FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Valiz

Valiz

Gömleklerini düğmeleri yatağın üzerine gelecek şekilde koydu. Önce sağ kolunu sonra sol kolunu yakanın yarısından itibaren geriye doğru katladı. Gömleğin etek kısmını yarısına kadar, yaka kısmını da bu yarının üzerine katladı. Her bir gömleği özel poşetleri içine koydu, en alta yerleştirdi, kırışmamalıymış. Kazaklarını bir bir katlayarak, ki en fazla üç kat olmalıymış, gömleklerinin üzerine yerleştirdi. Onlar da gömlekleri gibi koyu renkliydi. Pamuklu atletlerini, külotlarını ve polar çoraplarını ayrı ayrı poşetlerin içinde, kazakların üzerine yerleştirdi. Terliğini yüzünü buruşturarak market poşetinin içine, tabanları birbirine değecek şekilde koyup diğer bölmeye sıkıştırdı. Kahverengi kaşmir atkısını rulo yaptı, şapkasını ters çevirdi ve çamaşır poşetlerinin üzerine yerleştirdi. En üste üç tişört ve iki şortu ütü yerlerinden katlayıp ayrı ayrı poşetlere koydu. Sayfaları henüz yazılmamış beyaz kapaklı beyaz sayfalı iki defter ve rengarenk kalemleri kol çantasına yerleştirdi. Biletlerini kontrol etti. Saatine bakmadı. Birbirinden uzak iki yaka gibi duran fermuarlarımı birleştirmeye çalıştı, olmadı. Kıyafetlerin üzerine nazikçe basınç uyguladı, yine olmadı. Kapağımı kapatabildiği kadar kapatıp üzerine daha güçlü bir basınç uyguladı, yine olmadı. Bileti göremedim. Yazın erken geldiği ya da kışın henüz bitmediği bir yer olabilir. Yakını göremeyenler gibi birkaç adım geri çekildi, uzun uzun baktı, tekrar yaklaştı. Bir eliyle üzerime sertçe bastırdı, diğer eliyle fermuarlarımdan birini yakaladı. Ancak bir köşeyi dönebildi, uzun kenarın iki yakası düşman askerleri gibi gardını almış bekliyordu. Öylece bırakıp yeniden birkaç adım uzaklaştı. Ağzı sıkı sıkıya kapalı, içinde gaz birikmiş acısının çıkmasını bekleyen kurulmuş zeytin gibiydim. Fermuarı geri açıp iki yakayı birbirinden uzaklaştırdı. Zeytinin gazının acı kokusunun havaya karışması gibi kıyafetlerin içine hava doldukça ayrılık, ölüm ve kanın acı kokuları etrafa saçıldı. En alttaki kahverengi gömlek o çok sevdiği, aşkla seviştiği sevgilisinden ayrıldığı gün üzerindeydi, haki yeşili kazağı babasının ölüm haberini aldığında siyah hırkasının altında terden koyu yeşile dönmüştü, terliği yola fırlayan, tekerler arasında parçalanan kedisinin kanıyla koyu kırmızıya bulanmıştı. Yıkayıp, kurutup kullanmıştı. Kıyafetler otuz altı bedencik Aysun’a yakışmayacak kadar, birkaç beden birden büyüyüvermişlerdi. ‘At şunları’ diye az yalvarmadım. Aysun koku almadığı gibi beni duymuyordu da. Yine aynı kıyafetler, aynı terlik, aynı ben. ‘Bari beni büyüt be Aysun’. Oralı bile olmazdı. Bu kez çok kararlıyım, iki yakamı bir araya getiremeyecek. Sıkıştırırım fermuarımı astara. Oh olsun Aysun’a. ‘Ayrıca o ütü yerlerinden katladığın lacivert polo yaka tişört var ya, en son babanın üzerindeydi. Ondan önce de ablanın. Yıllarca yıkandı da rengi solmadı. Annene verseydin toz bezi yapsaydı. Kıllar beyazladı Aysun, bir sen, bir de tişörtün rengi değişmedi. Beyaz saçların dökülmediğini, beyaz kılların lazerle yakılmadığını öğrenecek yaşa gelmediğine veriyorum.’ Hakkını o kadar da yemeyeyim Aysun’un, göz yaşının tadının mevsimlere göre değiştiğini Utku’dan ayrıldıktan sonra öğrenmişti. “Yazın daha tuzlu, kışın az tuzlu, baharlarda daha acı” diye yazmıştı siyah kaplı, siyah sayfalı defterine beyaz kalemiyle. Beyaz kalem başka nerede görünür olurdu ki. Çantasına bir daha siyah sayfalı defter koymamıştı. Kalemleri renklenmişti. ‘Kıyafetlerin ve ben kaldım geriye be Aysun.’

