FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

SON YAPRAK

SON YAPRAK

Başkent, 2005 yılının sonbaharında bize, yılın en soğuk günlerini yaşatıyordu. Yeni bir konuta taşınmıştım. Burası dubleksti ve küçük de olsa bir bahçesi vardı. İlk kez bir apartman dairesinden bağımsız bir konuta taşınmak gerçekten sıkıntılı bir durumdu ve ben henüz sorunların başındaydım.

Tapuyu aldıktan sonra ilk iki ay tadilat işleriyle uğraşmak zorunda kalmıştım. İçlerinde düşünce anlamında kendime en yakın gördüğüm kişi su tesisatçısıydı. Benim evi sözde kendi eviymiş gibi varsayarak iş yapıyordu. Yaptı yapacağını… İyi kötü işler bitip, eşyaları taşıdığımız gece savaştan çıkmış gibi yorgun düşmüştüm. Sabah pencereyi açtığımda gece çok kar yağdığını gördüm. Sular kesikti. Oysa komşularımın suyu akıyordu.

Ustanın, su sayacını toprak altından alarak evin duvarına gömmesi nedeniyle kuzey cepheye bakan duvardaki su boruları donmuştu.

Sular İdaresini aradım. Arıza bildirimini alan kişinin ses tonunu sevmiştim. Bana “abla” demesi de güzeldi. Durumumun aciliyetinden söz ettim. Ekibi yönlendireceğini söyleyerek telefonu kapattı.

Kısa sürede su arıza ekibi geldi ve “bu bizim işimiz değil. Bir usta çağırıp borularınızı açtırın!” diyerek gittiler.

Sitede yeni olduğum için kimseyi tanımıyordum. Benim bu çaresizliğimi gören komşular, su tesisatçısını çağırınca kısa sürede konuyu çözmüş olduk.

İlerleyen zamanlarda Sular İdaresi’ne giderek, telefonda konuştuğumuz kişiye teşekkür etmek istedim. Kapısında kırmızı kalemle “Arıza odasıdır. Girilmez” yazıyordu. Kapıyı çaldım aynı tanıdık ses “giriniz” dedi.

İçeriye girdim, karşımda sanki kırk yıldır tanıdığım birisi vardı. Bir sandalyeye oturdum ancak sürekli telefon çalıyor ve telsizden anons geliyordu.

Bir hayli ortak arkadaşlarımızın olduğunu kendisinden duymak güzeldi. İnsan ilişkilerinde başarılı ve işyerinde çok sevilen bir insandı.

Birkaç ay sonra bölge binaları kapatıldı ve genel müdürlük bünyesinde toplandı. Artık eskisi gibi görüşemez olmuştuk.

Sonraki süreçte sağlık nedenlerinden dolayı erken emekli olduğunu duydum. Ne yazık ki hastalığının ne olduğunu öğrenememiştim. Farklı yerlerde yaşadığımız için karşılaşma şansımız kalmamıştı.

Yıllar sonra sosyal paylaşım ağında karşılaşmamız beni çok sevindirdi. Sağlığı iyi değildi. Benindeki tümör nedeniyle ağır bir operasyon geçirmişti. Az da olsa yürüyebiliyordu fakat denge sorunu yaşadığı için düşme korkusu yaşıyor, evden çıkmıyordu.

Kendisini yaşama bağlayan köpeği Tarçın’dı. Birbirlerini çok seviyorlardı. O günlerde Tarçın kanser hastalığına yakalandı. Arkadaşım veteriner kliniğindeki doktorların köpeğini kurtarmaları için elinden geleni yaptı. Eşinin “köpektir, ölürse ölsün, ne fark eder” demesine rağmen aylarca tedavisiyle uğraştı. Ciddi anlamda bir masraf çıkmasına rağmen hiç itiraz etmeden ödedi. 6 ay sonunda Tarçın iyileşmiş, arkadaşım o gün çok mutlu olmuş ve Tarçın kanseri yendiyse kendisinin de bu illeti yeneceğine inanmıştı.

Yaşadığı olumsuzluklara rağmen kitabımın imza etkinliğine katıldı. Doktoru 15 dakikadan fazla oturmaması gerektiğini söylediği halde yaklaşık 5 saat sandalyede oturup müzik ve şiir etkinliğimizi izledi.

Daha sonra da, her ayın üçüncü cumartesi günü etkinliğimize geldi. Aradan geçen 2 yılın sonunda hastalığı iyice ilerlemiş durumdaydı. Erken yoruluyor, konuşmak bile ona zor geliyordu.

Doktoru, artık yapılabilecek hiçbir şeyin olmadığını söylemiş, operasyon geçirirse ya masada kalacağını ya da en iyi olasılıkla felç kalacağını öğrenmişti. Doktorlar, “gidebildiği kadar gider” demişlerdi.

Köpeği Tarçın iyi değildi. Artık o da iyice yaşlanmış, yolun sonuna gelmişti. Arkadaşları bir gezi programına katılması konusunda ikna ettiler. Amaç Tarçın’ın ölümüne tanıklık etmemesiydi. Tura katıldı. O turdayken Tarçın öldü. İyice yıkılmıştı.

Geçtiğimiz ay imza günü etkinliğine geldiğinde halsiz ve perişandı. Yine de beni görmek kendisine iyi gelmişti. Etkinlik boyunca sahte de olsa neşesini sürdürdü. Bittiğinde beraber çıkarak metroya kadar yürüdük. İkimiz de suskunduk. Ana caddeye çıktığımızda durdu ve bana dönerek, “bu belki de son görüşmemiz, dinlediğimiz son müzik, son şiir ve son içtiğimiz bira olabilir. Artık benim yaşama umudum kalmadı” dedi. Gözyaşlarımızı birbirimizden saklayarak yürüyorduk.

Yaşlı bir Çınar Ağacının önünde durduk. Tam o anda sararmış bir yaprak yere düştü. Ona yaprağı göstererek “Son Yaprak” öyküsünü anlattım. İlk kez duyuyormuş. Çok duygulandı.

O ağacın, yapraklarını dökeceğini ama en son yaprağın düşmesine kadar yaşayacağını ve bunun için gayret etmesini söyledim.

İkna olmuş gibi görünüyordu. O son yaprak düşünceye kadar yaşayacaktı. Caddenin sonunda kucaklaştık ve ayrıldık.

Düşünüyorum da, ne yapmalı da o ağacın son yaprağının yere düşmesini önlemeliyim. O son yaprak yere düşmemeli.

Züleyha Akın – 03.03.2024

Picture of Züleyha Akın

Züleyha Akın

Tüm Yazıları