
Sevgili Zehra,
Bu mektubu yazmaya başladığımda, senin durumunla ilgili bir süredir yaşadığımız kabus dolu günler bir an hiç olmamış gibi geldi bana. Nedense bu zor sürece rağmen sana söylediğim gibi, tüm bunların anlatılacak bir hikaye olacağı günlere inancım gerçekten tamdı. Şu an hayata dönme sürecinde bile hikâye kendini yazdırmaya başladı, biz de mektuplarımıza kaldığımız yerden devam edebiliyoruz. Şu an o kadar mutluyum ki… Hayata tutunmayı başardın ve çok farklı bir deneyimden geçtin. Bizi öldürmeyen her şey güçlendiriyor derler ya, umarım sen de her anlamda daha da güçleneceksin. Bu süreç boyunca hiç bitmeyecek sandığım ameliyatların ve yaşadığın bir sürü şanssızlık ve olumsuzluk sadece seni değil tüm sevenlerini çok etkiledi. Benim çok da yakından tanımadığım arkadaşların ve dostlarınla kendi aramızda iletişim ve dayanışma ağları kurduk. Sürekli haberleşerek birbirimize ve sana moral vermeye çalıştık. Umarım denizden, dolunaylı gecelerden sana yolladığım enerjiler ve içten dileklerim bir şekilde işe yaramıştır.
Sen gerçekten zor bir süreçten geçerken ben de bazı sağlık sorunları yaşadım ama tabii senin yaşadıkların yanında hiç kalır. Ancak 10 gün önce 93 yaşını süren annemin düşmesiyle hayatım altüst oldu. Maalesef erkek kardeşimden en ufak bir destek görmeden zor bir sürecin içine girdim. Önce bir yardımcı bulmak, tekerlekli sandalye, yürüteç ve bambaşka bir yaşam ritmi… benim sözde çok entelektüel kardeşim bir kez bile aramayıp ‘’senin görevin ne yaparsan yap beni ilgilendirmiyor’’ dediğinde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu yaşamımın her alanında deneyimlediğim için başka bir konu üzerine neden çalışamadığımı da fark ediyorum artık.
Annem, o kadar olumlu, sağlıklı ve hafif demansına karşın enerjik ve her şeyini halâ kendi yapabilen bir konumdayken bu hale düşmesini bir türlü kabullenemiyor ve çok zorlanıyor. Zaman zaman da bir çocuğa dönüşerek bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Sanırım yaşlılarda düşmeden sonra farklı bir psikoloji gelişiyor. Kırık vb. bir sorun olmamasına karşın acıdan yürüyemiyor ve bu nedenle de şu anda yarı yatalak konumunda. Çok sıkılıyor ve sürekli ya oturmak ya yatmak ya da mekân değiştirmek istiyor. Tabii biz de tüm bunları gece gündüz yapmaktan perişan oluyoruz. Umarım zaman içinde acıları azaldıkça yürüme cesaretini de bulabilir. Ama bu yaşlarda mücize de beklememek gerektiğini fark ediyorum artık.
Gelelim bana yardımcı olan Özbek Sevara’ya, 37 yaşında 12 ve 16 yaşında iki çocuğu olan çok iyi niyetli, sakin ve sessiz bu genç kadınla çok iyi bir diyaloğumuz var. Tabii biliyorsun ben kadınların hayatlarıyla yakından ilgilendiğim için onunla da bir iletişim kurdum ve neler yaşadığını, nasıl destek olabileceğimi düşünmeye başladım. Anne ve babası Sovyet döneminden olduğu için üzerinde çok fazla din baskısı olmamasına rağmen okuldayken çok güzel resim yaparken İslam dininde yasak diye devam etmemiş. Aynı yetenek kızında da olduğu halde kız çevresindeki kızlara ve ülkenin genel atmosferine özenip 12 yaşında başını kapatmış ve resim yapmayı da günah diye bırakmış. Annesi açık, kendi kapalı bu kıza aile olarak hiçbir şekilde müdahale etmemişler çünkü ülke maalesef diğer Türki Cumhuriyetler gibi din kuşatması altında. Bir yandan halk böyle uyutulurken mafya, yeni zenginler ve yeni düzen kendini meşrulaştırıyor. Bir önceki kuşak Sovyet dönemini özlüyormuş. Ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar maaş 100 ya da en fazla 200 dolarmış. O nedenle buralara geliyorlar maalesef. Diğer yandan kocası şeker hastası olduğu için çalışmıyormuş ve bütün gün yatıyormuş. 12 yaşındaki kız evin yemeğini ve işini de yüklenmek zorunda kalmış. Daha çocuk yaşında iki erkeğe bakmaya çalışıyor. Şimdi okulu açılacak bakalım nasıl yürütecekler? Diğer bir konu da Özbekistan’da aileler oğullarına evlenirken bir ev yapmak ya da almak zorundaymış. Sevara bir yendan evini geçindirmek diğer yandan da 10 yıl içinde evleneceği düşünülen oğlu için ev parası kazanmak zorunda. Yani kazancın bir bölümü bu nedenle biriktiriliyor. Aksi halde oğlanlar evlenemiyor. Ataerkil düzen her toplumda bambaşka görüntülerde iktidarını sürdürüyor. Kızlar içinse böyle bir şey yok, onlara sadece çeyiz veriliyor. Şu an Özbek kadınlar Türkiye’de hem evlerini geçindirmek, oğulları varsa bir de ev parası toparlamak için çalışıyorlar ve en güzel yıllarını ailelerinden uzak geçirmek zorunda kalıyorlar.
