Yelda Karataş
Özet
Savaşsız tek bir gün bile geçmeyen Balkan Tarihi’nin kültürü aynı zamanda, savaş sürgünleri tarihidir. Yirminci yüzyıl, Balkan Savaşları ve Dünya Savaşları ile birlikte, parçalanmış devletler ve bu devletlerin değişen toprak parçalarının ağır gerçeğinde milyonlarca insanın parçalanmış yaşamlarını da ortaya çıkarmıştır. Kültür, din ve edebiyat alanında ortaya çıkan bütün belge ve yapıtlar, bu acı gerçeğin karanlığının Balkanlar’ın üzerine nasıl çöktüğünün kederli tanığıdır. Bu tanıklardan en değerlilerden bir tanesi, değerli kültür ve sanat insanı ve dünya sinemasının büyük ismi Theo Angelopoulos’tur (27 Nisan, 1935- 24 Ocak, 2012 ). Bu çalışmada, Angelopoulos’un filmleri ele alınacak ve Balkanların sürgün tarihi incelenecektir. Toplumsal gerçekliği yansıtan sinemanın bilgesi olan Angelopoulos, Yunanistan Tarihi’ni merkeze alarak, tüm Balkan Tarihi ve onunla birlikte günümüz Ortadoğu Savaşı gerçeğine, çok yönlü ışık tutar. Dahası, Balkan insanının coğrafi ve tarihi kişiliğinin, şefkatin yok olması ile düştüğü derin karanlıkta aslında nasıl bir sürgün kimliğine dönüştüğünü bize en açık dille anlatır. Angelopoulos, aynı zamanda filmlerinde şiir sanatı ile yakın ilişki kuran bir yönetmendir. Örneğin Sonsuzluk ve Bir Gün (1998) filmi, bir şairin son gününü anlatır. O sırada, Yugoslavya Kosova’da savaş tüm acımasızlığıyla sürmektedir. Bu çalışmanın amacı, Angelopoulos Sineması’nın özelliklerini, incelenen filmler üzerinden tanımlayarak, savaşın oluşturduğu toplumsal yapının gerçekliğinin, sinema estetiği ve anlatım biçimine etkilerini ortaya koymaktır.
Anahtar Kelimeler: Balkan Tarihi, Sinema, Sürgün, Kültür
Giriş
Sinema, bütün sanat yapıtları ve kültür değerlerimiz gibi tarihin gerçek tanığıdır. Tarihi, kazananların resmi belgelerinden okumak yerine, sanat yapıtlarından izlemek insanı, gerçekliğe daha çok yaklaştırır. Sürekli gerçeğin peşinde olan bütün aydın insanlar gibi, sanatçının sunduğu eser, dünya kültür haritasının yeniden seçilmesini ve tanınmasını sağlamaktadır. Angelopoulos’un bu düşüncelere yakınlığını şu sözlerinden anlıyoruz: “Çok eski olmayan bir zamanda, dünya tarihi arzuya dayanıyordu: dünyayı şöyle ya da böyle değiştirme arzusuna. Şimdi, hazin bir yüzyılın sonuna geldiğimizde bu arzuların gerçekleşmediğini görüyoruz. Tarih, şimdi suskun. Sessizlik içinde yaşamak çok güç olduğundan, hepimiz cevapları kendi içimizde arıyoruz. Yine de sinemanın benim anladığım şekliyle, – yaşadığımız çürüyen dünyaya belki de son direniş formu olan sinemanın- amacı, üstü örtülemez tarihsel gerçekleri, masumların gözleri önüne serme çabasından ibarettir.” (Harmancı,2006: 200)
Balkanlar, kültür ve tarihi ile dünya coğrafyasının en zengin bölgelerinden biridir. Pek çok ‘İlk’leri yaşayan ve yaşatan insanların acılı ve sevinçli toprağıdır. Ezgileri, değerleri, birbiriyle kaynaşmış ve süreç içinde düşman edilmiş halkları ile derin bir kültür belleğinin yurdudur. Bütün kültürel değerleri ile Balkan Savaşları, göçleri ve sürekli yurttan yurda göçen insanlarını anlamak ve o insanlara günahsız yaklaşmak için kuşkusuz sanatın o yargısız diline ihtiyaç vardır. Angelopoulos’un bütün bunlara rağmen, insanlığa bakışı umut doludur. Mahmut Hamsici, Radikal Gazetesi’ndeki röportajında umutla ilgili kendisine şu soruyu yöneltmiştir: ’ Mahmut Hamsici: İnsanlık 20. yüzyılda çok büyük acılar yaşadı. 21. yüzyıl da yine büyük acılarla, savaşlarla başladı. Sizin 21. yüzyıldan umudunuz var mı? Angelopoulos: Her zaman umudum var. Kendimi tanıdığımdan beri her zaman umut ederim. Yakında değişebilir! Ben, dünyanın değişimini umut eden bir kuşaktan geliyorum. 1960’lardan beri, dünyayı değiştireceğimize inanıyorduk ama dünya değişmedi. Ama en kötü anlarda bile umudumu
kaybetmedim. Ne optimist ne de pesimist olunmalı. Olasılıkları görmeye çalışmalı, Vietnam Savaşı döneminde Lennon’un söylediği şarkıdaki gibi. Mahmut Hamsici: ‘Imagine’ mi? Angelopoulos: Evet o. Hayal etmek gerekiyor. (Radikal, 19/06/2006)
Bu çalışma, Angelopoulos Sineması’nı Balkan Tarihi ve Kültürü ile ilişkilendirerek anlatmayı amaçlamaktadır. Çalışmada Angelopoulos Sineması’nın filmleri incelenmekte ve toplum hafızasındaki yeri sorgulanmaktadır. Bu filmlerden Sonsuzluk ve Bir Gün, Ulis’in Bakışı, Puslu Manzaralar, Kumpanya, Ağlayan Çayır, Arıcı, Kitara’ya Yolculuk, Zamanın Tozu, Leyleğin Geciken Adımı ve Avcılar’da Balkanlar ve savaş sürgünleri konusu irdelenmekte ve filmlerin, Balkan Tarihi ve Balkan Kültürü içinde trajik insan varlığının anlamı açısından önemi vurgulanmaktadır.
