Hazırlayanlar: Hülya Duman/Ayşen Boran
Göç kavramı, nedenleri, sonuçları gibi yerlerden hiç bakmayınız bu yazıya baştan belirteyim. Bizim derdimiz başka. Yola çıkma rotamız daha çok aidiyet duygusu, kök salma, bağlanma ve tüm bunları yok sayıp gidebilme motivasyonuyla ilgili olacak çünkü. Dünya kurulalı beri insanoğlu hareketi hiç bırakmadı. Yeni yerler, kıtalar, yeni mevsimler, farklı zamanlar ve iklimler böyle bulundu. Halklar göçerek, yer değiştirerek, konar hale geldi. Olmadı mı sonra, yine oldu hareketliliğe gerekçe. İnsan bu, hareket etmeden, eylemeden duramaz değil mi! Keşifler dışında insanı köklerinden koparan afetler, savaşlar, ekonomik ve siyasi nedenler de sebep oldu göçlere. Zorunluluğun olmadığı yerdeyse bu sefer “tebdili mekânda ferah vardır” dedi, ruhunda göçebelik olan atalarımız. Yazlık/ kışlık, yayla/ ova gibi yerleşimlerin altında da kısa süreli göç, hareketlilik ihtiyacı mı yatıyor diye şimdi aklıma gelen aşırı bir yorumu da şuraya koyayım.
Son yıllardaki hareketliliğin başka başka açılımları da var kuşkusuz. Bir süredir gençlik başta olmak üzere insanlar dolanıp durmakta dünyanın her yerinde. Dolanıp duramayan da evlerde, internet üzerinden dünyayı gezmekte bir şekilde. Konforu ve bağlarını bırakıp, dolaşan gezginler var artık. Onları kendi youtube kanallarından izliyoruz. Pandemi sürecinde hepimiz hareketsizliğe biraz da böyle çare bulmadık mı? Ya da giderek bireyselleşen, yalnızlaşan dünyalarımızda; dünyanın elimizin altında olması avutmadı mı bizi?
Teknolojinin sağladığı bu sınırsız imkân ile dünyanın küçüldüğü ve herkesin herkesten anında haberdar olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Kafalarımız değişiyor, sınırlar kalkıyor. Kim demişti?
“Dünya küresel bir köy oluyor.” Bakıyorum hemen. İşte buldum makaleyi.
“Marshall McLuhan, 1962 yılında yayınladığı “The Gutenberg Galaxy: The Making of Typographic Man” (Gutenberg Galaksisi: Tipografik İnsanın Oluşumu) isimli kitabında “Global Köy” kavramını ortaya atmıştı. Marshall McLuhan eserinde yaşanan teknolojik gelişmelerin dünyayı global bir köye dönüştüreceğini ifade etmiştir.”
Giriş çok uzadı evet, asıl konuya girelim. Yaklaşık on bir ay önce ani bir kararla göçen bir arkadaşım var. Ne var bunda diyebilirsiniz ama yok demeyin gerçekten büyük karar! Tuhaf ironiye de lütfen dikkat ediniz ki yüz yüze hiç gelmediğim, çok sevdiğim arkadaşımı internet üzerinden yaptığımız edebiyat toplantılarından tanımaktayım. İlk toplantılarda bir iki kez toplantı yönetmişti Ayşen Boran. Orada öyle sakin sakin konuşurken bir sempatim oluşmuştu zaten. Sonraki süreçlerde Şubat depremi ve seçim sürecinde evde hiç oturamadığını didinip, çabaladığını izledim; herkes gibi belki herkesten biraz daha fazla. Deprem sonrası üzüntümüz üzerine bir de seçim sonrası hayal kırıklığı ve bedbahtlığımız çöreklendi. O yıpratıcı bezdirici depresif sürecin arkasından, ben beş yıldır içmediğim sigaraya başlarken Ayşen ülkeden ayrılacağını bildirdi. Şaka değil, ben tek tek sigaralarla tutunurken ve giderek artırırken bir de baktım ki Ayşen gerçekten tası tarağı topluyor. Hem de nereye? Sıkı dur! Dünyanın tee öteki ucuna… Arjantin’e
Kendi kendime nasıl ya dedim. Daha da neler dedim, neler…
Arjantin hem de… Arjantin’in bizden ne farkı var ki… Ekonomisi ortada, delilik bu, çılgınlıktan bir tık fazla. Hem aklın ipleri bu kadar uzağa salınır mı? Ya oraya kadar nöronları, sinaps kavşakları yanarsa? İleti bozulursa? Bu kadar uzağa çıpa atılır mı? Balkanlar ya da Avrupa gibi daha yakın yerler olsaydı ya! Ben kaçma fantezilerimi hep Ohrid gölü çevresine kurmuştum mesela. Üzüldüm, panikledim; ergenliğe yeni adım atmış iki çocuk vardı. Ayvalık gibi bir yerdeydi. Ne de olsa kurtarılmış bölgelerden birindeydi daha da ne istiyordu ki? Çok uzaktı işte!.. Ya pişmanlık olursa ya çocuklar uyumlanamazsa ya ekonomi buradan da kötü ise…
Öte yandan sevmiştim bu egosuz, sevimli, tatlı kadını. Yakın zamanda da buluşacaktık Ayvalık’ta. Yüz yüze iki lafın belini kıracak, şen kahkahasını yakından duyacaktım. Soralım o halde.
