FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Sweet Emma Barret’İ takdimimdir.

Sweet Emma Barret’İ takdimimdir.

2018 yılının başlarında New Orleans’dayım. Güneş yüzünü gösterse de hava oldukça soğuk. 

Hatta Ocak ayında yollar buzluydu. Torunumu sabah okula götürüyor, akşamüstü okuldan alıyorum. Yol arabayla 25-40 dakika sürüyor, gidiş dönüş 1,5 saat. Çarşambaları okul yarım gün, eve dönmeye bile değmez diyerek şehrin o yakasında dolanıyorum. Diğer günler evin çevresinde sokakları arşınlıyorum. Ne demişler; bir şehir en iyi sokaklarından öğrenilir. İlk izlenim; burası hiç Amerika değil, her renk ve kökenden insanın neşeyle kaynaştığı kozmopolit bir kasaba. İkinci izlenim, her yerde müzik var, caz var. Üçüncü izlenim yemek kokuları ve Cajun mutfağının baharatları… çok baskın ve güzel. Yollarda faytonlar, sürücülerinin ayaklarına kuvvet pedalladığı bisikletli çekçekler… salon-salamanje eski Amerikan arabalarından tek kapılı mini şehir arabalarına… tramvay ve troleybüse ne ararsan var. Yerleşim yerleri ve eski şehirde  yollar dar ve bu nedenle çoğu tek yönlü. Neyse navigasyon sağ olsun. Yine de Missisipi üzerindeki çok şeritli köprüyü geçerken GPRS azizlik eder çıkışı kaçırırsam yarım saatte yolumu zor buluyorum. Çok şeritli yollarda trafik çok hızlı akıyor, tüm Amerika’da olduğu gibi. Kaldığımız ev French Quarter ‘a yürüme mesafesinde. Büyük pazar yerinin adı da French Market. At üstünde heykeli ile Jan D’arc’ın azizliği başındaki dikenli altın hareyle bir kez daha ilan ediliyor. Tabelalar Fransızca ağırlıklı.  Menülerde ilk dil Fransızca. Büyük kilisenin önündeki meydan, park ve çevresinde sokak müzisyenleri, sokak ressamları ve performans sanatçıları… hepsi günlük paralarını kazanmanın peşinde. Yandan çarklı eski Missisipi vapurlarıyla yemekli turistik nehir gezileri tanıtımında da Dixieland müziği bangır bangır. Kısaca, fakir ama kozmopolit, renkli ve neşeli bir yer New Orleans.

 

Şubat ayının 17’sinde Mardi Gras festivali başlayınca daha da renklendi. Üstelik 2018 yılı New Orleans’ın 300. kuruluş yıl dönümü imiş. Bir ay öncesinden başladı hazırlıklar. Okulların bando takımları sokakları arşınlayarak yeri göğü inletiyor. Dans guruplarının çalıştığı binalardan ritimli müzik hiç durmuyor. Zenci mahallelerinde evlerinin bahçesinde buluşmuş 4-5  müzisyen her boydan enstrümanlarını üflüyorlar. Ben bu bir ay boyunca, o kadar çok bakır üflemeli enstrüman gördüm ki, neredeyse her evde bir trompet, trombon, tuba, korna veya bir duble korna (French Horn) var, diye düşünmeye başladım. Geçit törenleri (parade) başladı. Ana arterleri trafiğe kapatan resmî töreni televizyondan izlemeyi tercih ettim, ancak zencilerin ve kızılderililerin* kimi parade’larını yakından izledim. Mahallemizde ve yakınımızdaki French Street’de her akşam 3-5 gurup  zaten yürüyordu. Ayrıca, French Street’deki pub ve barlarda canlı müzik akşamları, caz konserleri oluyordu. Burada John Boute’yi izledim. Pazar brunch’larında da canlı caz eksik değildi. Ayrıca, hayatta olan ve olmayan NOLA’lı cazcılara anma konserleri düzenleniyordu. Çoğu sanatçının ismini ilk kez duyuyordum. Zaten çalınan parçalarda da farklılık vardı. Hüzün ve isyan daha yoğundu. Blues ve blues tınılarının hakim olduğu bir caz.

