
yi yaş almanın sırrından modern köleliklere değin…
Köln, 1.2.2025
Tijencim
İyi ve kötü yaşlanmak üzere
İstanbul’da yaşadığım dolu dolu bir buçuk aydan sonra yine Köln’deyim. Daha çok kısa bir süre önce İstanbul’un hay huyundan ayrılınca Köln’ü yeşillikleriyle, gölleriyle tam bir dinlenme ve huzur şehri olarak görürdüm, şimdi sağlık sorunlarından ötürü doktor, ilaç, sağlık kontrolleri ve bürokrasi kentine dönüştü. İki haftadır bu işlerle uğraştığım için iyice bunaldım. Hava da kapalı, yağmur, kar, soğuk…Kışı hiç sevmiyorum.Şimdi ilk kez sana yazmak üzere bilgisayarımın başına geçtim, arkası gelecektir biliyorum, çünkü yazmak istediğim çok şey var. Bu da sen de biliyorsun insanın kafasını toplamak anlamına geliyor.
Biliyor musun gençken hep sağlık sorunlarından söz eden yaşlılara baktığımda bir irkilme duygusu yaşardım. Yaşam yakınıp ağlaşmaksa, bir doktordan ötekine gitmekse yaşamaya ne kadar değer bu soruyu çok sorardım kendime. İnan ki bu soruyu bugün de sorduğum gibi ALS ile en ağır hastalığı yaşayan eşime karşın, yaz aylarında hastanede geçirdiğim onca zamana karşın yaşamıma bir değer ve anlam vermeye çalışıyorum. Yaşamı yaşamaya değer kılmak işte bu bence her şeyden daha önemli.
Yaşlılık insanın hastalıklardan başını alamadığı böylesine korkunç bir şey mi? Bence hayır. Tam tersine yaşamına gençken anlam verenler, kendi özgürlük alanlarını yaratanlar çok talihsiz bir hastalığa yakalanmamışlarsa çok iyi bir yaşlılık sürecinin içine giriyorlar. Bir kere farklı bir zaman bilinci oluşuyor yaşlılıkta. Kendimizi iyi hissettiğimiz sürece yaşadığımız her anı dolu dolu yaşamak istiyoruz. Şimdi ve şu anı yaşıyor, geleceğe pek kafayı takmıyoruz, keşkelere boş veriyoruz. Çünkü ne geçmişi değiştirebilir ne de geleceği kontrol altına alabiliriz. Ama şimdi ve şu anı çok güzel yaşamak ya da gerektiğinde acil çözümler üretmek elimizde. Sevdiğimiz insanlarla birlikte olmaya, dostluklara her şeyden çok önem veriyoruz, ıvır zıvır şeylere takmamayı öğreniyoruz, mesleğimizde ya da uğraş alanımızda daha da olgunlaşıyoruz. Kimbilir belki de bilgeleşiyoruz. Bu yaşam deneyimiyle ilgili bir süreç olmalı. Böyle baktığımızda yaşlılık korkulacak bir şey değil. Ama tabii bunu başaranların sayısı da fazla değil. Doksan yaşında son kitabını yazan canım annemi, yapıcılığına hayran olduğum Türkan Saylan’ı ve dostum Genco Erkal’i anmak isterim bu bağlamda. Her üçünün de ortak yanı yaşamlarının sonuna değin dolu dolu yaşamalarıydı.

Ama sanırım iyi yaş almanın sırrı yaşama bağlılığın dışında esneklik ve doğaçlama yetisinde yatıyor. Bu sayede duruma ve koşullara göre çözüm üretmenin ne kadar önemli olduğunu eşimin hastalığında öğrendiğim gibi kendimde şimdiye değin bilmediğim, tanımadığım bir gizil güç hissediyorum. Başlangıçta annem ve babam vardı, annem de öldükten sonra neye uğradığımı şaşırdım, kelimenin tam anlamıyla yetim kaldım, sonra da hayatımda neredeyse otuz yedi yıldır eşit bir ilişkiyi sürdürdüğümüz, her şeyi ortaklaşa paylaştığımız, her konuda birbirimize güvendiğimiz eşim vardı, şimdi ise onun ağır hastalığından dolayı sadece ben var’ım. Ve inanır mısın ben bu ben’i güçlülüğüyle, direnme yetisiyle yeni yeni tanıyorum.
Yaşlıların paylaşacakları güzel şeyler yok mu?
Ne düşünüyorum biliyor musun? İnsanlar bir araya geldiklerinde hastalıklardan konuşmamalı, ruhumuzu açacak güzel şeyleri paylaşmalı, anlamlı şeyleri konuşup tartışmalı…Tabii konuşacakları ve paylaşacakları şeyler varsa…
Sıkıntın olduğunda bir arkadaşına dert yanabilirsin elbette, bundan doğal ne olabilir? Ama dikkat edersen yaşlılar bir araya geldiklerinde neredeyse otomatiğe bağlayarak sağlık sorunlarının dışında bir şey konuşmuyorlar.Neden biliyor musun? Yaşamlarında artık yaşamaya değer bir şey olmadığı için.İşte bana göre bu kötü yaşlanmanın tipik bir göstergesi.
Kadınlar daha iyi mi yaşlanıyorlar?