Hülya Duman: Neden bu yaşta, hem de iki çocukla göç kararı verdiniz?
Ayşen Boran: Hayatım boyunca daha iyi yaşamak için hep göç ettim ben. Yatılı okula, büyük şehre, başka ülkeye, daha küçük bir kasabaya ve en nihayetinde başka bir kıtaya. Yedi yıl önce İstanbul’dan Ayvalık’a yaşam kalitemizi artırmak için göçmüştük. Gerçekten işe yaradı. Büyük şehir yerine bir kasabada küçük çocuklarını büyütmek çok daha güzeldi. Kasabanın verdiklerini aldık, olmayanları da kasabaya biz ekledik. Atölyeler, iklim grevleri, takas şenlikleri, gösteriler, eğitimler, neşeli ve uzun tatiller. Ama sonra deprem oldu. Halkın ne denli yalnız olduğunu, bireysel çabanın ne kadar yetersiz olduğunu yaşayarak anladık bu kez. Ardından seçim hezimeti. Çocuklarımız lise çağlarına gelmiş ve ülkede, eğitim ve sosyal hayatta yaşananlar da bize yeni bir rota çizmemiz gerektiğini anlatır olmuştu.
Çocuklarla beraber, hepimiz için göçtük biz. Hayatımızın bu evresinde buna ihtiyacımız olduğunu gördük.
Hülya Duman: Anladım. Ortak karar olması çok önemli elbet. Peki, neden Arjantin?
Ayşen Boran: Göç kararını nereye sorusu takip ediyor. Eşimle bir süredir aktif çalışma hayatından uzağız.
Amerika, Kanada, Avustralya, İngiltere gibi İngilizce konuşulan ülkelerde çalışmadan yaşamak gibi bir opsiyon yok. Ayrıca oturum koşulları zorlayıcı. Üstelik çok önceden Londra’da yaşarken deneyimlediğimiz Avrupa’daki sinsi ırkçılık bizi rahatsız etmişti. Bu durumun ergenlik çağındaki çocuklarımızın okul ve sosyal hayatlarına etkisini düşündük. Sonunda bizim ülkemize benzer ekonomik yapıda, göçmenliğe yaklaşımını pozitif, eğitim kalitesinin ve kültürel yapısının tatmin edici olduğu Arjantin’de karar kıldık. Yani eleye eleye bize en uygununu bulmaya çalıştık. Bulgaristan ve Arjantin arasında seçim yaptık. Çocukların Bulgarca yerine İspanyolca öğrenmelerini ve elbette Güney Amerika iklimini tercih ettik.
Hülya Duman: Nasıl bir hazırlık yaptınız, nelere dikkat ettiniz? Akabinde neler önerirsin değişim isteyenlere?
Ayşen Boran: Önceliklerimizi belirledik. Hem çocuklar hem de bizim için tatmin edici bir hayat olmalıydı. Çünkü göçmenlik doğası gereği zorlayıcı bir deneyimdir. Bu nedenle en azından bizim için önemli bazı noktaların şu anki hayatımızdan daha iyi olması gerekiyordu. Oturum, vatandaşlık ve ekonomik koşullar, eğitim kalitesi, kültürel hayatın doyurucu olması, konuşulan dilin geçerliliği ve elbette en önemlisi göçmene yaklaşımı. Bütün bunları devletin resmi sitelerinden, ülkede yaşayan expat gruplardan, YouTube videolarından, sosyal medya paylaşımlarından ve hatta bu şekilde tanıştığımız Arjantinli insanlardan araştırdık. Bu noktada her ailenin ihtiyaçlarının ve koşullarının farklı olduğunu göz önünde bulundurarak kendi önceliklerine göre bir araştırma yapmalarını öneririm. Unutmayın, herkes fili tuttuğu yerden tarif ediyor.
