul et!’’
Bu çok anlamlıydı.
Rıfat gülümseyerek başını salladı ve ‘’çekilebilirsin,’’ dedi. Ali karşılık olarak çıkarken hareket çekti.
Nasıl geçtiğini anlamadığı bir saat sonunda Rıfat kitaptan kafasını kaldırdı. Bu gerçekten onundu ve çok iyiydi.
Sonra telefonu geldi aklına, açtı. Birikmiş sürü ile mesajı görünce inledi. Merakına yenik düşüp şu videoya baktı. Tekrar olsa aynı cesareti gösterebilir miydi? Ya da işi bu kadar rast gidebilir miydi? Bilmiyordu. Kahraman diye bahsetmişlerdi ondan. Süper kahraman filmlerinin bu kadar revaçta olduğu bir dönemde kahraman olabilmek için birinin yerine dayak yemesi yetmişti halbuki. Arabalarından inmeyen o insanlar geldi gözünün önüne. Senin de onlardan farkın yok dedi kendi kendine. Sadece bu sefer camın öteki kısmında olmayı başarmıştı. Biraz daha yorumlara göz attı. Kimse ondan, engelli ya da sakat gibi ifadeler ile bahsetmemişti, ne video başlığında, ne de yorumlarda. Odanın kapısına göz atıp gömleğinin sağ kolunu sıyırdı tekrar. Merkezdeki satıcı haklı çıkmıştı. Kimse gerçeğinden ayırt edemez demişti protezi pazarlarken. Gerçekten öyle olmuştu. Onu tekrar arayıp bir tane daha sipariş vermesi gerekecekti. Yalancı uzvunu çıkarıp kitabın yanına koydu. Neredeyse yarım güne sığan bu iki anı, ömrünün birçok gününe ağır basacaktı
Telefon sesi, Şule arıyordu.
Meşgule atıp mesaj çekti: “Toplantıdayım biter bitmez arayacağım sevgilim.” Bazı şeylerden kaçamıyordunuz, sadece erteleyebiliyordunuz.
Mesaja anında cevap geldi: “Toplantıda değilsin, Ali ile konuştum, görüntülü arıyorum.” Bazı şeyleri erteleyemiyordunuz da.