 

Tabii ki böyle bir şehirde Caz Müzesi de olmalı. Var, hem de bir kaç binaya yayılmış olarak. Bir boş günümde hedefim bu müze. Fotoğraflarından kulaklıkla dinleyeceğiniz müziklerine… kıyafetlerinden kimi enstrümanlarına… Louisiana eyaletinin tanıdık, tanımadık tüm cazcıları burada… hatta yolu buradan şu ya da bu şekilde geçenlere de kucak açmış bu müze. Caz severler için olağanüstü bir mekan. Gezdiğim ilk bölüm Pete Fountain ve Louis Armstrong ağırlıklıydı. New Orleanslıların övündüğü biri beyaz, diğeri renkli iki büyük müzisyen enstrümanlarından kıyafetlerine, plaklarına… tüm hayatları ve performanslarıyla burada.

 

Büyük bir salon kadın cazcılara ayrılmış. ben daha çok adını duymadıklarımı, az tanıdıklarımı fotoğraflamışım. Yolu New Orleans’dan geçen kuzey Avrupalı cazcılar bile var. Farklı enstrüman çalanları var, ancak çoğu vokalist. Çok yönlü kadın caz sanatçısı, dört dörtlük kadın müzisyen var mı derken, bir köşede buluyorum Emma Barret’ı. “Sweet Emma” ya da “Bell Gall” olarak anılmış, tanınmış.

 

Sweet Emma Barret, New Orleans müziğinin temel taşlarından… geleneksel New Orleans müziğinin temsilcilerinden. Müzikle geçen uzun bir ömür (1897-1983) New Orleans’da doğmuş, yaşamış ve ölmüş. Kendi kendine piyano çalmayı öğrenmiş ve piyanosunu çalarken şarkısını söylüyor.  1923-1936 yılları arasında Orijinal Smokin Orkestrası’nda önce Papa Celestin, sonra William Ridgely altında çalmaya başlamış. New Orleans’ın bilinen salonlarında farklı orkestralar ile çalmaya devam etmiş. Zaman zaman favorisi olan küçük guruplara dönmeyi hep sevmiş. Genizden gelen sesi, şapkası ve baldırındaki Noel zilleri ve değişmeyen tarzı, hiç ayrılmadığı piyanosu ile 1960’larda New Orleans müziğinin primitif sembolü olmuş. Bu dönem ve devamında stüdyolarda kayda girmiş, hakkında yazılar yazılmış. Yaşarken efsaneye dönüşmüş bir caz müzisyeni olmayı başarmış.

 

Çaldığı ve söylediği şarkılarının sözleri bence Emma Barret’in iç dünyasını yansıtıyor. Müzede parça bestelediği, düzenlemeler yaptığı bilgisi vardı. Ancak, kayıtlardan ve elimdeki CD’den hangisi onun bestesi bilgisine ulaşamıyorum. Yine de sözleri ve müziğiyle onunla bütünleşmiş parçalardan bazıları:

 

* A good man is hard to find / İyi bir adam bulmak zor
* When I grow to old to dream / Hayal kuramayacak kadar büyüdüğümde
* Of all the wrongs you’ve done to me / Bana yaptığın tüm yanlışlardan
* Just a little while to stay here / Birazcık burada kal

 

Müzede bulunan bir CD’sini aldım döndüm, arada bir dinliyorum. You  Tube’da bir kaçı videolu müzik kayıtları bulunmakta. Bence tanınmayı, dinlenmeyi, izlenmeyi hak ediyor.

* Kızılderileri parade fotoğraflarım Femtrak’ın 5. sayısında “Renklerde İsyan” olarak yer almıştı

Picture of Birnur Akan

Birnur Akan

Tüm Yazıları