Hülya Duman: Korku veya kaygı olmadı mı? Bana belirsizlik her zaman büyük sıkıntı verir. Bende bu kadar olmuşken, siz nasıl baş ettiniz?
Ayşen Boran: Elbette biraz oldu. Ama biz aile olarak göçe hazırlıklı ve istekliyiz. Olmazsa döneriz dedik. En kötüsü uzun ve pahalı bir tatil yapmış, biraz İspanyolca öğrenmiş oluruz dedik. Bu bakış açısı hepimizi rahatlattı.
Hülya Duman: Uzun tatil düşüncesi tatlıymış. Peki, pişman olursan B planın var mıydı?
Ayşen Boran: Her zaman B, C, D planları var. Biz her türlü olasılığın gerçekleşebildiği bir ülkenin evlatlarıyız. Önemli olan bu farklı planları yapmaya üşenmemek bence. Bir arada ve sağlıklı olduğumuz sürece her türlü deneyim ayrı bir macera olacaktır.
Hülya Duman: İlk günler nasıl geçti? Neler yaptınız?
Ayşen Boran: Karar vermemizle buraya taşınmamız toplamda iki ay kadar sürdü. Ayrıca daha önceki göç deneyimlerimizden biliyorduk ki, ilk günlerdeki izlenimler, hisler adaptasyon sürecinde çok önemli. Bu yüzden şehrin merkezinde bir ev kiraladık ilk ay için. Her gün çıktık ve turist gibi gezdik. Yedik, içtik, yürüdük. Müzeleri, meydanları, sokakları, mağazaları, parkları gezdik. Nerede yaşayabiliriz diye araştırdık. Okulları dolaştık. Bir ay sonunda yeni eve taşındık ve okula karar verdik. Bu önemli bir adımdı rutinlerin oluşması açısından. Sonra dil kursları, sosyalleşme çabaları başladı.
Hülya Duman: İki ülke insanı arasındaki farklar vardır kuşkusuz. Doğrusu merak ediyorum. Farklar neler? Orada yaşam nasıl?
Ayşen Boran: Türkiye yorucu bir ülke. Gündemi çok yoğun. İliklerimize, ruhumuza işlemiş bir de acı var. Eğlenmenin bile sonu hüzne bağlanır bizde. İngiltere’den ilk geldiğimizde her akşam iş çıkışı Şişli’de yürüyüş yapardık eşimle. Bize bakardı insanlar ve anlam veremezdik. Sonra çözdük işi. Gülüyorduk sohbet ederken. İnsanlara garip gelen buydu. Burada ise bir eğlence hâkim ortama. Günlük hayatta pek çok sıkıntı ve acı bir geçmiş burada da var. Ama bu göçmen toplum bir kültür yaratmayı, ona tutunmayı başarmış görünüyor. Çok naifler. Zamanında dünyanın en zengin ülkesi ve sosyal bir devlet geleneğine sahip. Bu yüzden kültür, sanat ve eğlence çok yoğun; erişilebilir ve kaliteli. Aileye karşı tutumları benzer. Fakat burada bizde olanın aksine diğerlerinin işi ile hiç ilgilenmiyorlar.
Hülya Duman: Alışamadığın ve hemen benimsediğin şeylerden bahset biraz. Hemen aklına gelenlerden.
Ayşen Boran: Her şey kocaman burada. Caddeler, ağaçlar, parklar, ülke ve hatta deniz bile. Dümdüz bir coğrafya. Bu kocaman ve sonsuz derinlik insanda nefis bir algı yaratıyor. İnsanlar sakin, yavaş, mutlu. İnternet çok ucuz ve hızlı. Belli sistemler oturmuş. Mesela çöpler ayrıştırılıyor, okul kitapları yeniden kullanılıyor, herkes parklarda buluşuyor ve şehirde sürekli etkinlikler yapılıyor. Bunlar kolay alıştıklarım.
Her durumda ve hep yanaktan öpüşerek selamlaşmaları, evdeki eşyaların eskiliği, bulaşık makinesi ve elektrik süpürgesi gibi konforların olmaması ama en en çok da Türkçe kitaba erişimin kısıtlı olması beni zorluyor. Ayrıca kadınlardan oluşan bir kabilem vardı ülkede. Biz birbirimizden güç alıyorduk. O çemberin dışına düşmek beni yoruyor.