‘Aysun kalk üstümden. İki yaka bir araya gelmek üzere, bak savaş çıkacak yine söyleyeyim.’ Bacaklarını araladı, fermuarımı yakaladı, kısa kenarı döndü, bacak arasından fermuarımı diğer eline aldı, uzun kenarın sonuna kadar ulaştı, köşeyi yine dönemedi. ‘Duygun senden ağır Aysun, kalk, olmuyor işte.’ Durdu, öylece bıraktı, fermuar dişleri mevzilere yerleşmiş, savaş silahları hedefe doğrultulmuştu. ‘Son uyarı Aysun, o kapağı kapatırsan aynı yalana yeniden inanıp bir savaş daha çıkaracaksın.’ Taraflar gardlarını almış bekliyorlardı. Kalktı, uzaklaştı, aferin Aysun. Saatine baktı. Yaklaştı, pis pis bakıyordu. ‘Hayır Aysun yapma, Aysun hayır.’ Dizleriyle üzerime tünedi, sol eliyle açık kalan tarafımın üzerine bastırdı, sağ eliyle fermuarımı yakaladı. Astarı araya sıkıştıracak zaman bırakmadı, pis Aysun, bir çırpıda fermuarı diğerinin yanına itiverdi. Tetiği çekti, namluyu parçaladı. ‘Alkışlar Aysun’a gelsin, iyi halt ettiği için’. Kapağım çöktü, fermuarımın dikişi attı, ucu elinde kaldı. Sıska Aysun beni kucakladı, yere çaldı, yetmedi tekme attı, gömlekler, kazaklar, çamaşırlarda kan gövdeyi götürüyordu, eli, ayağı acıdı farkında değildi haspam. Orta yerime göktaşı düştü, içim saçıldı. ‘Aferin Aysun ne iyi ettin’. Mutfağa gitti, elinde siyah battal boy çöp poşetiyle döndü, saçılan ne varsa poşetin içine tıktı. ‘Bakıyorum da ağlamıyorsun Aysun.’ Poşetin ağzını ufacık elleriyle sıkı sıkıya kapattı, sokak kapısının açılma ve kapanma sesini duydum, eli boş döndü. Çantasından biletleri çıkarttı, ellerini makas gibi kullanıyordu, biletin üzerindeki kelimeler okunamayacak kadar küçük parçalara ayrıldı. Beyaz sayfalı defterlerini ve rengarenk kalemlerini çıkardı, masanın üzerine koydu. Gözüne iliştim, ‘bana hiç böyle şefkatle bakmamıştın Aysun? Bu kadar yavaş yürüdüğünü de görmemiştim? Hayırdır Aysun?, Ellerin bu kadar yumuşak değildi, nereye götürüyorsun beni, neler oluyor Aysun?, Aysun yapma, hayır Aysun.’ Sokak kapısının açılma ve kapanma sesini duydum. ‘Alacağın olsun Aysun.’  

Picture of Funda Sevencan

Funda Sevencan

Tüm Yazıları