
Köln 2.3.2025
Merhaba Tijencim
Suyun büyüsü
Buz gibi kış ayları eve kapanma ayları oluyor ama bizler güneşi görür görmez dışarı fırlıyoruz. Ren nehri boğazın yerini aldı, sık sık gidiyoruz oraya, gemi lokantasında tam cam kenarında sıcak şarabımızı yudumlarken gürül gürül akan Ren nehrini, tek tük yüzen ördekleri, uçuşan martıları seyrediyoruz. Denizin yerini tutmaz ama ne de olsa su.
Biliyor musun geçenlerde yazar olan eski bir öğrencim gelmişti bana. Hatırlayamadıklarımız romanımdaki kişilerin çoğunun adının suyu çağrıştırmasının bir anlamı olup olmadığını sordu bana. Deniz, Derin, Su, Kum, Yunus gibi adlar dikkatini çekmişti. Hiç öyle düşünmemiştim ama bilinçaltının tuhaf oyunları oluyor. Suyun, özellikle de denizin benim için gerçekten büyüleyici bir yanı var. Çocukluğumun Dalyan Fenerbahçe ya da Büyükada’da deniz kenarında geçmesinin büyük bir payı olmalı bunda… Denizin benim için her zaman şifa verici koruyucu, aynı zamanda özgürlüğü çağrıştırıcı bir yanı var. Sanırım sen de benzer duyguları benimle paylaşıyorsun.

İşin tuhafı romanımda su çağırışımı adlar taşıyan kişiler romanın en dibe vuran ve büyük mücadele veren başkişileri değil, daha iyi bir dünya için savaşım veren yardımcı karakterler. Sözgelimi failin eşi Deniz Kum hiçbir kısıtlamaya gelemeyen özgür bir kadın, yıllar sonra aileye geri döndüğünde adalet mücadelesinde elinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyor, Yunus ve Derin ataerkil dayatmanın dışında yeni bir erkeklik arayışındalar. Büyük acılar çekmiş baş karakterlerle dayanışmaları, sevecenlikleri ve koruyuculukları ortak özelliklerini oluşturuyor, tıpkı beni çocukken rüyalarımda kötülüklerden koruyan ve bana sınırsız bir özgürlük alanı açan şefkat dolu deniz gibi. Kendimi denizde bulduğum anda her şeyden arınmış oluyordum. Suyu çağrıştıran karakterler de şifa getiriyor.
En Sevdiğim Pastam ve Kutsal İncirinTohumu
Tijencim özgürlük duygusu ve şifadan yine baskılara geçeceğim. Ne yazık ki özellikle kadınlar üstündeki baskıların arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Bugünkü mektubum konusu: İran ve kadınlar. Şimdi sen tiyatro jüri üyesi olarak her gece kendini bir tiyatro oyununda bulduğun için sinema ve diğer sanatlara zaman ayıramıyorsun, biliyorum ve buna üzülüyorum. Ben de bir dönem tiyatro jürilerindeydim ama bu kısa sürede beni öylesine daralttı ve özgürlüğümü öylesine kıstı ki vazgeçtim. Jüride olmak bir sürü kötü oyunu seyretmek koşulunu da beraberinde getiriyor. Bu da zamanımı ve enerjimi çalıyor duygusu çok yoğundu. Çünkü zaman sınırsız değil ki benim de her zaman olduğu gibi o dönemde de yapmak istediğim çok şey vardı. Neyse bugün içimden geldi sana sinema dünyasından haber vereyim dedim. Çünkü son zamanlarda izlediğim iki İran filminden özellikle toplumsal cinsiyet açısından çok etkilendim. Birbiriyle hiç ilgisi olmayan bu iki filmin ortak yanı baskılar, yasaklarla dolu bir dünyadan kesitler. Yine her ikisi de kadınları anlatıyor, başkaldırılarını ve savaşım güçlerini..
En Sevdiğim Pastam’da yasaklarla dolu bir dünyada yalnız yaşayan yetmişlerindeki bir kadınla bir taksi sürücüsünün kısa süren dostluğu anlatılıyor, insanın içine işleyen sımsıcak bir film. Hiç tanımadığı bir adamla sokakta arkadaşlık kuran, dahası onu evine davet eden Mahim büyük bir tabuyu kırıyor. İki yaşlının birbirleriyle geçirdikleri uzun gece, uzun uzun sohbet etmeleri, Mahim’in pişirdiği nefis yemekleri yemeleri, şoförün evin ufak tefek tamir işlerini yapması, her ikisinin de mum ışığında bahçede oturmaları, şarap içip dans etmeleri yaşlılık ve yalnızlık çemberini kıran çok insancıl, çok sıcak bir film.

Kutsal İncir’in Tohumu’nda ise sorgu yargıçlığına terfiyi hedefleyen bir hakimin ve eşi ve iki kızıyla çatışması gösteriliyor. Önüne sürülen dosyaları okumadan ardarda ölüm cezalarına imza atan hakim giderek sistemin kuklasına dönüştüğü oranda ailesine yabancılaşıyor, öte yandan kadınlar arası dayanışma da giderek yoğunlaşıyor. Hakimin eşi ataerkil aile kurallarının öngördüğü gibi eşine hizmet ederken ailelerini de yaşadıkları sistemi de sorgulayan kızlarının giderek etkisi altına giriyor. Ailenin yaşamına paralel olarak gösterilen belgesel sahneler, yürüyüşler, polis saldırıları toplumsal ve politik arka planı gözler önüne seriyor.
Beni çok etkileyen ve düşündüren her iki filimde de kadınların başkaldırısı oldu. Kutsal İncir’in Tohumu’nda muhafazakar bir aile çerçevesinde yetişen kızlar devlet saldırısının ne demek olduğunu arkadaşlarının ağır yaralanmasıyla kendi gözleriyle yaşıyorlar. Annelerini, babalarını ve sistemi sorgulamaya başlamalarıyla başlayan çatışmalar ailenin çözülmesine neden oluyor. Ama filmin sonu hüzünlü olsa da üç kadının dayanışmasıyla birlikte umutla bitiyor.
En Sevdiğim Pasta’daki sonu, yaşlı taksi şoförünün kadının evinde ölmesini açıkça çok dramatik buldum. Başka bir son, filmin başkaldırı izleğini, böylece politik boyutunu daha iyi çıkartabilirdi. Şöyle bir sahne geliyor gözümün önüne: İki yaşlı keyifle dans ederlerken evi, gürültüden rahatsız olan komşuların şikâyetiyle polis basıyor. Mahim şöförü kardeşi olarak tanıtıp ahlak polislerini öfkeyle kapı dışarı ediyor. Zaten filmde buna benzer bir sahne var, Mahim cesaretiyle ahlak polisinin eline düşen genç bir kızı kurtarıyor.
Görüyorsun ya ilginç bir film insanın yaratıcılığını da nasıl etkiliyor. Ama şu da var benim düşündüğüm gibi bir son kolay kolay olamazdı, sansür malum…Bu filmleri mutlaka görmelisin. İran beni çok ama çok etkiliyor. Bir gün molla rejimini kadınlar mı al aşağıya edecekler bilemiyorum ama umut ediyorum.
Seni sevgiyle kucaklıyor, özellikle tiyatro dünyasından haberlerini ilgiyle bekliyorum.
Zehra