1.Balkan Tarihi’ne Angelopoulos Sineması İle Bakışın Değeri ve Önemi
Kendisi de bir Balkanlı olan Theo Angelopoulos, babasının savaşta gözlerinin önünde katledildiğini görmüş bir çocuktur. Acı ile erken tanışan bütün sanatçılar gibi, kendi, coğrafyası ve tarihinin geçmiş ve geleceğine, insan odaklı bakmayı ısrarla sürdürmüştür. Angelopoulos’un sinema dilinde izlenen Balkanlar, Balkan insanın sürgün kimliğini açıkça gösterir. Bu tanıklığın önemi çok yönlü bakış açısı ışığında Balkan Tarihi, Kültürü ve yaşanan Ortadoğu Savaşı ile birlikte bir sürgün coğrafyasına dönüşen topraklarımızın kaderine, bugününe ışık tutmasıdır. İnsanlık tarihine ışık tutan bir büyük gözdür onun sineması. Kendisiyle yapılan bir röportajda amacını içtenlikle ifade eder:’ Gabrielle Schulz : Geçmiş filmlerinizin özellikle hatırladığım bir sahnesi var… ‘Sisli Manzara’da küçük kızın, ‘korkuyorum’ demesi… oğlan ‘korkma, sana bir hikâye anlatacağım’ der… ‘başlangıçta kaos vardı, sonra ışık karanlığı deldi…’ sis dağılır, ufuk görünür ve çocuklar bir ağacın gövdesine sarılırlar… filmlerinizle kaosa biraz ışık getirmeye mi çalışıyorsunuz?
Theo Angelopoulos : Evet, film yapma sebebim bu… ben misyoner değilim… insanları eğitmek istemiyorum; kaostan aydınlığa giden bir yol bulmak istiyorum… değerlerin artık var olmadığı karışık bir dünyada… karışıklık ve yönünü şaşırmışlıkla melankoli el ele gidiyor… ama insanalar kendilerine hâlâ aynı soruyu soruyorlar… nereden geldim, nereye gidiyorum… hayat, ölüm, sevgi, dostluk, gençlik ve yaş hakkında sorular… Sözünü ettiğiniz sahnenin sonu özgün haliyle daha karamsardı… çocukların sisin içinde kaybolmalarını istiyordum… ama senaryoyu okuyan kızlarımdan biri, ‘çocukların babaları nerede… evleri nerede…’ diye sordu… bunun üzerine daha iyimser bir son yazdım… iki çocuk yolculuk boyunca kendi dünyalarına inanmayı öğrenirler… ayrıca, ilk bakışta görülmeyen şeyleri görmeyi de… her neyse, ben zamanımızın karışıklığından çıkma yolları bulabilmemiz konusunda aynı derecede karamsar ve iyimserim… ama insanların yeniden hayal kurmayı öğrenmelerini yürekten diliyorum… hiç bir şey hayallerimizden daha gerçek değildir…’ (Schulz, 1999 , Die Zeit)
2.Angelopoulos Sinemasının Balkan Tarihi’ndeki Zamansal Değeri
Theo Angelopoulos, mitolojik öğelerle beslediği güçlü hikâyeleriyle de Sinema Tarihi’nin ustaları arasındadır. Yönetmenin mitoloji ile kurduğu güçlü bağ günümüz Balkan insanının yüz yıllardır süren sürgün kişiliğine ışık tutmaktadır. Zaman, sadece dün değil, hem bugün hem de yarındır. Zamana bu çok boyutlu bakış, Balkan Kültürü araştırmacılarına da çok yönlü yeni bir bakış açısı sunmaktadır.
“Nice burunlar geçtik, nice adalar,deniz bir başka denize karışıyordu” diye anlatmaktadır bu üçlemenin son filmini. Theo Angelopoulos’un, çekimleri sırasında geçirdiği kazada yaşamını yitirdiği Başka Deniz (The Other Sea) filmi, Yorgo Seferis’in Destansı Öykü’sünden bu dizelerle başlayacaktı.