Hülya Duman: Arjantin’in sembollerini; futbol, tangoyu ve o paylaştığın fotoğraflardaki geniş sokaklarını anlat biraz
Ayşen Boran: Arjantin bir futbol ülkesi. İlk geldiğimizde işlek bir caddedeki kaldırımın kenarında abi kardeş ayaklarında top sektirerek yürüyordu. Ufaklıklar dört- beş yaşlarındaydı. Sanki ayaklarında topla doğuyor bu insanlar. Çocuklarım şimdi okulda bir ders olarak futbol oynuyor mesela. Sadece seyretmiyorlar; parklarda kadın, erkek keyifle oynuyorlar da. Henüz maça gitmedik ama ne kadar şenlikli olduğunu takip ediyoruz tribünlerin. Tango ise, bizim bildiğimiz anlamından çok daha fazlası burada. Sokaklarda bile gösteriler izlemek mümkün. Burası göğü delen kocaman ağaçların altında neşeli insanların futbol oynayıp, tango yaptığı bir yer olmalı. Ekonomisi düze çıkınca neşeyi sokaklarda daha çok hissedeceğiz sanırım.
Hülya Duman: Göç olgusunu herkes farklı yaşar ve sindirir. Misal Avrupa’da bazı yerler Türkiye gibi, Türk gettoları oluşan yerler var. Keza biz de Ortadoğu’dan oldukça fazla göç aldık. İstanbul’un bazı semtlerinde “ben neredeyim” duygusu yakamı bırakmıyor senelerdir. Sen nasıl bakıyorsun?
Ayşen Boran: Göçmek; gittiğin yere uyumlanmayı da beraberinde getirmeli. Kimse kucağını açıp bizi beklemiyor. Bunu bilerek, onları tanımaya ve toplumun yapısına uyumlanmaya çalışmalıyız. Bunu asimile olmak anlamında söylemiyorum. Biz buranın kültürünü tanımaya ve Arjantin’de Türk bir göçmen aile olarak kendimizi bu kültüre adapte etmeye çalışıyoruz. Bizi çağırmadılar, biz seçerek ve isteyerek buraya geldik. Demek ki bize güzel gelen bir şey var bu ülkede. Amaç onu öğrenmek, deneyimlemek ve bunu Türk kimliğimize adapte etmek olmalı. Milliyetçi bir damarla sadece Türk olarak başka bir ülkede yaşamayı, Türklüğü inkâr derecesinde asimile olmak gibi toksik buluyorum. Türk bir göçmen olarak yavaş yavaş oluştuğunu düşündüğüm Türk diasporasına da faydalı olunacağını düşünüyorum.
Hülya Duman: Evet, Ayşen katılıyorum. Ne güzel bir yaklaşım bu. Peki çocuklar nasıl yaşadı, yaşıyor süreci?
Ayşen Boran: Çocuklar yaşları gereği zorlanıyorlar. Ama on iki ve on dört yaş dünyanın her ülkesinde zordur. Göçmenlik de tuz biber oldu. Çocuklarımız da iklim grevleri, sosyal sorumluluk projeleri, kamplar, atölyeler derken dünyaya ve Türkiye’ye dair epey farkındalık geliştirdiler. Bu anlamda politik bir aileyiz denebilir. Bu kararı alma sebeplerimizi anlıyorlar. Bunu açık açık konuşuyoruz da zaman zaman. Ayrıca psikolojik destek de aldılar bu süreçte. Zorlanıyorlar ama adaptasyon konusunda beraberce elimizden geleni yapıyoruz. Bence hem onları hem de aile birliğimizi güçlendiren bir deneyim oluyor.
Hülya Duman: Soyadına yakışan bir ailesiniz ve harikasınız. Hedefleriniz neydi? Ne kadarına ulaştın?
Ayşen Boran: Hedef değil de beklenti diyelim bence. Gayet rasyonel, ayakları yere sağlam basan ve uçup kaçmayan beklentilerimiz vardı. Yedinci ayımızda geçici oturumu almış, okul, ev, araba işlerini halletmiş hatta tatil bile yapmıştık. Geldiğimiz noktadan gayet memnunum.
Hülya Duman: Göçme fikri olanlara önerilerin var mı?