Yani gördüğün gibi kadın meseleleri beni bir şekilde hep buluyor ve ben de bu mektuplarda yaşadıklarımı, gördüklerimi ve duyduklarımı seninle paylaşıyorum. İkimizin de feminist gözlükleri var ve bulunduğumuz ortamda ne varsa görüyoruz ki sen hastanede bile bu gözlüklerini çıkarmamışsın. Erkek ve kadın doktorlar, hemşireler vb. arasındaki hiyerarşiler dikkatini çekmiş üstelik Avrupa’nın tam ortasında.
Kendi derdim azmış gibi, Sevara’nın hayatı ve özellikle kızının geleceği bana dert oldu ve ona eğer getirebilirse kızının da bizimle kalabileceğini, onu resim yapabileceği bir kursa veya okula gönderebileceğimizi söyledim. Belki bir Güzel Sanatlar Lisesi’ne yeteneğiyle girebilir böylece bambaşka bir hayatı olabilir. Anlamını bile bilmediği moda diye taktığı baş örtüsünden ve onu sarmalayan yasaklarla dolu dini atmosferden kurtulabilir.
Biraz da yaz aylarında yaptığım tatilden bahsedip mektubumu olumlu anılarla bitirmek istiyorum. Annemle bir ay Bodrum’daki devre mülkümüzde tatil yapabildik. İkimize de çok iyi geldi bu tatil. Umarım son tatilimiz değildir. Geçen Yaz mektubumda bahsettiğim özgür ve keyifli kadın grubu yine oradaydı. Yine önceki gibi her günün tadını çıkararak keyifle tatil yaptılar. Kocalar, çocuklar evde tabii. Ağabeyine, oğluna ve torunlarına bakan diğer komşum ise hayatını hiç değiştirememiş, maalesef yine ev işlerini yüklenmiş ve yorgun olarak tatilini sonlandırdı. Kedilere gelince çok azalmışlar, orta sınıf artık yoksulluğa doğru kayarken kedilerin de payları gittikçe azaldığı için zayıf çelimsiz ve az kalmışlar. Ama yine de bir umutla her devre gelenlere en sevimli hallerini göstererek sevgi ve az da olsa beslenme ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Aslında şu günlerde annemle bir tatil daha yapma hayalimiz vardı ama bu koşullarda tabii ki imkânsız. Ama biliyorsun denizi ne kadar seviyorum. En büyük şansım evimin terasından her gün denizin farklı halini, rengini ve gelen geçen vapurları görebilmek. Sevara için de çok rahatlatıcı ve sakinleştirici bir ortam. Yolumun talihsiz bir şekilde kesiştiği bu kadınla bakalım nasıl bir yolculuğumuz olacak? Onun hayatına olumlu bir katkım olabilecek mi? O şu anda bana o kadar büyük destek ki…
Burada mektubuma son verirken, artık senin hastane değil tatil anılarını dinlemek için sabırsızlanıyorum. Hayata dönüş yolunda sana güzellikler ve bol şans diliyorum ve ‘’aramıza hoş geldin’’ diyorum.
Sevgiyle kal
Tijen