Sanırım iyi yaş almanın tek yolu yaşlanmaya karşı bakışımızı değiştirmemiz. Ne dersin kadınlar bu konuda daha mı başarılı? Belki. Çünkü gençken yapamadıklarını yaşlandıklarında yapma fırsatını yakalayabiliyorlar. Biliyorsun Anadolu’da bir köyde, Arslanköy’de altmış yaşın üstündeki köylü kadınlar bir tiyatro topluluğu kuruyorlar. Kendi hayatlarından kesitler oynuyorlar çoğu kez. Onlarla birkaç yıl önce Stuttgart Tiyatro Festivali’nde tanışmıştım. Renk renk köy kıyafetleriyle altmıştan seksene neşeli, hayat dolu bir gruptu. Onlara tiyatro oynamalarına kocalarının ne dediğini sorduğumda kahkahayı bastılar, çünkü hiç birinin kocası yaşamıyordu. Böylece mutlak özgürlüğü elde etmişlerdi. Altmış yıl erkeklerin boyunduruğunda köle olarak çalıştıktan sonra yaşamlarının son yıllarında özgürlüğün tadını çıkaran bu kadınlara ne dersin?
Brecht’in Saygınlığını Yitiren Yaşlı Kadın (Die unwürdige Greisin) adlı bir öyküsü vardır.Bu öyküde ağır işçi gibi hizmet ettiği kocasının ölümünden sonra yaşadığı iki yılda özgürlüğün tadını doya doya çıkartan bir büyük annenin öyküsü anlatılır. Yaşam boyu köleliği karşın iki yıl özgürlük, ne acı değil mi? Gençken okuduğumda çok etkilenmiştim, ne tuhaf değil mi, yıllar sonra bu öyküyü gerçek olarak yaşadım Arslanköylü kadınlarla.
Feminist mektuplar
Tijencim geçen ay ben İstanbul’dayken ÇYDD’de mektuplaşma üzerine yaptığımız etkinlik bence güzeldi. Sana geri dönüşler geldi mi? Özellikle gençlerin bu konuda neler düşündüklerini merak ediyorum. Femtrak dergisindeki köşemizde mektuplar sanarım iki yıldır sürüyor. Bence bu mektuplaşmanın biricik yanı gündelik yaşama hep feminist pencereden bakmamız. Böylece olağan kabul ettiğimiz, sıradan olan, gözümüzden kaçan bir çok şeyi farklı bir bakış açısından ele almamız.

Femtrak dergisindeki feminist mektuplar köşesinde ne çok şeyi paylaşmışız değil mi? Etkinliğimizde sen gündelik yaşamdan küçük örnekler verirken ben de temele inmeye çalıştım bir arkadaşımızın dediği gibi. Ataerkil ve cinsiyetçi bir toplumda yaşıyoruz, bunun altını ne kadar çok çizsek azdır bence, çünkü insanlar çoğu kez bunun bilincinde bile değil, doğal olan bu gibi yaşıyorlar. Aslına bakarsan ataerkillik sadece bizim değil bütün dünyanın sorunu. Öyle olmasa böylesine kadın düşmanı popülist politikalar Avrupa’da, Amerika’da nasıl günden güne daha da dal budak salabilir?
Ataerkilliğin ve cinsiyetçiliğin ürettiği modern kölelikler: Savaş ve seks makinaları
Geçenlerde televizyon programında erkeklerin güçleriyle, kadınların güzellikleriyle eril bir dünyada nasıl satılık bir mala dönüştüğünü izlediğimde iyice dehşete düştüm. Ruslar Ukrayna Savaşında cephede savaşmak üzere uzak ülkelerden, örneğin Yemen’den insanlar getiriyorlar. İç savaştan kaçan ya da daha iyi bir yaşamın hayalinde olan Yemenliler boş vaatlerle Rusya’ya getirilerek tuzağa düşürülüyorlar. İyi bir iş bulacağını ve iyi bir yaşam kuracağını düşünen Yemenliler birden kendilerini savaşın içinde buluyorlar. Düşünebiliyor musun savaştan kaçan biri dönüşü olmayan bir yolda kendini beterin beteri bir savaşın içinde buluyor. Yemen’den gelenlerin üçte biri kaybolmuş, büyük olasılıkla savaşta öldürülmüşlerdir. Bu bana uzak ülkelerinden boş vaatlerle getirilen ve Avrupa’da seks kölesi olarak zorla çalıştırılan zavallı kadınları anımsattı. İyi bir meslek bulma, para kazanma umuduyla çok kötü koşullardan gelen kadınlar tam bir tuzağın içine düşüyorlar. Yıllar önce İstanbul Film Festivali’nde bu konuda bir filim izlemiş ve çok etkilenmiştim.
Verdiğim her iki örnekte de insanın tuzağa düşürülerek satılık bir mala, bir savaş ya da seks makinasına dönüştürülmesi söz konusu. Para, güç, iktidar, çıkar, hile, dolandırma, tuzak kurma ezen ezilen, sömüren sömürülen ilişkisine dayanan eril düzenin temel eğilimleri, bunun altında da en çok en alttakiler eziliyor. Bu açıdan ataerkil sistemde yaş alma ve kadınlar konusunu gündeme getirdiğim bu mektubumda, eril sömürünün en uç noktasını oluşturan bu konuya da özellikle yer vermek istedim.
Tijencim bakalım Şubat ayında bizleri ne tür sürprizler bekliyor.
Sevgiyle kal
Zehra