Ayşen Boran: İstek ve öncelikleri konusunda net ve dürüst olsunlar. Herkesin koşul ve isteklerinin farklı olduğunu bilerek dinlesinler. Araştırmalarını çok yönlü yapsınlar. Karar verip, yola çıkınca bir şekilde oluyor. Hep çok güzel olmayabilir ama hayat bu zaten. Göçmek insanın kendini yeniden var etmesi için bir fırsat. Nasıl yaşamak istediğine tekrar karar verebilme şansı. Dünyaya başka bir yerden bakabilme avantajı. Cesur ve akıllı olmak gerek. Zor ama değer.
Hülya Duman: Dünyanın öteki tarafından burası nasıl görünüyor?
Ayşen Boran: Dünyanın sonunda değiliz ama yakınız. Türkiye’den bahsederken kuzeyde diyoruz mesela. Nasıl ki göç eden leylekler tek tek rotalarını biliyorsa, göçenler de kendi ülkelerini bulabiliyorlar. O yüzden çok uzakta hissetmiyorum kendimi.
Öte yandan uzakta olmanın verdiği özgürleşme hissi çok güzel. Kendimde fark ettiğim ilk duygulardan biri şuydu. Gayet demokratik bir ortamda yaşamama rağmen, ülkenin sosyal ortamındaki kadına bakış yüzünden giderek daha sıkışmış hissediyormuşum. Bunu araya giren zaman ve mekân sonrasında yeni yeni anlıyorum. Elbette buradaki kimsenin kimseye karışmaz hâllerini biliyordum. İlk ayrımsadığım şey bakışlar oldu. Sokakta yürürken, metroda dikilirken, bir kafede otururken hani o insana dikilen bakışlar vardır ya. Modern ortamlarda bile, bir miktar dekoltenin, az dar bir pantolonun size yükü olan o ispatlanamaz ama her kadının bildiği net savunmasız kalma hissi. İlla elle, sözle olması gerekmez, coğrafyanın erkeğine mirası bakışların gücü yeter.
Bakışlarla anlaşabilen bir milletiz biz. Boş bakış huzursuzluk verir bize. Çünkü dile gelemeyenlerin bünyede taştığı yer; gözlerdir bizde. En çok da kadınlar konuşur, anlaşır gözleriyle. Kocası tarafından uluorta ama sinsice aşağılanan o kadının sessiz özrü, kalabalık bir ortamda bir erkeğin sıkıştırdığı o kızın çaresiz çığlıkları, bir kadının dekoltenize takılıp sizi giyotine uğurladığı o yargılamayı veya kimseye çaktırmadan yaptığınız güzel bir kurtarışı anlayan birinin teşekkürü gözlerden bakış olup, akar içimize. İçselleştirip normalleştirdiğimiz bu zenginliğin bazı toplumlarda yaygın olmadığını bilmek insanı şaşırtıyor doğrusu.
Belki de buna gerek kalmadığındandır yokluğu kimi yerlerde. Zira acıyla yoğrulan ruhlarda, zamandan ve mekândan bağımsız konuşur gözler.
Göç ederken yolunu şaşıran tek bir kuşu bile bulabilen insanlık, insanı giderek birbirinin içinde kaybeder oldu. Katı sınırlara, bizi sürekli izleyen ve mimleyen ekranlara rağmen insanlar birbirlerinin içinde yok oluyor. Kim nerede belli değil. İnternetin görünmez ağları sayesinde herkes istediği yerde ama çoğu insan olması gereken yerde değil. Arjantin’deki güvenlikten bahsederken kimsenin bu noktaya değinmemesi garip geliyor bana doğrusu.
Ekonomi düzelir ama yozlaşan, bozulan toplumsal yapı için ne yapılabilir bilmiyorum. Son seçimde bir umut doğdu. Fakat verilen zararın telafisi için çok zaman ve emek gerek. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki potansiyeline bakarak ülkenin bu noktaya kadar yozlaşmış hâli içimi acıtıyor. Ama umut bakî. Ve Dünyanın neresinde olursak olalım biz Türk’üz ve memleketimiz Türkiye. Tüm kabilemi sevgiyle selamlarım.
Hülya Duman: Ah Ayşen’cim. Sözümün kalmadığı yerdeyim. Ve ben de sana kucak dolusu sevgi gönderiyorum.
İlgilenenler için Ayşen Boran’ın blog ve instagram adreslerini bırakıyorum.
http://www.annegozuyle.wordpress.com
Instagram: @annegozuyle_goc