Ağlayan Çayır için şöyle demişti Angelopoulos: “…Bu filmin doğrudan tek bir olayla ilişkili olduğunu söylemek mümkün. Sonsuzluk ve Bir Gün‘ün gösterildiği Cannes Festivali’nden sonra yurda döndüğümde annemin ağır hasta olduğunu öğrendim. Kısa süre sonra da onu kaybettik. 1998 yılıydı. Annem, yirminci yüzyıl boyunca yaşamıştı. Öldüğünde bu yüzyıl sona ermek üzereydi. Yirminci yüzyılın başında doğmuş, sonunda ölmüştü. Diyeceğim o ki, bu onun yüzyılıydı. Ama belli bir açıdan benim yüzyılım olduğu da doğrudur.” ’(Çiçekoğlu,2010:25)
Theo Analepoulos’un Balkanlar’ın hiç sözü edilmeyen, kayıp tarihine ve ismi unutulmuş nice kayıp sürgün insanının yaşamına ışık tuttuğu görülmüştür. Tarihsel gerçeğin bütünlüğüne son derece önem veren Angelopoulos, kendisinin ve eleştirmenlerin de belirttiği gibi, bütün filmlerinde sanki tek bir hikâye anlatır. Bu nedenle de Angelopoulos sinemasını ve dönemleri bütünlüklü bir şekilde düşünmek ve aralardaki bağlantıları kurmak önemlidir. Barış Saydam’ın da belirttiği gibi: ‘ Yönetmen Yunanistan’ın kırk yıllık süreç içinde yaşadığı toplumsal dönüşümü, siyasi olayları, göçün neden olduğu konusundaki boşluğu anlattığı ilk dönemindeki politik filmlerden sonra Kitara’ya Yolculuk’la (Taxidi sta Kythira) birlikte ikinci dönemine geçer. Bu dönemde tarihsel arka planı kaybetmeden karakterleri öne çıkarır. Sessizlik Üçlemesiadını verdiği üçlemede tarihin, sevginin ve Tanrı’nın sessizliğini konu edinir. Sonrasında göçmen hikâyeleri anlattığı ve sınırları sorguladığı bir üçlemeyle kariyerine devam eder. (Saydam, 2010:28)
Zaman ve insan birlikteliğini çarpıcı bir dille sunan, Angelopoulos’un insan ve zamana bu özgün yaklaşımını ve onun kendine has kişiliğini Ayça Gürdal Küey şu sözlerle vurgular: ‘Kendisini oldukça sade bir insan olarak tanımlayan Angelopoulos yapıtlarında insan ilişkilerini bütün derinliği ve trajedisiyle sunar. Sineması biz psikanalistler için sürgün kayıp yas sınır baba gibi temalarıyla oldukça çekicidir. Zamanı işleyişi çarpıcıdır. Bütün melankolik öğelere ayrılık ve hüzne rağmen filmleri umut doludur. En karanlık sahnede ansızın canlı bir renk beliriverir. Filmlerine eşlik eden deniz hemen her filminde yer alan bir çocuk ya da bir ergen umuda açılan kocaman bir kapı gibidir. Ve umut hiç bitmez her son söz başlayan bir ilk sözdür. Angelopoulos sineması psikanalitik süreçler gibi zamanı kestirilemez bir yaşantıdır. Ne zaman başlar? Başladıktan sonra bitişi mümkün müdür? Bilinmez Üzerine, Zamanın Tozu biriken hikayeleri de bize bitmez tükenmez rüyalar sunmaya devam eder.’ (Küey,2013:95)
Sonuç
Sonsuzluk ve Bir Gün filmi Heraklitos’un ünlü sözüyle başlar: “Zaman, sahilde çakıl taşlarıyla oynayan bir çocuktur”. Bir coğrafyayı anlamak, o çakıl taşlarının çıkardığı sese dikkatle kulak vermekle mümkün olabilir. Balkanlar’ın uzun savaş geçmişi ve göçler, yaşanan acılar, ayrılıklar, ezgileri, türküleri, masalları, efsaneleri ile tüm dünya tarihinin üzerinde derin izler bırakmıştır. Angelopoulos gibi önemli bir sanatçının sinema diliyle de kültürel etkileşimin tarihsel devinimle kendini gösterdiği bir sürgündeki Balkan kimliğinin, günümüz Ortadoğu insanının savaş içindeki yurdundan kaçış ve kaybolmuşluk duygusuna ayna tuttuğu bir gerçektir. Bu gerçeğin değişmesi ve savaş politikalarının sona ermesi, Balkanlar ve Ortadoğu’da barışın sürekliliğinin inşa edilmesi insanlığın ortak görevidir. Angelopoulos’un filmleri dünya barışının gerekliliği açısından büyük amaç ve önem taşımaktadır. Savaş ile insan değerlerinin ortadan kalktığı dünyamızda toplum bilincinin dinamizmine ve sorgulanmasına ihtiyaç duymaktayız. Angelopoulos filmleri, sanat ile dünyayı ve toplumları sorgulamamız, anlamamız ve eğitmemiz gerekliliğini bize anlatmaktadır.